1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
220
Okunma

Dünyanın bütün nehirleri bir araya gelse, çağlayanlar birleşip denizlere kavuşsa, yine de adalete susamış bir insanın kurumuş yüreğini serinletemez. Çünkü adalet, su gibi görünse de, insanın ruhunu ve vicdanını besleyen bambaşka bir kaynaktır. Su, bedeni serinletir ama adalet ruhu doyurur. Susuzluk, bir insanı ölüme götürebilir ama adaletsizlik, tüm bir toplumu çöküşe sürükler. İşte bu hakikatin izini süren, adaletin kıymetini arayan bir adamın hikâyesi var şimdi önümüzde.
Yusuf’un Yolculuğu
Bir zamanlar, adaletin çiğnendiği, haklı ile haksızın birbirine karıştığı bir diyar vardı. İnsanlar güçlülerin gölgesinde yaşar, zayıflar susturulur, mazlumlar unutulurdu. İşte bu diyarın en derin kederini içinde taşıyan adamdı Yusuf. Bir gün adaletin ne olduğunu anlamak ve dünyada gerçekten var olup olmadığını öğrenmek için yola çıktı.
İlk durağı, kurak bir ovada akan berrak bir nehirdi. Yusuf nehrin kıyısına oturdu ve ona sordu:
“Ey su! Senin gibi gürül gürül akan bir adalet var mı dünyada?”
Nehir hüzünle cevap verdi:
“Ben susuzluğu gideririm ama adaletsizliği değil. Bana aç gelen birine ekmek veremem, haksız yere hapsedilmiş bir mahkûmu özgürlüğüne kavuşturamam. Ben akıp giderim ama adalet bazen yerinde sayar.”
Yusuf başını salladı ve nehirden ayrıldı. İçinde büyüyen susuzluk, suyun gideremeyeceği türdendi.
Kuru Toprakların Feryadı
Yoluna devam ettiğinde, karşısına çatlamış topraklarla dolu bir vadi çıktı. Yağmurun uzun süredir düşmediği, ağaçların kuruduğu, kuşların ötmediği bir diyar... Orada yaşlı bir adam vardı; elindeki boş testiyi sıkıca kavramış, gözleri ufka dalmıştı. Yusuf, adamın yanına yaklaşıp sordu:
“Neden buradasın, ihtiyar? Suyu mu bekliyorsun?”
Adam derin bir iç çekti:
“Su gelir ve gider. Ama asıl eksik olan adalet! Bir zamanlar bu topraklarda adalet vardı, insanlar birbirine karşı dürüsttü. Lakin, güçlünün zayıfı ezdiği, zalimin mazlumu susturduğu günlerden beri bu toprak kurudu. Çünkü adalet olmadan hiçbir şey yeşermez, evlat.”
Yusuf bu sözleri duyunca, suyun ve toprağın adaletle nasıl iç içe olduğunu anladı. Ama hâlâ sorularına tam cevap bulamamıştı.
Zindandaki Bilge
Yolculuğu onu bir şehre getirdi. Bu şehirde büyük bir zindan vardı. Demir parmaklıkların ardında, yıllardır haksız yere hapsedilmiş bir bilge yatıyordu. Yusuf, bilgenin yanına gidip ona sordu:
“Sen ki bilgesin, bana söyle, adalet nedir?”
Bilge, Yusuf’un gözlerinin içine baktı ve gülümsedi:
“Evlat, dünyanın bütün nehirleri birleşse, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez. Çünkü adalet, bir insanın ruhunda yanıp tutuşan en büyük özlemdir. Su, bir insanı ancak birkaç saat idare eder ama adalet, bir toplumu asırlarca ayakta tutar. İnsan bir gün susuzluktan ölebilir ama adaletsizlik, bir milleti tarihten silebilir.”
Yusuf, nihayet aradığı cevabı bulduğunu hissetti. Ne su, ne toprak, ne de özgürlük; insanın asıl ihtiyacı adaletti.
Dönüş ve Hakikatin Fısıltısı
Yusuf, memleketine döndüğünde gördü ki adaletsizlik her yerdeydi. Ama artık biliyordu ki, adaleti beklemek yetmezdi, onu kurmak ve yaşatmak gerekirdi. O gün anladı ki, suyun bir kaynağı olduğu gibi adaletin de bir kaynağı vardı: Vicdan. Eğer vicdanlar kurursa, dünyanın tüm nehirleri aksa da hiçbir susuzluğu gideremezdi.
Ve Yusuf’un öğrendiği bu hakikat, dilden dile aktarılan bir hikâyeye dönüştü:
“Adalete susamış bir insanın susuzluğunu, dünyanın bütün nehirleri bile gideremez. Çünkü adalet, suyun değil, insanın özünde başlar.”
Erol Kekeç/24.02.2925/Ümraniye/İST