Adalet, bir kutup yıldızı gibi yerinde durur, geri kalan her şey onun etrafında döner.-- konfiçyüs
Zeynep Perçin
Zeynep Perçin
@zeyneppercin
VİP ÜYE

Kanatsız Kameriya

14 Şubat 2025 Cuma
Yorum

Kanatsız Kameriya

1

Yorum

6

Beğeni

0,0

Puan

159

Okunma

Kanatsız Kameriya

İkisi büyükannesinin inzivaya çekildiği evde sık sık görüşürlerdi. Senem, haftada bir defa büyükannesine ev yapımı pasta ve yemekler götürür, büyükanne de her gün dört saat gündüz uykusuna yatardı.

Büyükannenin evinde bir de kendisi dünyaya gelmeden altı yıl önce, henüz bir yaşlarında yurttan evlatlık aldığı Cemre yaşardı. Cemre, kimse onu ziyarete gitmediği zamanlarda büyükannenin bu yorgun yıllarında hem hayat arkadaşı hem de evinin içinde bir nefesti. Uyumlu, uslu ve ilk görüşte vicdan sahibi olduğu anlaşılan güler yüzlü bir genç kızdı. Zaman zaman yüzü düşse de, büyükanneye can yoldaşıydı. Emine’yle kız kardeşi gibi ilgilenir, beraber geçirdikleri zamanlarda kahkahalara doyamazdı. Hiç arkadaşı olmamasına rağmen mahallede herkesin gülümseyerek selam verdiği, tanıdığı bir kızdı. Kıskançlık ve bencillik gibi duygular, ona hiç uğramadan yanından geçip gitmişler gibiydi.

İnziva evi, kasabanın camisine bakan yüksek ve ağaçlık bir tepenin hemen ardında kasabanın diğer evlerine nazaran biraz daha tenha bir yerdeydi. Geniş bir bahçesi, bahçesinde küçük bir kameriyesi ve hemen arkasında yüksekçe bir güvercin kafesi vardı. Etrafı çitlerle çevrili bu bahçenin çit diplerine rengarenk, farklı kokularda, türlü türlü çiçekler dikiliydi. Büyükannenin nane ve kekik kokusuna tutkusu, daha tepenin zirvesindeyken anlaşılabiliyordu. Bahçenin neresine bakılırsa bakılsın, öbek öbek kekik ve nane kümeleri görmek mümkündü.

Bahçe çitinden evin eşiğine kadar döşenmiş taş patikadan geçerek eve giriliyor, içeri girince de konuklarını pirinç askıları olan kırmızı, vernikli, sade bir vestiyer karşılıyordu. Kalın, yüksek ve kırmızı ahşap kapıların yine pirinç kulpları, konuklarını tarihi bir gezintiye çıkarır hissi veriyordu. Zemini iki ince, uzun yolluk ve salonda kocaman bir kilimle süslenmişti. Çeyizinden kalan bu ince yolluklar keçi tüyünden yapılmıştı. Salonundaki büyük halı ise daha onun da büyükannesinden yadigardı. Oldukça geniş olan salonunda, padişah devrini andıran, arkalıkları yüksek, yine kırmızı yer ahşapla çerçeveli ve yerdeki halıyla bütünleşen kilim desenli üçer oturmalık iki koltuğu vardı. Duvarlar, gençlik ve rahmetli kocasıyla çekilmiş siyah beyaz fotoğraflarla süslenmişti. Yüksek, dar ve uzun bir komodin, hemen pencerenin bittiği duvardan tavana doğru yükseliyor, çekmecelerinde anılarını saklıyordu. Bu salonun dışında büyükannenin evinde üzerinde iki gri, kalınca battaniyesi olan dökme demirden bir karyolası ve hemen ayak ucunda üç kanatlı, boyası yer yer silinmiş ama cilasından yakın zamanda bakım gördüğü anlaşılan üç kanatlı bir gardrobu vardı.

O kameriyeyi çok seviyorlardı. Manzarası güzeldi ve evdekilerin onları fark etmesi korkusunun getirdiği heyecanı da yaşıyorlardı. Örneğin göz göze geldiklerinde yüzlerinde beliren o aptal gülümseme gibi sıklıkla ellerini kollarını nereye konduracaklarını şaşıp, bakışlarını nereye kaçıracaklarını bilmedikleri oluyordu. Ama bu bahçede, içeride birilerinin olduğunu bilerek burada böyle, Yanyana oturuyor olabilmek her halükarda güzel ve anlamsız bir heyecanla dolduruyordu içlerini.

İkisinin o kadar çok benzer noktası vardı ki, bunlarla bazen karşılaştıklarında utangaç bir itirafla gizli gizli birbirlerine gülerlerdi. İkisi de güvercinleri çok seviyor olmalarına rağmen asla yaklaşamaz, uzaktan yem atmakla yetinir, onlarla yine uzaktan uzaktan oynarlardı. Bir gün kafese yaklaşmışlıkları yoktu. Utangaç yanları da, yeri geldiğinde dert ettikleri üzüntülerini, ailelerini üzmemek için içlerine atmaları da, yalan söylemedeki beceriksizlikleri de…



Yıllar sonra bir sabah, büyüdükleri kasabadan çok uzak bir şehirde kalabalık bir trenin içerisinde sırt sırta gelince birbirlerinin farkına vardılar. İkisinin bakışlarındaki ışıldamanın ağladığı ama gözlerinden tek damla yaşın akmadığı kısacık bir zaman dilimiydi.

Emin büyümüş, olgunlaşmış genç bir adam olmuştu. Üstüne başına bakılacak olursa, önemli bir iş yaptığı hemen anlaşılıyordu. Elinde bilgisayar çantası, boynunda kıravat, kahve rengi ceket, krem rengi keten pantolon ve süet ayakkabılar, yana yatırılmış, tarak dişleri belirgin saçları… yüzü ışıl ışıl parlıyordu. Tıpkı çocukluklarında besledikleri angut güvercinlerinden biri gibiydi ve hatta o kahve rengi ceketin altında iki kanat gizlediğine bile emindi Senem. Emin’in ineceği durağa kadar özlemle ama eskisinden daha mesafeli bir şekilde gülümseyerek, sıcacık, kısa bir sohbet ettiler. Bir sonraki durak da Senem’in üniversitesine yakın indiği duraktı.

O gün Senem, karşılaştırmalı edebiyat dersinde hocanın okuduğu metne yaptığı yorumla herkesi şaşkına çevirdi.

Metin tam olarak şöyleydi;
- Kendi kendine yalan söyleyen ve kendi yalanını dinleyen o hale gelir ki, artık ne kendisindeki, ne de çevresindeki hiçbir gerçeği ayırt edebilir, bu yüzden de hem kendisine hem de başkalarına saygısızlık eder.

- İnsan kendini kandırmaya başladığında, gerçeklik algısını kaybeder ve hem iç dünyasında hem de çevresiyle olan ilişkilerinde bir çöküş yaşar, doğru! Yalan, önce bir kaçış gibi görünse de zamanla bireyin hakikati görmesini engelleyen bir perdeye dönüşür. Fakat sevgili hocam size soruyorum; kaçımız perdelerimizi açmış, evimizde güneşi ağırlıyoruz?

Aynı sırada, Senemin, güzel, temiz bir işte çalıştığını düşündüğü Emin, bakıcılık yaptığı emekli albaya öğle yemeğini yediriyordu üzerinde ütülü gömleğiyle.



O yaz, uzun zamandır gitmediği büyükannesinin kasabadaki inziva evine gitmeye karar verdi. Yorucu ve zaman hırsızlığı yaparak geçen o kadar seneden sonra gidip, büyükannesinin boşluğuyla dövüşmek zor gelecekti, bunu biliyordu. Haftasonu küçük bir el çantasıyla atladığı otobüsün arka koltuğunda birkaç saat uyuklayıp uyanarak, sivri, keskin dağların eteklerinde dolanarak, köprülerin üstünden ve kısa tünellerden geçerek sonunda kasabaya vardı.
İnziva evine vardı. Bahçede, eskiden olduğu gibi güvercinler yoktu artık. Ne nane kokusu ne çit diplerinde rengarenk çiçekler vardı. Yorgundu ve iki günü nasıl geçireceğinin düşüncesiyle zihni yorulmuş bir halde yatağa düştüğü gibi uyuma planları yapıyordu ki kapıyı aralık gördü.

Sessiz adımlarla girdiği evde, Emini divanın üzerinde oturur halde bulacağını hiç düşünmemişti. İkisi şaşkın bakışlarla selamlaştıktan sonra birbirlerine denk düşürdükleri bu tesadüf buluşma hakkında sohbet ederken evin uzun zamandır havasız olduğu konuşulunca bahçeye çıkma kararı verdiler. Bahçeye çıkmayı teklif eden Emin oldu. Yüzündeki acayip mimikleri tamamen tesadüf etmiş olmalarının şaşkınlığına veren Senem, hiç düşünmeden olur demişti. Fakat daha eşikten çıkmamıştı ki büyükannesinin odasından ayak sesleri duydu.

Ürpertiyle beraber duyduğu telaş ve şaşkınlıkla Eminin yüzüne baktığında bile anlamadı. İçeride ikisinden başka birinin olabileceği aklına bile gelmedi. Telaşının arttığını gören Emin, onu sakinleştirmek için ellerinden tutup, evde yalnız olmadıklarını, oraya bir arkadaşıyla geldiğini söylediğinde bile kafasında hala oturmamış olan duygular bir duvardan bir diğerine çarpıyordu. Sonunda tuttuğu elini çekiştirerek onu bahçeye, kameriyeye doğru götürmeye çalıştı.
İçeriden, omuzlarındaki şalı düzelterek gelenin cemre olduğunu görünce neye uğradığını anlamadı. Şaşırdı, düşündü, kafası bir hayli karıştı. Selamlaşmak için ona doğru aynı gülümseyen yüzle yaklaşan Cemreyi artık neredeyse görmüyordu.

Selamlaştılar mı yoksa yanından öylece geçip gitti mi, anlamıyordu. Ona bakarak ve el ele tutuşurlarken bir şeyler söylüyor gibiydiler ama sesler çarpmıyordu Senem’in kulağına. Sessiz bir çığlık sarıyordu kulaklarının çevresini. Sonunda ikisi ard arda kameriyeye yürüyüp tam ortasında buluştuklarında anladı Senem, Emin’in kanatlarının olmadığını.

Uzun uzun baktı, bu kez gri hırkasının altında olabilir diye düşünüyordu ki o an Emin’in omuzlarına attığı hırkası kayıp kameriyenin ahşap zeminine düşünce emin oldu. Kanatlarını göremiyordu yine.




Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kanatsız kameriya Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kanatsız kameriya yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kanatsız Kameriya yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
turgaykurtulus
turgaykurtulus, @turgaykurtulus
14.2.2025 23:07:30
Çok iyi yazı devamını bekliyorum
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ