0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
72
Okunma
İşsizin Türküsü
Mevsim sonbahardı…
Suratı asıktı dalgındı ruhen yorgundu.
Cebindeki kağıdı çıkardı, belki on, belki
yirminci kez okuyordu
Sokağı yarılamıştı.
Soldaki çöp bidonlarından gelen koku ve
kedi hırlaşmalarıyla kendine geldi…
Az ilerde de tavuklar eşeleniyordu..
Bir horuz kabardı kabardı…
çilli tavuğun sırtına bindi…
İşini bitirdi.. indi , kanat çırptı…
‘Ah dedi içinden ah !.. bir horuz
Bir tavuk olamadık…
Şöyle eşelenecek bir iş bir uğraşı bulamadık..’
Kuru yapraklar oradan oraya uçuşuyordu…
Birden eşelenen tavuklardan biri oluverdi.
Bir buğday, yok yok bir darı tarlasına dalıverdi…
Gıt!.. gıt! Gıttt!.. Ü ürü üüüü!...”
Bir at arabasının taşlı yoldan çıkardığı gürültüyle irkildi;
Hayalinden sıyrıldı… Sokak bitmişti..
Hükümet konağına giden ana caddedeydi…
Dükkan önlerinden, insan kalabalığı arasında yürüdü, yürüdü…
Konağı geçti… İşyeri dükkanların, tamircilerin, eskicilerin orda…
Kağıdı bir daha çıkardı; yaklaşmıştı…
Kamyonlardan yük indirenler bindirenler…
karınca gibi çalışanlara baktı imrendi
“Oh dedi, içinden oh!... olacak inşallah, olacak…
Ben de evime gülerek gidebileceğim…
Haydı ya Allah’ım!..”
Elindeki kağıdı, kapıda bekleyen, kılık kıyafetinden
koruma görevlisi olduğunu tahmin ettiğine gösterip sordu;
Görevli niçeri girdi… çıktı … ”geç dedi, geç..”
Girişte camekanlı yerdeki görevli kimliğini aldı…
“İkinci kat… solda köşedeki oda.. “ deyip, yol verdi…
Denen yere vardı… Karşısında, çerçeveli levhada.
“……Başkanı” yazısıyla irkildi ,titredi
“Girsem mi girmesem mi !..”
“Uğramadan dönersem: gönderen falana ne diyeceğim…
Olmaz; ayıp olur, dedi: sonra ya olursa… olmasa olmaz.
düşünceleri almalar vermeler.. derken ayakları kendini
meşin işlemeli kapıdan içeri almıştı bile…
Sağda masasında çifte telefonlar olan delolte giyimli genç güzel bir bayan başını kaldırıp “buyur… “ demesiyle elindekini ona da uzattı… ayaktaydı…
Bayan telefona sarıldı fısıltıyla bir şeyler mırıldandıktan sonra
“Geç dedi , geç!..” kıpırdamadan kapıyı gösterdi… Adamcağız ezile büzüle içeri süzüldü.. Elleri önünde dörde tatlanmış gibiydi…
Müdürü müdevver denen kocaman masasında görkemli kürklü koltuğuna yığılmış gibi rahat adam… kahvesini yudumlayıp, prosundan çektiği kokulu dumanı savurarak… dakikalardır karşısında dört büklüm duran, avurdu çökük, elmacık kemikleri çıkık … eh; otuz, otuz beşlerinde olduğunu tahmin ettiği adamcağıza, şöyle baştan tırnağa süzerek baktı, baktı…
“Çalışmak lazım… genç kardeşim… çalışmak…”
Koltuğunu camdan dışarıya döndürdü…
Bizim gariban, bu cevap karşısında dondu…
‘Ya ben!... ben niçin!’… dedi içinden, yutkundu…
Başkan(patron) arkasında, desenli pano üstünde asılı
ATATÜRK’ün çatık kaşlı, maviş gözüyle göz göze geldi…
Döndü!..
“Gıt gıt gıdaaakk!... Ü ürüü üüü!.
Yürü yavrum yürüü!… ’ diyerek;
TÜRKÜSÜNÜ söyleyip mesajını vererek çıktı
Kimliğin de almadan kapıları çarparak yürüdü
Yürüyordu ama gülüyor muydu, ağlıyor muydu!.
_ A r ş i v -