14
Yorum
29
Beğeni
5,0
Puan
537
Okunma
Bir b/ölü aşk kaç eder sahi dumanı üstünde tüterken yalnızlığın ferinden de firar etti mi şair?
Bir örüntü belki de yaşamak.
Yoksa bir görüntüden mi ibaret şair?
Nevası.
Nidası.
Susmazken nazı niyazı…
Ruhunun çaputu ve sökülmüş menteşesi sözcüklerle dikili bir mintan ve işte ve işte:
Aşkın reçinesi yetmedi mi?
Aşkın reçetesi nasıl da İlahi bir sızı.
Metruk yürekler sokağında yaşarken insanlar…
Metruk haneleri meczup yüreğiyle de sevmişken şair.
Manen zengin madden yitik.
Aşkın kulu kölesi ruhunda saklı o rabıta ve Rabbine sevdalı koşarken yine O İlahi Dergâha…
Ah, hacizli düşler bulvarı.
Yetimsiz yitimsiz.
Yatıya kalmış hüzün caddesi.
Sahi…
Bir mesire yeri midir yalan cihanın çalıntı iklimi?
Şair ise ne yitik ne yatık.
Şair aşka âşık ve şiire.
Çalınmış olsa bile yaşama sevinci ölüm var mademki işin ucunda…
Matemi sarılı düşlerle.
Mabedi sarılı aşkla.
Rabbine sadık varsın olsun bir naaştan ibaret.
Şair ve külliyesi.
Külünden doğdu doğacak bak bir şiir daha.
Gülün serzenişi ve ruhu bentler aşan nasıl da t/aşkın bir fani ve evet, şair sevdiği kadar şen sevdiği kadar pervasız ve de patavatsız…
Emir nasıl ki büyük yerden mademki bir kere sadece bir kere:
‘’Yaz’’ dedi mi ki yüce Rabbi…
Yıllar yılı değil sözcükler şairi kovalayan.
Bir damla suda boğulurken insan.
Ve bir kaşık suda çalkalarken ağzını şiirini nezdinde saklı nice imge…
Ah, belki de bir sarkıt ya da dikit nasıl ki şair saklı aşkın künyesinde.
Renkler alabildiğine coşkulu gel gör ki şair siyahı bir kere sevdi mi…
Hele ki kara gecenin duyulmazken o ayak sesi ama duyan biri var illa ki:
Kara gecede kara karıncanın ayak sesi gitmişken kulağına Sağır Sultanın gel gör ki öncesinde ve de illa ki tanık olan bilen ve duyan sadece Rabbin mekânı.
Şeceresi çizik dolu bir külliye.
Aşkın da şah damarı.
Şair, ah dahi etmezken bir Allah’ın kuluna ve şiire sevdalı…
Emir büyük yerden yaşam da ölüm de.
Hicreti şairin ve insanların kibrinden kininden yaka silken elbet şairin fermanı.
Bir nida değil sadece.
Bir fısıltı dahi değil…
Yüreğinin sesi ve bunu tek duyana müteşekkir ve…
Daha çok insan duysun diye Rabbi de emretti ise ‘’yaz’’ diye.
Şair yazgısına razı canı yansa da.
Yazmanın verdiği kıvanç ve o ateş bir kere düştü mü ki kalbine…
Ve sözcüklere.
Ve aşka otağı kuran şair endamıyla ve hiçliği ile ve dinmeyen coşkusunda saklı aşkın ateşi ile…
Nazı da niyazı da dinmezken ve de şair en Yüce Rakıma en Yüce Mertebeye gözünü dikmişken ve de gözünden akan yaşı silerken sadece ve sadece ulu Rabbi…
Hicran coğrafyasında ahkâm keserken yüreğim.
Göğün muteber yerleşkesi ben nasıl ki bir bulut gibi s/üzülüyorum ve yorgun kalbimin sönük neşesi…
Makamsız şarkılar gibiyim ve evet, benim tek bir makamım dahi yok mekânım da mizacımda saklı ne var ne yok çalındı benden.
Sandım ki çalınandı şarkılar.
Gördüm ki:
Elde var sıfır.
Acının hegemonyası aşkın kırık çıtası ve kırgın yüreğim…
Zümresi duyguların bense bir Zühre Yıldızı hem ne olmuş ki mehtaba sevdalandıysam…
Güneşim de bol miktarda balçık üzerimde ama alnım ak ve elimin kiridir günden arda kalan hüznün de solgun sureti…
Bin bir v/eda ile salınan hayallerim ve ruhumdaki sızı.
Anne ikliminde açan tek bir çiçeğim ben ve beni sadece annem, Gül diye çağırır ne de olsa yüreğimin yarısı yas yarısı yaş ve nemli sözcüklerden inşa ettiğim cennetim şiirlerim ve hüzünlü yüreğim.
İbraz ediyorum günü ihbar ediyorum Rabbime içimde saklı külü…
Sözcüklerin de külliyesi ihtar ettiğim zalimin neşesi.
İltifat etmeden yaşıyorum ve inkâr etmeden ama itiraz dilekçemi sundum bir kere Yüce Makama…
Dedim ya:
Ben makamsız bir şarkıyım.
Erebileceğim çok mertebeyi de hayatıma dâhil etmişken…
Unvanlarım ve ben hayallerin sefil tanrıçası ve arkası gelmeyen ne çok şey dünde kaldı.
Kimliğim mi?
Öncelikle evlat.
Ve öğrenci.
Öğretmen.
Destursuz ithamlar ve zanlar ve takılan sıfatlar bir de çalınan kuyruğum:
Meclisten asla geçmeyen kanun hükmünde kararname ve soruyorum yüce Rabbime:
Sahi, ben kimim?
İlan ediyorum içimdeki nakkaşı.
İbraz ediyorum yazdığım binlerce fermanı.
İtibar ediyorum insanlara hem saygı hem sevgi eşliğinde…
Kimse de gütmesin artık beni:
Ne çobanım ne koyun.
Asılı kaldığım o kancanın ucundan savrulan mutum.
Alacalı bulacalı giysiler de giymem hem ben ve bilmezler ne kadar muhafazakâr olduğumu.
Rengim beyaz.
Başkomutanım Atatürk.
Hayran olduğum tek insan yolundan gittiğim:
Peygamber Efendim ve soyundan geldiğim Aziz Mahmut Hüdai Hz.
Defalarca bıçaklandım ama kanım dinmezken canım yana yana mürekkep yerine kanımla yazdığım şiirlerim ve yazılarım.
Akacak kan damarda değil kalemde durmuyor.
Ve işte bir vurgun daha yedim sürtüştüğüm cihan sürmanşet duygular sürmenaj olmuş yalancı karanlık yürekler.
Aşkın atar damarı.
Acının hengâmesi.
Ruhumun kanaviçesi.
Dinmeyen poyraz.
Üşüyorum delicesine.
Seviyorum pervasız ve patavatsız ama içimde öylesine bir yara ve de sevgi var ki iyi niyetimi yitirmediğim kadar da bekliyorum sıramı savacağım günü:
Ben bu dünyaya kazık kakmayacağım belki de bu yüzden s/onsuzluğu mırıldanıyorum kalemimle yolculuk yaparken aslında cenneti yaşıyorum bir de annemin varlığında nasıl ki cennet annemin ayaklarının altında.
Ben kimim?
Kindar ve nefret dolu kibirli varlıkların tozunda değil aşkın saltanatında yâdımda saklı ne varsa ve koştuğum İlahi Dergâh?
Üşenmeden severken ve yazarken üşümemek elde mi?
Hayırlı Kandiller diliyorum tüm İslam Âlemine…
5.0
100% (9)