0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
257
Okunma
Bugün bir şey öğrendim. Babam, her zamanki masasını alçak olduğu için evdeki daha yüksek bir masayla değiştirdi ve “Babamın masasını kullanayım artık” dedi. "Babanın masası mı?" dedim. Çünkü o masanın dedeme ait olduğunu bilmiyordum. Evde eski bir masaydı ve pek de hoş bir şey değildi. Yarısı başka bir tahtadan yama yapılmıştı. Hatta bir keresinde odun yapmak için kırmayı bile düşünmüştüm.
Ben büyükbabamı hiç görmedim, tanımıyorum. Ben doğmadan önce vefat etmiş. Babam, o öldüğü zaman çok zor durumdaymış. Çünkü o zamanlar cenaze arabası yokmuş. Hastaneden babasının cenazesiyle çıktığında yanında kimse yokmuş, cenaze arabası da paralıymış. Babamın elinde para kalmamış, üvey annesi yüzünden. Tek başına Adana yolunda, babasının cenazesini sırtında taşıyarak Osmaniye’ye yürümek zorunda kalmış.
Dedem, Bağcalı’da vefat ettiği için memlekete getirmek gerekmiş. Bilenler bilir, Osmaniye’de tedavi sağlanamazsa genelde Adana’ya sevk edilir. Zaten Osmaniye, eskiden Adana’nın ilçesiydi. Babam bu yüzden çok zorluk çekmiş ama bize pek anlatmaz. Annemden duyarız genelde.
Üvey babaannem Perihan, cenazede üvey amcalarıma “O sizin abiniz değil, bir daha ona abi demeyeceksiniz. Öküz öldü, ortaklık bitti,” demiş. Babam çok kırılmış. Zaten evden de onun yüzünden çıkmak zorunda kalmış. Daha 14 yaşındayken sokakta yaşamak zorunda kalmış.
Babama yemek vermezmiş, buzdolabına iple düğüm koyar, ekmeğin arasına salça sürdüğünde üvey annesi dedeme “Evin ekmeğini çalıyor, salça çalıyor, yağ çalıyor,” diye şikayet edermiş. Dedem de artık dayanamayıp, “Git oğlum, başının çaresine bak. Burada öleceksin yoksa,” demiş. Babam, yıllarca fırın köşelerinde yatmış.
Okutmadıkları için küçük yaşta işçilik yapmak zorunda kalmış. Buna rağmen, kazandığı kıt kanaat parayı yine onlara göndermiş. Çünkü dedem, 6 çocuğu olduğu için onlara bakamazmış. Babamın destek olduğu kardeşleri sayesinde amcalarımın çoğu büyümüş, okumuş. Hatta babam, onca şeye rağmen annemle birlikte üvey babaanneme para verip çocukların üniversitede okuyabilmesi için burs bile vermişlerdi. Ben çocuk olmama rağmen o zamanları hatırlıyorum. Annem elden hep beş yüz lira verirdi benle beraber giderdik onlara. O zamanlarda ben 9 yaşındaydım ve aylık 500 lira bayağı bir para yapıyordu üvey babaannem anneme hep kendisini acındırırdı annemle babam akraba bu arada üvey babaannemin akrabası annem ve annemle babamın evlenmemesi için çok engel koymuşlar önlerine.
Tabii ki kıymet bilmezler, nankör olduklarının farkındayım. Buna rağmen babam hâlâ “kardeşim” diyerek bugün bile onlara destek oluyor. Bizim rızkımızı yeğenlerine verdiği bile oldu. Çocukluğumuzdan beri bu yüzden çok kırgınım.
Neyse, bu anıları geçelim. İşte bu masa… Mavi. Babam, bu masayı zamanında toz maviye boyamış. Dedem bu duruma çok kızmış çünkü maviyi hiç sevmezmiş. Bunu bugün öğrendiğimde çok şaşırdım. Babam, “Senin gibi maviyi hiç sevmezdi,” dedi.
Ben de maviyi hiç sevmem. Neden sevmediğimi bilmiyorum ama mavi renginden hoşlanmıyorum. Gökyüzüne bakamıyorum, denizi seyredemiyorum. Denize baktığımda, beni alıp götürecekmiş gibi bir ölüm hissi yaratıyor bende. Bu rengi gördüğümde tiksiniyorum, iğreniyorum, hep kötü şeyleri hatırlıyorum. Psikolojik olarak çok kötü etkileniyorum.
Bugün bunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Çünkü dedemi hiç tanımıyorum ama birçok özelliğim ona benziyormuş gibi geliyor. Zaten yüz hatlarım babama benziyor, babamın yüz hatları da dedeme benziyor. Amcalarım hiç benzemiyor. Hatta kardeşlerimden de sadece benziyen bir tek benim. Neden oluyor, nasıl oluyor bilmiyorum.
Genetik kodla mı geçiyor, yoksa atalardan gelen o bilinmeyen enerji mi etkiliyor, bilmiyorum. Bunu öğrenmek beni çok şaşırttı ve paylaşmak istedim.