0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
165
Okunma
Aklım üryan değil; olan bitenin farkındayım ama hissizliğin içinde kaybolduğum için bağırsamda duyulmuyor sustuklarım.
Çöl tozları kapladı ruhumu, tepkisiz değilim
kaskatı kesildi bedenim, acıdan hareket etmiyor can çekişiyor uzuvlarım.
Havada bir kasvet var bugün, kuşlar figan ediyorlar. Duman sarmış duygularımı kalpte garip bir telaş var. Aklım bulanık, gözlerim de o müthiş korku ve ölüm yalnızlığı. Esrik aklımla hatırladım Azrail’i görünce karşımda öyle ya Hakk’ın bende emaneti vardı ve bugün teslim günüydü, ondandı üzerimdeki bu değişik haller. Nasıl verirdim ki, nasıl derdim emanete düzgün bakamadım diye.
Bağışla desem dilim dönmüyor, boğuluyorum, kuruyor dilim damağım. İmkanlar kesildi ben hangi cehennemden yer beğeneyim.
Acı acı siren sesi duyuldu dışarda çok geçmeden, bir ambulans yanaştı gözyaşıyla bulanmış evin bahçe kapısına.
-Dediler yetişin kaybediyoruz hastayı doktor bey!
Doktorlar koştu ama çoktan ex olmuştu genç hasta.Aşk acısı yeyip bitirmişti bedenini, beşerin aşkı ziyan etmişti onca yılları...
Bir ceset torbasına koydular; yüreğine hapsettiği acılarını, ruhunun yorgunluklarını, Rabbine olan mahcubiyetini, hapsettiği bütün sessiz çığlıklarını, bir deri bir kemik kalmış aciz cesetini, üzerine bir fermuar çekip, götürdüler morga.
Arkasında pişmanlıklar, keşkeler, yarım kalmışlıklar, küslükler, ağıtlar ve dahaları ...
Ne önemi vardı ki artık bunların ölüm bir sünger çekmişti hepsinin üzerine.
Oysa yaşamak şakaya gelmezdi dimi öyle demişti Şair Nazım abimiz . Oyun oynamazdı ölüm. Her şeyin bir ciddiyeti vardı.
Öyle ki misafirhane olan bu dünyanın da düzeni vardı ve ruhlar bir gün göçerdi memleketine.
Ve gelelim asıl meselemize,
Aşk; her şeydi. Bizler insan ile sınırlayarak kendimizi alev alev yakıyorduk nefsin ateşinde. Ruha ızdırap verip kendimizin hakkına giriyorduk. Oysa akıllı varlıklardık. Beşere tutuklu kalmak ahmaklıktı. Duyguları esir etmek bir kalbe ne de büyük eziyetti ruha. Kedere kapılıp hücreleri hasta edip toprağa düşmek ne de içi boş bir mevzu idi.
Hakkın huzuruna başın dik varamamak ve O’nun özleminden dolayı yanıp kavrulmamak, tertemiz geldiğimiz dünyadan, cennet yurduna yüzün ak dönememek, insan için ne büyük utançtı.
Anlamak masraflı işti öyle değil mi?
Anlarsak değişmek gerekirdi çünkü. Cahillik işimize geliyordu öyle ya...
Bilmiyorduk demek kolaydı ama rezil bir şeydi milyarlarca ders veren ibreti alem içinde.
İnsan; Rabbine , peygamberine, muhteşem güzellikte olan evrene, doğaya, hayvanlara, gökyüzüne,Ay’a yıldıza, denize, toprağa, bir bebeğin gülüşündeki o huzura da aşık olabilirdi. Aşk, insandan ibaret değildi ki. Neden ruhu ve kalbi ölümlüye prangalıyorduk ve ateşten gömlekle yaşıyorduk ki. Allah’ı unutturan hiçbir acı münasib değildi aslında. O’na yaklaştırmayan hiçbir aşkı koymamalıydık gönül yurdumuza. Başımız dik, yüreğimiz pak, ruhumuz nur olmalı emanet vakti geldiğinde.
ŞİMDİ EY GÜZEL İNSAN! bırak dünyevi övgülerin içinde kaybettiğin kendini, gerçek aşkın okyanusunda ara kendini.