Hangi acı sevmenin verdiği acıdan daha asil, daha değerlidir?-- george sand
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir
@mucellapakdemir

İHANETLE İLK TANIŞMAM

17 Ocak 2025 Cuma
Yorum

İHANETLE İLK TANIŞMAM

0

Yorum

3

Beğeni

0,0

Puan

97

Okunma

İHANETLE İLK TANIŞMAM

İHANETLE İLK TANIŞMAM

İHANETLE İLK TANIŞMAM

Okullar tatil olunca ailecek soluğu Marmaris’te alırdık. O yaz, on beş yaşında, dal gibi incecik, hayatının baharında, saf bir kızım. Kız kardeşim, annem, annemin arkadaşı Nurten Hanım ve onun on üç yaşındaki kızı Dilek, hep beraber sahilde gezintiye çıkmıştık.

Dondurmalarımızı henüz bitirmiştik ki Dilek bir öneri attı ortaya: “Dayımın sandalı ile denize açılalım mı?”

Annelerimiz, “Kürek çekemeyiz; Yalancı Boğaz bizi sürükler; devriliriz.” gibi sözlerle öneriye taş koysa da, biz kızların ısrarıyla, el mahkûm kabul ettiler. Yakındaki bir iskeleye bağlı sandalın ipini çözdük ve içine doluştuk.

Bir yandan kürek çekiyor, denizin keyfini çıkarıyor, diğer yandan da Marmaris limanının hemen açığına demirlemiş olan, A serisi, devasa, askerî bir gemiye hayranlıkla bakıyorduk.

Gemi fazlasıyla ilgimi çekmişti. “Anne, gemiye doğru yanaşıp yakından bakalım mı?” diye sordum. İsteğimi ikiletmedi: “Herkes istiyorsa yanaşabiliriz.”

Kimseden itiraz gelmedi. Küreklere asıldık ve az sonra geminin yakınlarındaydık. Biz yaklaştıkça gemi daha da kocamanlaşmıştı. Nurten Hanım pimpiriklendi: “Belki bu kadar yaklaşmamızdan hoşlanmamışlardır; haydi, uzaklaşalım artık.”

Giderayak güvertedeki bembeyaz üniformalı denizcilere el sallayacağım tuttu benim. Onlar da el salladılar. Başımı döndürdüğümde annemin ikaz lambası gözleriyle ve çatık kaşlarıyla karşılaştım, azarımı da yedim. “Bu ne şimdi, tövbe tövbe! Tanımadığın adamlara…”

Tam o sırada biri gemiden seslendi: “Hanımlar, buyurmaz mısınız? Kaptanımız sizi davet ediyor. Gemiyi gezdirmek istiyor.”

Kızlar tempo hâlinde ısrar kıyamet, “Gidelim ne olur!” diye bastırıyorduk. Annelerimiz bizimle başa çıkamadı ve gemiye iyice yanaştık. Merdiven indirdiler. Bir denizci sandalımızı gemiye bağladı. Biz de yukarıya tırmanıp güverteye çıktık. Doğruca kaptan köşküne götürüldük.

“El sallayan sendin, değil mi?” diye sordu kaptan. “Evet, bendim. Siz de gördünüz mü?” deyince, “Bana el sallamamış mıydın yoksa?” dedi şakacıktan. Hayır diyemedim, gülümsedim.

Kısa bir tanışmadan sonra kaptan, bizi getiren subaya emir verdi: “Siz küçük hanımlara gemiyi gezdirin; ben de kıymetli annelerine kahve ikram edeyim.”

Yirmili yaşlarda, son derece centilmen üç subay eşliğinde, gemiyi arşınlamaya başladık. Laflarken, bu sene mezun olduklarını, askeriyenin mezuniyet ödülü olarak onlara sahillerimizi gezdirdiğini anlattılar.

Sandal nerde, gemi nerde? Bu gemi ziyareti bize de ödül gibi gelmişti. Çok mutluyduk. Yaşımız gereği, sanki bir çocuk parkına gelmiş gibi eğleniyorduk ve bu yakışıklı subayların yaptıkları küçük esprilere büyük büyük gülüyorduk.

Geri döneceğimiz esnada başka bir subay yanımıza yaklaşıp, elinde tuttuğu el ilanlarını gösterdi. “Yarın akşam gemide balomuz var. Sizi de davet ediyoruz. Katılırsanız çok memnun oluruz. Bütün halkımız davetli zaten. Bu ilanlardan meydana birkaç yere asmıştık ama rica etsek bu kalanları da siz dağıtabilir misiniz?”

“Memnuniyetle dağıtırız. Peki, nasıl bineceğiz gemiye?”

“Filikalar saat sekiz buçuktan sonra halkımızı gemiye taşıyacak. Siz limanda o saatte hazır olun yeter.”

El ilanları elimizde tam gemiden ayrılmak üzereyken, bize eşlik eden ve yamacımdan hiç ayrılmayan subaylardan biri, “Baloda ilk dansınızı bana lütfeder misiniz?” diye sordu.

Şaşkınlıkla yarım yamalak “Olur.” dedim. Yanaklarım utançtan kızarmış hâlde, koşar adım annemin yanına seğirttim.

Dans teklifi, gemiden iner inmez, sanırım pek de ciddiye almadığım için, aklımdan uçup gitmişti. Ertesi sabah erkenden Dilek bize damladı. Üç kız kıyafet konusunda mini bir karar savaşı veriyorken teklifi hatırladım ve bir çırpıda kızlara anlattım. Bücürler kıkırdayarak bana akıl vermeye çalıştı: “O zaman çok güzel giyinmen gerek. En güzel sen olmalısın.”

“Nedenmiş o?”

“Eee, subayla dans edeceksin ya!”

Yarı içime, yarı dışıma “Evet ya!” derken birden işin ciddiyetini de kavramıştım. Kalbim heyecanla çarparken odanın içinde dört dolanıyordum. “Ne giysem, ne giysem!”

Annemin sesini duyduk: “Kahvaltı hazır kızlar. Ellerinizi yıkayıp sofraya oturun bakayım!”

Yemek yerken dayanamadım, konuyu anneme açtım: “Anne, baloya kesin gideceğiz, değil mi?”

“Ben de gelirsem gidersiniz. Yalnız yollayamam.”

“Oleyyy!”

Balo madem gemide olacaktı, kıyafetim de denizcilere benzemeliydi. İpekten, beyaz, çok güzel bir bluzum ve beyaz ayakkabılarım vardı. Onlar cepteydi de, geri kalanı ne olacaktı? Çaresi annemdeydi bu sorunumun. Onun görebileceği bir şekilde, numaradan ağlamaya başladım. Şimdiye kadar canı yandığında bile öyle kolay kolay ağlayıp zırlamayan, inatçı kızının neden ağladığını merak etti tabii. Peş peşe sorularla başımın ucuna dikiliverdi.

“Baloda ne giyeceğim? Hiçbir şeyim yok. Millet kim bilir ne güzel kıyafetlerle gelecek oraya. Rezil olacağım anne!”

Annem bir çırpıda bütün giysilerimi yatağın üzerine serdi. “Ağlama artık. Bunlardan seçelim. Bak, hepsi de gayet güzel.”

“Nesi güzel ya! Baloluk mu bunlar? Denizcilere benzemek istiyorum ben. Şu beyaz bluzumun altına lacivert etek giymem lazım ama yok işte!”

“Tamam, gidip alalım istediğin eteği.” dediği anda ağlamayı kestim ve iki dakika içinde kapının önünde bittim. “Anneee, hadi, çıkmıyor muyuz? Nerede kaldın?” diye kadıncağızı bunaltmaya başladım.

Lacivert etek alındı. Beyaz bluzumun yakasına lacivert kurdele takıldı. Beyaz ayakkabılar giyildi. O da yetmedi, Marmaris Meydanına erken saatte gidilip, belime kadar uzun saçlarıma lüleler yapıldı. Bücürlerin dediği gibi çok güzel olmuştum nihayet. Eee, kolay mı? Hayatımda ilk defa bir subayla, daha doğrusu, bir erkekle dans edecektim. Anneciğimin bundan haberi yoktu ama “İnşallah görmez.” dualarıyla, vereceği cezaya dünden razıydım zaten.

Çok geçmeden, sahile yanaşan filikalara grup hâlinde binip gemiye çıkmıştık. Bizden evvel de epey gelen olmuştu. Mikrofon, hoparlör ve çeşitli enstrümanlarla sahneye çevrilen güvertedeki sandalyelere oturduk. İskemle bulamayanlar, battal boy, meşin minderlere oturmuştu.

Açılış konuşmasını kaptan yaptı. Davete icabet ettiğimiz için teşekkür etti ve şimdi hatırlamadığım kısa bir bilgi verdi. Ne kaptanın konuşması ne de yapılan izzeti ikramlar… Umurumda değildi. Beni bir gün evvel dansa davet eden subayı arıyor ama bir türlü göremiyordum. Sadece ben mi? Görürseniz hemen bana haber verin diye tembih ettiğim kızlar da göremiyordu. Hangi delikteydi bu çapkın? Güzelliğimi görsün diye can atıyordum ama kara bahtım kör talihim, ortalıkta yoktu işte!

Müzik, tanışıp kaynaşan, birbirinden şık davetlileri coşturmuştu; herkes hayatından gayet mutlu bir şekilde eğleniyordu. Sebebi malûm, eğlenemeyen bir tek bendim sanırım. İyi düşünmeye çalışıyordum yine de. Belki o subay da beni görememişti. Belki hasta olmuştu. Ne bileyim işte; mutlaka bir mazereti olmalıydı. Ben de annemin zapturaptında yerimden bile kalkamamış, ortalıklarda salınamamıştım ki… “Misafirlerimizi dansa davet ediyoruz.” anonsu da yapılmıştı üstelik.

Derken… O da ne? Benim subay, kırmızı tuvalet giymiş, on sekizlik, sarışın bir hatunla ağzı kulaklarında dans ediyor. Beynimden vurulmuşa döndüm. Hani ilk dansı benimle edecekti? Bu düpedüz ihanetti. Kız kardeşim ve Dilek, iki yanımdan dürtüp kıkırdıyordu.

“Bak, seninki! Başka kız bulmuş, seni unutmuş.”

Böyle demeleri ağrıma gitti. Öyle ya! Sanki bu serseri ile yaşanmış bir mazimiz vardı da beni unutmuş olsun. Umursamaz bir eda ile dudağımı büktüm.

“Hıh! Bulduğu kız da bir şeye benzese bari! Annem izin verse ben de başkasıyla dans ederdim ama…”

Henüz kendimi bu ihanetten avutamamışken bir anons daha duyuldu: “Davetlilerin dikkatine! Dans yarışmamız başlamak üzeredir. Kendine güvenen çiftleri sahneye alalım lütfen.”

Yarışmaya katılmayı düşünmeyenler yerlerine otururken Dilek’in on bir yaşındaki erkek kardeşi Tayfur’un kulağına fısıldadım: “Güzel oynar mısın?”

Cevabı, “Ooo, hem de nasıl!” olunca niyetimi yapıştırdım: “Biz de yarışmaya katılalım mı; ne dersin?”

Ele avuca sığmaz bir çocuktu Tayfur. Ne diyecekti? Evet dedi tabii. Hızla kalkıp piste yöneldik. Annemin “Durun, nereye?” demesine aldırış etmeden kendimizi sahneye attık. Bütün hünerlerimizi sergilediğimiz dans yarışmasında üçüncü olmayı başardık.

Adını bile bilmediğim o genç subay, yerimize otururken bana tek dal kırmızı bir gül uzatmaz mı? Başımı dikleştirip uzattığı gülü elimle iterken, “Ben bunu ne yapayım? Dans ettiğiniz kıza verseniz daha iyi olur.” dedim ve yanından geçip gittim.

Bu hareketim beni büyük bir cezadan kurtarmıştı aslında. İzni olmadan dans yarışmasına katıldığım için sinir küpüne dönen annem, bana uzatılan gülü almadığım için aniden sakin bir deniz oluvermişti. “Aferin. O gülü alsaydın çok kızacaktım.” demesinden badireyi atlattığımı anladım.

Evet, on beşimde tanıştım ilk ihanetle. İhanet denirse tabii… Erkek milletini ilk tanıma tecrübesi demek daha doğru olur.

Yıllar sonra, taliplerimden birinin mesleğini öğrenince “Subaysa kesin olmaz!” diyerek evlilik teklifini kestirip atmamda, yaşadığım bu minik tecrübenin payı olduğuna adım gibi eminim.

Mücella Pakdemir

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
İhanetle ilk tanışmam Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İhanetle ilk tanışmam yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İHANETLE İLK TANIŞMAM yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ