Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
Gülüm Çamlısoy
Gülüm Çamlısoy

EN SEVDİĞİNDEN (ÖYKÜ)

Yorum

EN SEVDİĞİNDEN (ÖYKÜ)

0

Yorum

3

Beğeni

0,0

Puan

349

Okunma

EN SEVDİĞİNDEN (ÖYKÜ)

EN SEVDİĞİNDEN (ÖYKÜ)



Hiçbir üslubu beğenmez oldum. Öncelikle kendime sunduğum, esefle konuşan iç sesimi susturmak adına yaptığım ben-merkezli telkinler sonra ne mi oldu?
Uyutulduğumun ertesiydi: yorgunluktan sarhoş olduğum bir gündü: siz deyin bir galon ben diyeyim üç beş sürahi. Evet, sadece ayrandı içtiğim ve bol miktarda tuzu da boca ettiğim.
Uyuşacağımı biliyordum aslında ümit ediyordum aslında tiksindiğim ne varsa cihana dair, unutmakla mükelleftim.
Öncelikle şu yapay sarışın çiçekçi kız. Sonra da dükkânını kundaklayan bir gözü siyah diğeri mavi olan, üzerine ölü toprağı serpilmiş adam.
Ne yani; yalan mı söyleyeyim? Aralıksız geliyordu dükkâna üstelik çiçekçi dükkânına geliyordu elinde demet demet güllerle. Sonra da iki lafın belini kırmak adına arkaya geçiyorlardı.
Of. Bana ne, değil mi?
İyi de ben de yan dükkânda çalışan bir garip tezgâhtarım. Uyutulduğum kadar uyuttuğumu bildiğim yine ben özürlü ve biz odaklı düşler görmek adına, devasa hayallerimle evrim geçirdiğim.
Şaibeli bir patronum vardı. Her gece dükkânı kapatmaya yakın gelir, üzerine en son satışa sunduğumuz elbiseyi gider ve çalımla çıkar giderdi bir de söylenirdi avaz avaz:
‘’Aman, ha, kepenkleri indirmeyi sakın unutma. Allah muhafaza, delinin biri dükkânın camını çerçevesini indirir. Ona göre, anladın mı ciciş?’’
İyi hoştu da, bu eklediği sıfat bana asla uymuyordu. Ne de olsa ciddi bir havam vardı ama bu ciddiyetle bula bula bu işi bulmuştum. O da annemin zoruyla.
‘’Kızım, aman ha. Sen, sen ol, ağır sat kendini ama yeri geldi de mi…’’
Devam etmesini arzu etmesem de ve bazen sözünü kessem de bilirdim bir sonraki cümlesini.
‘’Belli mi olur, şöyle boylu poslu bir müşteri gelir de…’’
Sanki ben manken görünümlü bir laleydim de…
Yine de; adabı muaşeret kurallarına uygun olmasa da; aile içindeki lakabım idi lale. Ve ciddiyet özürlü akrabalarımız aralıksız kafa bulurlardı benimle.
Aman ne ayıp! Şimdi yakıştı mı bana, bu kafa bulmak tabiri?
Neyse, efendim, ben yine de arz edeyim.
Annem ve diğerleri ve de tüm mahalle esnafı. Sözüm ona kendi işimi kuracaktım ama nerede?
Bir araştırma yaptım ve akabinde vazgeçtim kendi işimin patronu olmaktan yine de hayretle izlerdim ben yaştaki insanların bu iş teşebbüslerini. Alın işte, silikonlu Remziye Teyze sonra da Çat kapı Halil Abi ha tabii bir de büfeci Metin.
Metin, canım kankam: gerçi bir kızla bir erkek kanka olamaz tabirine binaen bizler kafa arkadaşlardık.
Of, dilim sürçtü yine. Annem duymasın ne de olsa İstanbul kadını: şimdi oldu mu bu amirane deyimler hem ne derler arkamdan?
Aman, millet zaten diyeceğini diyor.
‘’Kız, lale, ne o hal öyle? Hiç mi etek giymezsin?’’
‘’Malum çalışırken eğilip doğruluyorum. Ayıp olur…’’dememe kalmadan…
‘’Sen bu kafayla evde kalırsın.’’
Ne yani, pantolon giyen kızlar gelinlik giyemez diye bir kural mı var?
‘’Pardon, ne dedin canım. Ay, telefondaydım da.’’
Ufak at da civcivler yesin. Hem ne o öyle? Haftada beş gün saç renginle oynuyorsun. Yakında kel kalacaksın.
‘’Sahi, değiştirsen şu saçının rengini. Bak, yeşil moda bu sonbahar. Tıpkı yapraklar gibi.’’
Akıllım, mevsim mademki sonbahar: tüm yapraklar sararmadı mı?
‘’İnşallah, Sebahat Abla, İnşallah.’’
‘’Ne ablası ayol. Sanki çocuksun da…
Teyzem gibi görünüyorsun ama hadi neyse…
‘’Saygımdan Sebahat, saygımdan.’’
‘’O zaman Sebahat Hanımefendi diyeceksin, şeker.
Hanımlık kim sen kim?
‘’Ne dedin sen?’’
‘’Ben kaçtım.’’
‘’Seni densiz. Misafir gelen benim, sen dediğine bak.’’
Olaysız gün mü geçer. Ben uyusam şöyle aralıksız yirmi dört saat sonra da uyansan yeni bir dünyaya.
Nasıl da paspal bir hayatım var. Ben böyle olacak insan mıydım?
Ah, gözü kör olası Safiye. Hep o çeldi aklımı. Okuyup da ne olacakmışım da? Fena mı, altın bileziğim olurdu. Bozdurur bozdurur harcardım!
Mademki bozduracak altınım ve diplomam yoktu ben de bozabildiğim kadar aklımı ve içimi bozardım ve aklıma koyduğumu da yaparım hani ki yaptım da.
Büfeci Metin’le dertleşmenin tam zamanıydı üstelik mevsime de uygun.
Adam yine at etinden yapılma sucukları ile en içli türküleri söyleyip bayat ekmeklerle tost yapma telaşındaydı. Bakalım kimi zehirleyecekti bu gün?
‘’Selam, Metin.’’
‘’Ooo, kimler gelmiş kimler. Ne haber gülüm?’’
‘’Helal sana: lalelikten transfer olduğum yeni bir çiçek. Fena değilmiş yine de sen eskisi gibi lale demeye devam et. Hem İstanbul’un da sembolü.’’
‘’Vay, benim şair yürekli arkadaşım. Gel kurul başköşeye de karnını doyur şöyle en afilisinden.’’
‘’Eyvallah, aç değilim. Lakin bir konu hakkında konuşmaya geldim.’’
‘’Öt bakalım.’’
‘’Bu gece boş musun?’’ dememle afalladı bizimkisi ve burkup bıyığını.
‘’Hop, dedik arkadaş. Biz de racon keseriz icabında hele ki mevzubahis arkadaşımız ise. Söyle nedir derdin gider kemiklerini kırarım kim arkadaşımın kalbini kırdıysa.’’
‘’Yok, be dostum. Yanlış anladın. Demem o ki; gidip kafaları çekelim.’’dememle kahkaha nöbetine girdi bizimki.
‘’Ya birader, alkole karşı değil misin sen?’’
‘’Elbette, lakin şöyle serilmek istiyorum masalara ve günlerce unutmak ve uyumak.’’
‘’İşte orada dur. Benim anamın uyku ilacı var. Öyle güzel kafa yapıyor ki yanlış anlama. Aralıksız on beş saat uyursun. Ama rüya görmeyeceğinin de garantisini veremem gerçi uyandığında az buçuk asabi oluyor anam ama bir demlik çay içti mi nasıl da uysallaşıyor.’’
İşte yine toslamıştım duvara. Görünen o ki; benim plan işe yaramamıştı.
‘’Başka çaresi yok mu? Hani şöyle unutsam tüm eşi dostu, akrabayı ve onca derdi. Çok şey mi istedim?’’
‘’Sen Yakup Abimin bana emanetisin. Sonra nasıl hesap veririm ahrette babana ve Tanrı’ya? İstersen açılalım tekneyle sen de boğaz havası alırsın. İstanbul’un havası adamı nasıl çarpar, bilmez misin?’’
Demli çay içip uykumun daha da kaçacağının garantisini vermişti bizim köftehor.
Tası tarağı toplayıp kalkma zamanıydı.
‘’Hadi, görüşürüz. Dükkânı boş bıraktım. Kendine mukayyet ol.’’
Israr etmekte fayda yoktu zaten kim anlardı ki derdimi?
Sadece uzak kalmak istiyordum. Sadece unutmak. Yoksa on beş gün izin alıp güneye mi kaçsaydım? İyi de millet tatil beldesinde rahat durmaz ki. Sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın.
Dükkâna yollanmışken annem aradı telefondan. Bakalım bu akşamın menüsü ne olacaktı da ben de iş dönüşü kim bilir neler alacaktım?
‘’Efendim, anne?’’
‘’Ah, kızım, bir bilsen bir bilsen.’’
Merak etmiştim.
‘’Hayırdır, anne?’’
‘’Teyzen evleniyor yine.’’
‘’Daha beş ay olmadı mı altıncı kocasını toprağa vereli?’’
‘’Yok, yok, o, dördüncü kocasıydı. Altıncı koca aldattı ya teyzeni, komşusu ile.’’
Bu komşulara da hiç güven olmuyor ya!
‘’E, ne yapayım ben? İzin alıp senle mi geleyim?’’
‘’Kız, olacak iş mi? Hem kıskanır kocasını senden. Bilirsin hiç haz etmez senden.’’
Ah, ben!
‘’Ne yani, çelenk mi göndermem lazım?’’
‘’Ne çelengi kız?’’
‘’Kadın, bu halde kesin bu kocasının da başını yer.’’
‘’Tövbe, de deli kız. Demem o ki; iki günlüğüne Antalya’ya gidiyorum. Ev sana emanet.’’
Yaşasın, fırsat çıkmıştı işte.
‘’Olur, anne.’’
‘’A, itiraz etmedin kız. Seni bilmesem… tövbe, tövbe.’’
‘’Ne diye itiraz edeyim. Sonuçta senin kardeşin gerçi öz kardeşin değil ama… hem akrabalık hakkı ne özeldir dinimizde.’’
‘’Şimdi bana felsefi konuşmalar yapıp aklımı karıştırma. Sen gelmeden çıkmış olurum. Kuru fasulye yaptım dolapta. Gelirken de ayran al. Karnını doyurmadan geçmesin günün sonra halden düşersin.’’
Annem yine saçmalamıştı lakin ayran fikri fena değildi hani.
‘’Sen, yine de fazla içme ayranı. Sonra uyanamıyorsun sabaha. Ya da en iyisi sen ayran yerine meyve suyu al.’’
Başlamıştı annem saçmalamaya. Kuru fasulyenin yanında meyve suyu mu içilirdi?
‘’Nasıl istersen anne. Sen merak etme beni. Hem benden de selam söyleme.’’
‘’Seni, densiz: o senin teyzen.’’
İyi de demin öyle demiyordun ki anacım.
‘’Söyle o zaman.’’
‘’Ne söyleyeyim?’’
‘’Ne istersen.’’
‘’Bu arada, mahalleyi hırsızlar bastı. Kapıyı kilitlemeden uyuma ve asla tanımadığın insanlara da kapıyı açma. Çengeli tak, alarmı kur.’’
‘’Anne, biz de kapı alarmı yok ki.’’
‘’Sahi, yok muydu?’’
Annemin nörolojiye gitmesinin vaktinin geldiği idi bu unutkanlığı yine de moralini bozmak istemedim.
‘’Hadi, kızım, öptüm seni. Ben ineyim otobüsten ararım seni.’’
İçim içime sığmıyordu.
‘’İyi yolculuklar anne.’’
Ben konuşa durayım annemle dükkâna varmıştım bile ve kapıda bir not buldum patronumdan.
‘’Üç gün yoğum. Şehir dışına gidiyorum. Dükkân sana emanet.’’
İşte tam da vaktiydi iş dönüşü yapacaklarımın da ilk hamlesi.
Keyfim yerinde ve kepenkleri de indirmenin verdiği memnuniyetle marketin yolunu tuttum.
İki şişe hatta dört şişe aile boyu ayran ve bol miktarda da… ilaç alacağımı sandınız değil mi? Ben canımı sokakta bulmadım. Ve poşetleri sırtladığım gibi gittim eve.
Ev mis gibi yemek kokuyordu ve kapıya iliştirilmiş bir not.
‘’Eve kargo gelecek. Söylemeyi unuttum. Kapıyı açarsın ve teslim alırsın paketi. Annen.’’
Eh, be kadın. Hem kapıyı kimseye açma diyorsun hem de…
İş başa düşmüştü.
Bir güzel sofrayı kurdum ve keşke olmayan kapı alarmını da kursaydım. Güldüm kendi kendime. Süper bir sofra beni bekliyordu ve aralıksız uyuyacağım mutlu gün ve geceler.
Patronumu ve yapay sarışın çiçekçi kızı da rüyamda görmemeyi umarak oturdum sofraya.
Televizyonu da açtım mı hatta sesini de fazla açmadan yoksa kapıyı nasıl duyardım?
Hayatımda yediğim en güzel yemekti, diyemeyeceğim lakin uykum öylesine gelmişti ki. Kalan üçüncü şişeyi içmeye yeltensem de midemde yer kalmamıştı.
Yatma vaktiydi.
Aslında çok de büyük bir şölen olmamıştı kendimce kutladığım tek kişilik partim ama görünen o ki birkaç gün kafamı dinleyecektim.
Cep telefonumun şarjı bitmişti ve asla da yeltenmedim şarj etmeye aslında kapıyı zincirlemek de geçmedi aklımdan aslında yatağıma gidene kadar yere yığılıp uyumayacağım ne malumdu, dememe kalmadı ki…
İnanılmaz bir gürültü vardı rüyamda bire bir rüyamın gürültü kirliliğine kurban gittiği. Ya müziği açık unutmuştum ya da kıyamet kopuyordu yine de gözümün tekini açmaya dahi yeltenmeden… ve bir gölgenin varlığını hissettim yine bir elin de üzerimde dolaştığını ve ardından bir ses duydum.
‘’Naci, delirdin mi? Bırak kızı da ne var ne yok dolduralım torbaya sonra da yakalanmadan gidelim.’’
‘’Olacak iş mi Hüseyin? Sen demir kapıyı matkapla kes ve ev halkı uyanmasın. Sahi, bu kız ne içmiş ki?’’
‘’Ne içtiyse içti. Ses etme de uyanmadan gidelim. Yapma, dedim sana. Elini çek kızın üstünden. Bırak da yakalanırsak sadece hırsızlıktan içeri girelim. Zaten sabıkamız var.’’
‘’Aman, bence de. Hem bu kız yemiş de kokutmuş ortalığı?’’
‘’Zıkkımın kökünü be adam. Belli işte, mideyi bozmuş. Bak sen de kızla bozdun. Çabuk tut elini, anladın mı?’’
‘’Baba, sen misin? Annem nasıl baba? Ellerine sağlık. Çok fazla yeme, baba. Sonra dokunur midene.’’
‘’Ne diyor ki bu?’’
‘’Adamı deli etme. Sen mi çözeceksin kızın iç dünyasını. Bırak kimle isterse konuşsun. Yoksa bizimle konuşacak birazdan. Biz de hapsi boylayacağız.’’
‘’Seni, yedi kocalı Hürmüz seni. Ne olurdu ben de gelseydim annemle? Fena mı nikâh şahidi olurdum. Sen zaten bu kocayla da oturmazsın. İflah olmaz bir aç gözlüsün sen, teyze. Ne vardı beni burada bırakacak. Bak, çelenk de göndermeme izin vermedi annem. Ben de cenazeye gönderirim. Bak görürsün sen, teyzelerin sultanı Hürmüz.’’
‘’Hala konuşuyor.’’
‘’Ben gidiyorum. Sen otur, rüya analizi yap.’’
‘’Az bekle. Kızın kolundaki saati gördün mü?’’
‘’Bırak da uyanmadan gidelim. Hem o saat çakma tıpkı senin çakma bir hırsız olduğun gibi.’’
‘’Masada yemek kalmış. Hadi ısıtalım da yiyelim.’’
‘’İstersen iç güvey gir sen bu eve. Bol bol yemek yer rüya analizi yaparsın.’’
‘’Ya, bir kaşık yesem. Bak ayran da varmış hem de koca şişe.’’
‘’Uyuyor mu?’’
‘’Hem de fosur fosur.’’
‘’İyi bari. Bir tabak da bana koy. Ayran da içeriz. Uyanana kadar karnımızı doyuralım bari. Hem sabaha kadar da aç aç çalışılmaz.’’
‘’Yaşşa sen. A, iki şişe imiş ayran. Hem de yayık ayran. Oh, mis gibi. Kim yaptıysa eline sağlık.’’
‘’Çok içme uyku yapar. Çok da yeme gaz yapar. Hop, birader, duymaz mısın?’’
‘’Azıcık kestirsem. Gözlerimden uyku akıyor. Pişt, duymuyor musun? A, uyuya kalmış. Ben de koyayım başımı şu masaya. Ay, nasıl da içim geçti. Acaba tatlı var mıydı dolapta? Neyse onu da uyanınca yerim.’’
*
‘’Yemek saati. Kuzey yakası, birinci koğuş. Mahkûmlar, yemek saati. Sıraya girin ve gürültü yapmadan alın yemeklerinizi.’’
‘’Ne var menüde bu gün? Ne gülüyorsun be adam? Ne var diye sorduk sadece? Yoksa?’’
‘’En sevdiğinizden. Tam da ağzınıza layık.’’




Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
En sevdiğinden (öykü) Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz En sevdiğinden (öykü) yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
EN SEVDİĞİNDEN (ÖYKÜ) yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL