- 688 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
Diziler: Görmek İstediğimiz Hayat Tarzları mı, Yönlendirilmek İstediğimiz Bir Dünya mı?
Televizyon ekranları, hayatımızın her anında bizlerle olan güçlü bir iletişim aracı. Ancak son yıllarda ekranlarda gördüğümüz diziler, bizi düşündürmekten ziyade kaygılandırıyor. Bu yapımlar, topluma ne sunuyor, hangi değerleri empoze ediyor? Diziler, gerçek hayatı mı yansıtıyor yoksa hayatlarımızı şekillendirmek için bir araç mı haline geliyor? “TV’lerdeki Dizi Çöplüğü” başlıklı önceki yazımda bu konuyu farklı bir şekilde ele almıştım. Ancak bugünkü yazımda dizilerin içeriğinde bizlere neler sunuluyor üzerinde durmak istiyorum.
Bugün televizyon dizilerinde sıklıkla karşımıza çıkan sahneler, bir zamanlar sadece uç bir fantezi dünyasının parçası olarak görülürdü. Ancak artık bu sahneler, günlük hayatın bir parçasıymış gibi karşımıza çıkıyor. Şiddet, aldatma, lüks hayatlar ve yozlaşmış ilişkiler, adeta izleyiciye "bu normaldir" mesajı veriyor. Peki, bu durum ailece izlenebilecek içeriklerin azalmasına neden olmuyor mu? Ya da bu dizilerden etkilenen gençlerimizin halleri ortada değil mi?
Son zamanlarda yayında olan dizilerinin klasikleşmiş senaryolarından biri, aynı erkek için mücadele eden iki ya da daha fazla kadının hikâyesidir. Bu senaryolar, yalnızca kadınları değersizleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda aşk ve ilişkiler konusunda sağlıksız bir algının yayılmasına neden oluyor. Kadınlar, kendilerini değersizleştiren erkeklerin peşinde koşarken, seyirciye bu durum normal bir romantik davranış olarak sunuluyor.
Birçok dizide zengin ve yakışıklı bir erkeğin eşini aldatması neredeyse normalleştirilmiş bir tema olarak karşımıza çıkıyor. "Zengin erkek her şeyi yapabilir" anlayışı, toplumda yanlış değer yargılarını güçlendiriyor. Bu tür senaryolar, sadakati ve sevgi bağlarını zayıflatırken, ilişkilerdeki temel değerleri de göz ardı ediyor.
Dizilerin büyük bir kısmında yer alan lüks yaşam tarzları, toplumda ulaşılamaz hayaller yaratıyor. İzleyiciler, bu tür sahnelerle "ancak böyle bir hayat yaşarsan mutlu olabilirsin" mesajını alıyor. Oysa gerçek hayat, büyük bir çoğunluk için bu sahnelerden çok daha farklı. Peki, bu durum toplumdaki ekonomik eşitsizlikleri daha da derinleştirmez mi?
Ayrıca bu dizilerde erkekler kadınlara hep kötü davranıyor; kadınlar ise bu durumu "aşk" adı altında kabulleniyor. Bu, hem şiddeti hem de sağlıksız ilişkileri normalleştiriyor. Maalesef bu tür senaryolar, özellikle genç kızlar arasında toksik ilişkilere özenti yaratabiliyor. Ardından toplumda yaşanan kadın cinayetleri, gündüz kuşağı saçmalıkları nasıl oluyor diye kendimize sormadan edemiyoruz.
Konunun bir diğer kısmı ise bölgemizde çekilen diziler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da geçen dizilerde aşiret, ağalık, silah kaçakçılığı gibi temalar sıkça işleniyor. Bu durum, o bölgede yaşayan insanların hayatını tek bir kalıba sokuyor. Sanki bu bölgelerde herkes bu tür hayatlar yaşıyormuş gibi bir izlenim yaratılıyor. Oysa bu, hem gerçeklere hem de bölgedeki insanların çeşitliliğine büyük bir haksızlık. Ayrıca, bu tür dizilerde yasa dışı işler yapan karakterlerin "iyi insan" olarak gösterilmesi de yanlış bir mesaj veriyor.
Bütün bu karamsar tabloya rağmen, Gönül Dağı, Gassal gibi diziler umut veriyor. Sıcakkanlı karakterleri, aile bağlarını vurgulayan hikâyesi ve Anadolu kültürünü samimi bir şekilde yansıtmasıyla, izleyicilere alternatif bir dünya sunuyor. İşte televizyon ekranlarının ihtiyacı olan bu tür yapımlardır.
Televizyon dizilerinin toplum üzerindeki etkisi küçümsenmemeli. Şiddeti, aldatmayı, lüks yaşamı ve sağlıksız ilişkileri normalleştiren senaryolar yerine; samimi, değer odaklı ve toplumun gerçeklerini yansıtan yapımlar üretmek gerekiyor. Unutulmamalıdır ki ekranlardan yansıyan her hikâye, toplumun geleceğini şekillendiren bir araçtır.
YORUMLAR
Merhaba degerli yazar,
Dediklerinizin coguna katılıyorum.Anadolu havasi verilen sıcak dizilerin abartıldığını da kabul edelim.Mesele dizilerde ne yansıtıldığı degil, ahlaki degerleri dizi ve filmlerden bagimsiz çürük olan halkımızın bu çürümeden nasıl kurtulacagidir.
Tebrikler
Batı askerî, siyasi ve ekonomik açıdan güçlü. Şu an görünen gerçek bu. İleride ne olur bilemem. Allahualem. Bu güçleri sayesinde kültürleri ve yaşam tarzlarını rahatlıkla ihraç edebiliyorlar. Nefse hitap eden, hatta doğrudan doğruya nefsi önceleyen ve besleyen bir sistemleri var. Kapitalist sistem. Son birkaç asırdır maruz kaldığımız savaşlar, yıkımlar, toprak kayıpları, işgaller ve yoksulluk bizi oldukça kırılganlaştırdığı gibi etrafımıza bir de geçirgen bir duvar örerek kapalı bir kutuya dönmemize sebep oldu. Dolaylı istismara açık hâle geldik. Dayatılmış olsa kabul etmeyip direneceğimiz şeyleri, kırılgan nefslerimize hitap ettikleri sürece "normalleştirerek" almaktan geri duramıyoruz. Bilincimizle az da olsa direnmeye çalışıyoruz ama bilinçdışımız çoktan işgal edildi. Normalleştirdiğimiz şey bizdenleşiyor çünkü. Özellikle olduğumuzla olmak istediğimiz arasındaki mesafe açıldıkça, kolektif bilincimizde de ciddi çatlaklar oluşuyor. Sadece bizle mi sınırlı bu? Aslında bütün dünya Batı orijinli sırf akılcı ve maddeci felsefe, ideoloji, bakış açısı ve yaşam biçimine teslim olmuş durumda neredeyse. Bu kadarla kalsa iyi. Gayri ihtiyari ithal ettiğimiz çarpık kültür ve yaşam tarzına seviye atlattık desek çok da yanlış olmaz. Az aldık belki ama çoğalttık. Dizilerimiz bu durumun tipik bir örneği. Bir batılı izlese ağzı açık kalır herhalde.
Tabi bu bir süreç. Bitiş çizgisine hâlen varabilen yok. Bu yüzden karamsar olmak yersiz. Çağ kendisini yaşatır. Yaşanması gereken yaşanır.
SİLÜET tarafından 10.1.2025 12:55:18 zamanında düzenlenmiştir.
Hocam merhaba
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Sözlerinizde yerden göğe haklısınız şüphesiz, öyle ki anlamlı, uyarıcı, samimi duygularla yüklü bir yazı kaleme aldığınızı gördüm
Dizilerde genelde film tadında bir ilk bölüm veriliyor, ki izleyiciyi diziye bağlamak bu şekilde mümkün görünüyor anladığım, ne var ki bir kere insanları ekranın karşısına oturttuktan sonra sen sağ ben selamet, giderek grafik düşüyor, ya da reyting çizgisine göre dalgalı
İki binli yıllarda birkaç diziyi farklı yönlerden olumlu karşıladım, anlamsız bulmadım öncelikle
Mesela "Kurtlar Vadisi", haydaaaa! ya da hoppalaaa! Diyecek olanlar büsbütün haksız değiller elbette, öyle ya vurdulu kırdılı dizilerin ağa babası değil mi? Şu kadar ki derin devlet çizgisinde dikkat çekici kareleri vardı, dönemi için ilgi çekici ve işlevsel görünür bana, gerek konsey gerek Gladio gerekse Tapınakçılar dönemi yabana atılmamalı derim
Farklı dokusuyla "Elveda Rumeli" ve "Diriliş Ertuğrul" değer ve önem arz eder, ancak bu tarihi diziler kulvarında aynı ya da benzer konuları, sahneleri olan dizileri sırf reyting adına çoğaltmayı uygun bulmam
Yine "Çukur" Postmodern çizgisi ve söylemleriyle dikkat çekti, kimlik, aidiyet, yabancılaşma, ötekileştirme, güç ve çatışma ilişkileri, suç, kabadayılık motifleri, müzikleri, vecizeleri derken aldı götürdü, küreselleşen, kırosallaşan bir dünyada kurallı ilişkiler, Uniseks karakteri de cabası, kuşkusuz vurdulu kırdılı mafya bir dünyanın dizisi olması etrafında her zaman tartışmalı kılar
İstihbarat dizisi "Teşkilat" ilk sezonunda tavan yaptı, ikinci sezonda da eyvallah, sonra sonra çıtayı düşürdü
Nihayet arz ettiğiniz "Gönül Dağı" bu söylediklerimin aksine şipşirin bir Anadolu dizisi kuşkusuz
Nice yazılara inşallah
Selam ve saygılarımla benim hocam.