- 119 Okunma
- 0 Yorum
- 5 Beğeni
Bir Matematikçinin Günlüğü
Henüz ilkokul dördüncü sınıftayken babamın "takdir alırsan onu çerçeve yaptıracağım" sözüne karşın ortokul bitimine kadar ona on tane çerçeve yaptırtmak zorunda kalarak biraz masraf açtığım doğrudur.
Zamanın süper lisesine üçüncü olarak girişim ve sonrasında "üniversiteyi İstanbul’da kazanırsan sana araba alacağım, dışarıya yapacağım masrafla araba alırız" diyen babama eski model de olsa bir araba aldırtmışlığım da vardır benim.
Hani şu okuldan eve gelip hemen çantasını bir kenara fırlatıp mahallede futbol oynamaya giden çocuk var ya.. işte o benim. Bu hayatta iki şey tersi düşünülmesine rağmen doğrudur. Birincisi çıplak ayakla soğukta gezen çocuklar hasta olmaz. İkincisi ders çalışmayan çocuklar daha başarılıdır.
Matematik dersinde öğretmen daha soruyu tahtaya yazıp soru işaretini koymadan cevabı söyleyen o çocuğum ben. Meb’den geldiklerinde "üniversite kaygısı olmayan var mı" istatistik sorularına o tek parmak kaldıran öğrenciyim. Ağır bir iş verildiğinde mutlaka bir kolayını bulan kişiyim.
Üniversite sınavında 45 soruluk matematik sınavının tamamını, KPSS sınavında 75 matematik sorusunun 72’sini doğru yaparak toplamda 91 alan bir yarışçıydım. Komşu çocuklarına örnek gösterilen vs.. bunlar övünmek için değil o zamanki özgüvenimi anlatabilmek adına kurduğum cümleler.
Oysa beni bile kıracaklardı..
Beni.. beni.. beni beni..
Rehberlik öğretmenimin "bu puanla Tıp okursun ne öğretmenliği" yorumuna karşın matematik öğretmeni olmuştum. Onlara dershanenin kapısına "Tıp Kazandı" yazdıramadığım için bana kızgın olsalar da ben o dershanede %75 burslu "sınavı kazanarak" okuduğum için babam halinden memnundu.
- Puana göre değil, istediğini oku evlat!
Tübitak Matematik Sınavı’dan 75 -ki bu orada çok iyi puandır- aldıktan sonra okulda kara tahtaya 2+2=? yazılan yere "4" yazıp dersi anlatmaya başlarken henüz sekizinci sınıf öğrencilerim tarafından dalgaya alındığım da doğrudur.
"Hocam siz hastasınız" demenin en güzel yolu.
Oysa yine aynı öğrenciler velilerle birlikte imza toplayarak tayinimi engellemeye çalışacak kadar beni çok seveceklerdi. Çünkü ben matematik yaparken aslında onlar matematiği değil herhangi bir işi çok iyi yapabilmeyi arzulayacaklardı ve bunun için ben onlara en güzel fırsattım.
Zehra: Hiç alakası yok hocam. Diğer matematikçi çok yaşlıydı. Siz en azından sırtı dönük ders anlatmıyorsunuz. Hem esprili birisiniz ya..
Şafak: Zehra haklı hocam..
- Betül’e soralım o ne derse o. Bilirsiniz kendisi açık sözlü ve asla yalan söylemez..
Betül: Buna bir örnekle cevap vermek isterim.
Mesela iç açılar toplamı için bir formül vardı ya. N artı bir çarpı 180 bölü N falan.. İşte bu aslında nasıldı. Üçgen 180 dörtgen 360 beşgen 540.. hep 180 ekleyerek gidiyor. Biz sınıfça formülü bilmiyoruz ama altıgen deseniz hemen formül kullanmadan 720 deriz.
İşte bu..
Buraya kadar herşey bu kadar güzelken nasıl oldu da ben kırıldım. Hem de bu hayatta "asla olmaz" diye düşünebileceğim yerden..
Hergün altı tane sekizinci sınıfa aynı dersi altı kere anlatıp hatta belki de aynı esprilerle beş kez dejavu yaşayarak hayatımı sürdürüyorken sadece sınav zamanlarındaki o sessizlikte kafamı dinleyebiliyordum. Çünkü bu öğrenci milleti tenefüste bile soru getirir ve ben daha öğretmenler odasına gidemeden diğer sınıfa geçmek zorunda kalırdım. O ceylan gibi mahzun bakışları reddedebilme yetisine sahip değildim.
İşte böyle bir sınav gününde 8/A sınıfındayım. Telefonum sessizde ama gelen mesajı gördüm.
- Baba acil eve gelmen lazım!
Yazan kızımdı. Derhal sınavı boşta olan bir öğretmen arkadaşıma devredip hemen eve geçtim. Çünkü kızım ilk defa böyle birşey yazıyordu. Ben eve geçene kadar aramalarıma cevap vermedi. İyice telaşlanmıştım.
Eve girdiğimde okuduğu liseden henüz yeni geldiği üzerindeki üniformadan belli olan kızım boynu eğik bir vaziyette elime bir mektup uzattı.
"Aşkın, ben evi terkediyorum, beni daha arayıp sormayın. Sen işini hep ailenden ve benden daha çok sevdin. Ben artık daha dayanamıyorum. Beni affedin. Özür dilerim"..
Selin son zamanlarda çok söylenir olmuştu ama bu kadarını ben de beklemiyordum. Sonrasında öğrendiğimiz kadarıyla okulun bir servis şoförüyle birlikte gitmişti. Sanki bu bizi daha çok yaralayacaktı. Kimse birşey söylemiyor ama herkes bizi izliyor gibiydi. Tayin dilekçelerime iki kez ret cevabi geldi.
- Sayın müdürüm. İstifamı sunuyorum.
- Olmaz Aşkın. Git bir hafta benden kafa izni sana. Sonra yine gel.
- Kesin kararlıyım.
- İki hafta veriyorum.
- Mesele izin değil..
Zar zor istifa ettim..
Ondört yaşındaki kızımla birlikte hiç bilmediğimiz bir ilçede bir ev tuttuk. Bir aksilik eşyalar bir gün gecikti.
- Otele gidelim kızım. Bu kış günü..
- Paramız biter baba! (Gülmüştüm)
Kızım montlarımızı yere sermiş ve birlikte sarılarak o gece yerde uyumuştuk. İşte bu benim kızım o gün büyüdü.
İstifamı duyan annem babam bana kırılmış ve ben de zaten o dönem kimsenin karşısına çıkmak istememiştim.
Sekiz yıllık öğretmenlik hayatım bitmiş ve ondan yine tam sekiz yıl sonra beni kıran bu olayı ancak atlatabilmiştim.
Baba mesleğine geri dönmüştüm. Dört masalı bir çorbacı dükkanım vardı. Saat sabahın altısında bir çift girdi içeri. İki işkembe söylediler. Servis yaparken kadın olanı beni tanıdı.
- Hocamm siz!
- Esra..
Yanlarına oturdum. Biraz sohbetten sonra kendisinin doktor olduğunu öğrendim. Yanındaki de eşiydi. Esra hamileymiş ve canı çekti diye acilen buraya gelmişler. Ordan burdan derken yaklaşık bir saat konuşmuş olduk.
- Hocam yanlış anlamayın ama çok ezgin gördüm sizi. Oysa siz çok neşeli birisiydiniz.
- Hayat..
Bu uzun boylu genç yakışıklı çocuk Esra’nın eşi olmakla birlikte iyi de bir doktor. O sohbetten sonra beni hastaneye davet ettiler. Önce bir misafir ve sonra hasta olarak beni ağırladılar.
Yaklaşık 500 soruluk bir testi bitirdikten sonra Reha’nın karşısındaydım.
Gülüyordum.
- Neden gülüyorsunuz hocam?
- Bir soru vardı. "En son ne zaman kendi fotoğrafınızı çektiniz" diye.
- Ne zaman çekmiştiniz?
- O olaydan sonra hiç.. Ona güldüm.
Reha altı aylık bir süreçten sonra beni bu dertten kurtardı. "Kurtardı" diyorum çünkü bunu iliklerime kadar hissediyordum. İşim, eşim, evim değişmişti ama ben sonunda kırıldığım yerden kendimi tamir edebilmiştim.
O hafta kızımın üniversite son sınıf final haftasıydı ve ben tam sekiz yıl sonra ona heyecanlı bir şekilde matematik anlatıyor olacaktım. Kalem kâğıttan kılıç sesi duyulacaktı. Oysa kızım bir masal dinler gibi başını deftere yaslayıp gözlerini gözlerime dikiyor ve sessizce musmutlu beni izliyor olacaktı.
Kep töreninde kızım kepini benim başıma giydirecek ve o birlikte çekildiğimiz fotoğrafı salonun duvarına ellrimle çivileyecektim..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.