Gaz Fren Debriyaj ve Otomatik Endeksler
Yazının başlığı bile yanlış kelime ile başlıyor. Yani Gaz. Yoksa Kaz diye mi yazılıyor, yok yahu Gaz diye yazılıyor değil mi? Aslında soru işaretleri bile fazla. Eklemişiz noktalama işaretlerini cümleye, tümceye, ifadeye... Mesela, bu cümleden önceki cümlede ardı ardına benzer kullandığım cümle-tümce-ifade kelimeleri arasına virgül koymuşum. Koymasam anlaşılmaz mı, anlaşılır aklı yüksekler tarafından ancak biri de çıkar oku baban gibi ( virgül). Virgülü koymadan oku bakalım diye bir örnek verir mi, verir. Ne denir.
Gaza basarsan hızlanırsın, süratlenirsin, kaza yapma riskin artar. Dünyada hayvanlardan aldığımız özelliklerimiz veya taklit maceramızı insani, sosyal, siyasi, hukuki vb vs ilişkilerde de kullanınca işte bolca kan ve gözyaşı. Yani bir çita (ülkemizde yaşamasa da belki de tek tük vardır sırtlanlar gibi bazı yerlerde lakin Afrikaya özgü bir tür değil mi çita) avını yakalamak için gaza basmak zorunda, tüm vahşi hayvanlar bu şekilde avlanır. Hatta diliyle böcek-sinek avlayan bukalemun bile dilinin boğazından son sürat çıkması ve dilindeki yapışkan madde sayesinde avlanır.
Yazının başlığı Fren kelimesi ile de başlayamaz çünkü devamlı ilerliyor zaman. Zaman içinde an be an insan da, insanlık da, toplumlar, kavimler, milletler de ilerlemek mecburiyetinde. Yani hızlanmadan frene basamazsın ki... Önce biraz hızlanırsın ki, virajlarda, kalabalık yerlerde frene basarsın kazaya belaya sebebiyet vermemek için değil mi?
Diyecek ki takip edenler şimdi, ne zaman antik çağa, imparatorluklar ve ardından gelen dinler çağına konuyu getirecek. Yani elbette konu buraya gelebilir hele hele günümüz teknolojisinde, dünyadaki tüm yolculukların hızını; insanın yürüme hızı, sporcuların hızları, eşek katır deve öküz at veya arabalarının hızı, bisiklet, mobilet, motorbisiklet hızı, araba hızı, kara tren hızı, hızlı tren hızı, uçak hızlarının ortalamasını alsak, kim hangi hızı kullanıyor gibisinden, sizce dünyadaki ulaşımın ortalama hızı ne olabilir?
Antik çağda yani günümüzden 10-12 bin yıl önce, son buzul çağından önce denilir ki bir uygarlık ve farklı bir yaşam biçimi ve anlayışı vardı dünyada. Baş bel ayak üçleme yönetimi o zamanlardan miras değil mi bize. Sonra imparatorluklar çağı sürdü 2-3 bin yıl, sonra 2-3 bin yıl imparator ve din karışık bir dönem geçirdik, sonra 5-6 bin yıldır da dinler çağı, geldik günümüz cumhuriyetler, demokrasiler çağına. Daha çok insan hakları denilen bir çağ, daha çok kişisellik ve bireysellik çağı, kadınların çağı ( eğer 10-12 bin yıllık kültürü sırtlarından zihinlerinden atabilirlerse).
Hız demek, kan demek bir bakıma. Çita örneğinden gidersek işte, son sürat bir pençe atar ceylanın kalçasına, ceylan devrilir veya sendelerken o ara boğazına geçirir dişlerini değil mi? Yani hız kültürü bu. Ete ulaşmak, yemeğe ulaşmak. Eee peki, imparatorların vahşeti niyeydi veya dinlerin durmadan sağa sola hızlanmaları, onu bunu kategorize edip ayırmaları. Dinler çağının son demlerindeyiz, öyle kıyamet veya ahir zaman söylentileri olduğu için değil tabii ki. İmparatorlar kendini yok etti, bir kişiye onca yetki verirsen elbette bir yerde patlar veya yavaş yavaş yönetimsel kültür ayağının atından kayar gider. Sonra dinler çağında verirsen tüm yetkiyi ne olduğu belirsiz Tanrıya veya ondan vahiy aldığını iddia edenlere veya dini kurumlara onlar da aynı imparatorlar gibi birbirinin boğazına sarılır. Ortalama 3 bin yıldır bir şekilde dinist kültür birbirinin boğazına saldırmıyor mu? Hala kılıçla hutbe vermekteki amaç nedir? İki dinist birbirinin boğazına sarılacak da, kanını akıtacak da, siz de bu yemekten payınızı alın mı demek istiyorlar.
Günümüzde ise seçim hızları var. İnsanlar birbiri üzerine ona oy ver, buna oy ver diye saldırıyor. Bunu yapanlar da kendileri, toplum, kavim, millet ve ulusları hatta dünya için en iyisini düşündükleri için oy istiyor veya siyasi münakaşalara giriyor. Kim çağı yakalamış ise ona oy istiyor tüm akıl sahipleri. O akıl sahiplerine söyleyin akıllı olsunlar değil mi. Toplum yönlendirmesi ve yetiştirmesi ile yanlışa oy verebilirsiniz, basın yayın sizi yönlendirebilir ki günümüzde öyle, istihbarat kuruluşları seçim öncesi kiralık katil tutar siyasi cinayet işletebilir veya ayak takımına şehirlerde gösteri yaptırabilir, terör gruplarını finanse edip bombalı eylem yaptırabilir ve sizin oy tercihinize beyin yıkama, beynin ön lobu, arka lobu veya omurilik sinirlerinize gözünüzden kulağınızdan alttan alta müdahalede bulunabilir. Siz de düşünürsünüz ki, ben kendim düşündüm taşındım şu veya bu adaya oy verdim.
Debriyaj kelimesi ile başlamalıydı yazının başlığı. Vites geçişlerinde veya frene basarken araba stop etmesin diye veya ata binerken yuları geri yani kendinize çekmeniz de bir nevi debriyajdır ki ne araba stop etsin ne de gaz ve fren dengesi bozularak kaza ve belaya sebebiyet verilsin değil mi?
Tamam, tamam anladım da, konumuz neydi. Niyetim neydi benim. Bunları anlatarak veya yazarak nereye gelmek istiyor olabilirim. Genelde her konunun sonunda Tanrıya sararım. Eski kültür ve inancımızda Allah olarak bilinen kelimeye. Lakin Tanrı kelimesi diğer tüm o güce atfedilen veya verilen isimlerden daha eski ve kapsayıcı olduğu için Tanrı demek ve yazmakta karar kılmış da olabilir aklı yüksek şahsiyetler değil mi? Sonra da bir şahsiyetsiz çıkar sen benim Tanrımın adını neden kullanmıyorsun, kafir aşağı vurun kellesini yukarı, şeytan aşağı cennet yukarı dedikodusu ve vahşiliği 10-12 bin yılın 5-6 bin yılının son 3 bin yılında gaza basar gider, ortalık kan revan...
Doğu Batı hızı ise İmparatorluklar çağından miras kalmış olabilir. Son 2 bin yıldır doğunun ve batının hatta kuzey ve güney iklimlerinin imparatorları söylevleri boşuna değildir herhalde. Veya dünya iki imparator için fazla küçük bile denilmemiş midir? Vardı böyle bir söz. Lakin dünyadaki 7 kıta ekseri 2 -3 kıta öncülüğünde bu imparatorlar Tanrı ile ilişkilendirilir. Tanrının gölgesi gibi... Antik güçler söylevi Batılı bir söylev olduğu için genelde beş medeniyet dikkate alınır. Yunan, Hint, Mısır, Roma ve Çin. Diğerlerini görmez pek. İskandinavlar, Kuzey ve Orta Asyalılar, İnka-Aztek, Babil pek dikkate verilmez. Dünyamız son 300 yıldır daha yakından tanımaya başladı birbirini. Daha önceleri kıtasal veya yerel ideoloji, inanç ve kültürler hakim değil miydi zihinlere.. Dağın, nehrin veya denizin öte yakasındaki toplum, kavim, kültür düşman olarak anlatılmaz mıydı insanlara.
Günümüzün tüm söylevleri de yukarıdakilerin özetleri. Tüm bunları, günümüzde icat ettiğimiz ve artık Tanrının yeryüzündeki gölgesi denilebilecek bir kavram olarak yapay zekaya atfetmeye başlamadı yüksek akıl sahipleri. Küçük akıl sahipleri ise genelde dedikodu kültürünün fısıltıları ile hareket ederler. O öcü bu böcü... Ya yapay zeka da gaz ile başlarsa yolculuğuna, freni çok kullanmaz ve debriyaja ihtiyaç duymaz ise ne olur dünyanın hali. Şimdi bir küçük akıl sahibi çıkıp da demez mi içinden, sen bırak dünyayı kendi sonunu düşün deyü.. El durmaz söyler, sonuçta ben de ben haricindekiler için el, yad veya yabancı değil miyim? Ben de mi karıştırdım yoksa gaz fren veya debriyajı yoksa zihnim otomatiğe mi bağladı?
Sahi siz, düşüncelerinizin otomatik olmadığını iddia edebilir misiniz? Yani ölçüp biçerken bir konuyu, önünüze ne verildiyse ona göre değerlendirme yapmaz mısınız? Çocukluğunuzda ailenizin ve toplumun verdikleri değil mi değer ölçütleriniz.. Evettir bu sorunun cevabı. Peki, Tanrı - Tanrılık, imparator- imparatorluk- din dinistlik, cumhuriyet ve demokrasi kelimeleri verilse önünüze nasıl bir sonuca ulaşırsınız? Yani çocuklukta önünüze verilenler veya sonradan gençlikte bir kaç da kendinizin eklediği baharatlar ile mi bir sonuca varıyorsunuz, kendiniz için, aileniz, toplum, kavim, millet, ulus ve tüm dünya için?
Atladığım veya keşke bir paragraf da şu konuya ayırsaydım dediğim yerler için öncelikle kendimden ve sen okuyucudan özür dilerim. Boşlukları itina ile doldurmak yüksek akıl sahiplerinin işidir. Elbette aklını yele vermediyse tabii...
Saygılarımla,
En Sevenlerinize emanet olunuz.
...Y...
YORUMLAR
Başlangıçta yalnızca bir avuç insandık. Fakat zamanla etrafımızda çoğaldık, çoğaldıkça güç peşine düştük. Kimileri ellerinde taş ve sopalarla hâkimiyet kurmak için sinsice planlar yapmaya başladı. Kalabalıkları boyunduruk altına almak için, doğum ile ölüm arasında bir denge kuracak bir tanrı yaratıldı. Hızın tehlikelerini dizginlemek için Sargon’un torunu Naram-Sin ortaya çıktı ve “Ben tanrıyım,” dedi. O günden sonra dünya, tanrılarla şeytanlar arasında, hız ile frenin ikilemi arasında sayısız kazaya sahne oldu. Kimileri öldü, kimileri can verdi, kimileri de kör topal ülkeler fethetti. Ne tanrıyı bulabildiler, ne de şeytana ulaşabildiler.
Bu noktada devreye teknoloji girdi. Kim onu elinde büyütüp geliştirdiyse, tanrı da oydu, şeytan da o. Şimdi kim var ona yan bakabilecek cesarette?
Bu tasavvur, insanın kendi yaratımına yenik düştüğü, gücün ve kontrolün birer ilah olduğu bir dünyayı anlamamıza bir nebze sebep olur mu, bilemem…