Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
levent taner
levent taner

-ATATÜRK DERKEN-(4)

Yorum

-ATATÜRK DERKEN-(4)

6

Yorum

3

Beğeni

0,0

Puan

519

Okunma

-ATATÜRK DERKEN-(4)

-ATATÜRK DERKEN-(4)

“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

Büyük Atatürk’ün meşhur sözü çok boyutlu anlamlarla yüklü bir anlatıma sahiptir. Birincil husus Avrupa’nın ilerleme süreçlerine paralel çizgide ülkemizin gerileme evreleri geçirdiği yönündedir. Demem şu ki, Muhteşem Süleyman döneminden Cumhuriyet dönemine bir kalemde geçmediğimiz muhakkak.

Elbette aradaki üç asrı aşkın zaman aralığına yayılan süreçler manzumesinin düz bir çizgide okunması mümkün olmadığı gibi, grafiğin eğrisinin sürekli bir baş aşağı gidişe işaret ettiği söylenemez. Okul kitaplarında okuduğumuz devreler duraklama, gerileme, çöküş başlıkları altında kesintisiz bir ritmi önümüze koysa da yanılgılı ve yanıltıcı bir söyleme ancak karşılık gelecektir. On yedinci asırda bir duraklama yaşandığı muhakkak. Ne ki, dördüncü Murat ve Köprülülerle kendi içerisinde toparlanma, reform hamleleri barındırmaktadır. Yine on sekizinci yüzyıl ağırlıklı olarak bir gerilemeye işaret etse de aralarda bu gerilemeyi belli etmeyen hadiseler de yaşanmaktadır. Elbette Lale Devrinin boğaz boylarında şatafatlı eğlentileri değil kastettiğim. Ne ki, Prut savaşında Çarlık Rusya’sı karşısında sağlanan muzafferiyet hali akla gelebilir de.

Nihayet on dokuzuncu asır üzerinden kalıp bir dağılma ve çöküşü dillendiremeyeceğimiz gibi, idari, askeri, kültürel reformlar da karşılamaz mı bizleri? Hiç kuşkusuz bir yüzüyle hantaldır Osmanlı modernleşmesi. Tanzimat’tan itibaren bir batılılaşma, öykünmeci bir batılılaşma çizgisinde yürümekteyiz. Bir Levanten alafrangalığıdır bu yaşanan. Sultan Abdülmecit döneminde İtalyan müzisyen Donizetti kanalıyla klasik müzikle tanışırız söz gelimi. Ya da İstanbul’da ilk yılbaşı kutlamaları başlar. Osmanlı Opera Kumpanyası gelsin ardından. Bir milli burjuvazi doğurmamaktadır haliyle.

Etki tepki parantezinde Sultan Hamid muhafazakârlığına dönüşmesi boşa değildir açıkçası. Ki Abdülhamid döneminin teknikte modernleşmeci yüzü de vardır. Yine İkinci Abdülhamid’in siyasi zekâsının uzun süre anlamına varılmaz da. Ermeni ve Siyonist çevrelerin pompalamasıyla bir kızıl sultandır gider. İlk defa Fransız parlamentosunda bir Ermeni mebus tarafından ortaya atılır halbuki. Ülkemiz aydınları ve politik çevrelerinde rağbet görmesiyse hazindir gerçekte. İşte bu şekilde Sultan Hamid’e dönük kızıl sultan yaygaracılığı ifrat tefrit kanallarında zamanla bir ulu Hakan söylemini yükseltecektir. Ulu Hakan anlayışı kanımca siyasi bağlamda bir taassuba karşılık gelse de, hakkaniyet çizgisinden de uzak olmasa gerek. Tarih açıktır ki, bir mezarlık senfonisidir. Şu kadar ki, bir de bakarsınız, tezatlı unsurlar arasında kakofonik bir ses uyumsuzluğu yaşanır ve seslendiriciler detone olur. Haliyle çıkan sesler bir ahenk teşkil etmeyecektir.

Tüm bunlarla beraber on altıncı yüzyılda yaşadığımız yükselme devrini takiben batı dünyasını önce bizimle başa baş kılarken, giderek öne geçmekle kalmayıp makas açmaktadır. Bu gelişim ve dönüşümü hamasetten uzak biçimde kavramak gerekir. Her şeyden önce son devirlere ve bugünlere gelişin erken nüvelerini Osmanlı’nın en iyi, seçkin zamanlarında bulabiliriz. Preveze deniz zaferiyle birlikte Ak Denizin bir Türk gölü halini almasında bir noksanlık vardır mesela. Eski Roma’nın tüm güney Avrupa, Anadolu, doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’yı hakimiyeti altına alması misali, Osmanlı Müslüman Arap fatihlerde olduğu gibi tüm bir güney Avrupa’yı kapatamaz. Bilindiği üzere İspanya, Fransa, İtalya açıkta kalmaktadır. On beş yıllık Hint Seferlerinde okyanus şartlarında muvaffak olamadığımız da tuz biber ekmektedir üzerine.

Öyle ki, binlerce yıllık medeniyetler havzası Akdeniz’in Hint ve Atlantik üzerinden bir yükselişle birlikte ruhuna Fatiha okunmaktadır. İpek ve Baharat yolu hükmünü yitirmektedir. Nihayet bin beş yüz altmış beş tarihinde Malta kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması ve akabinde İnebahtı faciası da Avrupa’ya Osmanlı karşısında öz güven yükleyecektir. Düşünsenize Malta’yı fethetse idik tapınak şövalyeleri Atlas okyanusunu boylamaz mıydı? Kim bilir, İnebahtı dahi bize dönerdi belki de. Bahtımız dönmektedir görünen o ki. Ne yazık ki, bu gelişime direnen, Karadeniz ile Hazar’ı, Don ile Volga’yı birleştirmeyi hedefleyen Sokullu Mehmet Paşa’nın saray oyunlarına kurban gitmesi de erken duraklamaya davetiye çıkartacaktır. Yankılanmaları bugünlere kadar gelen süreçleri tetikler, yanlış anlaşılmasın. Elbette giderek nüve veren ve ritim basan dinsel tutuculaşma, taassup atmosferi, bilimsel gelişime uyum sağlanmaması, sultanların genel olarak saraya kapanması, seferlere ordunun başında çıkmaması, maliyenin bozulması, hepsi hepsi önem arz edecektir.

Öte yandan Atatürk’ün anlam yüklü sözünün ikinci halkası ise batılılardan nasihat almaya doğru yönelim göstermemiz bağlamındadır. “Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin?” demektedir gazi paşamız.

Tam da bu noktada, kimi zaman zannettiğimiz ya da olduğunu öne sürdüğümüz bir husus akla gelebilir. Erken Cumhuriyetin batı dünyasının arzularına tabi olduğu noktasındadır bu. Buna uygun biçimde yükselen, efendim Atatürk’ü dünya kabul etmiş biz anlamına varamıyoruz söylemleri de ters yönde eko yapmaktadır. Bazen de Atamızı batılılar sevmez tarzında tam tersi nidalar. Halbuki Atatürk’ü batılıların ne sevdiği ne de sevmediği doğrudur. Bir saygı forsundan ancak söz edilebilir. Hiçbir ülkeye dış gezi de yapmamıştır Mustafa Kemal. Batı dünyasıyla münasebetler resmi ve mesafelidir. Bir diğer husus ise Atatürk döneminde batının istemlerine uymak bir yana, sorgulanabilecek hatta eleştirilebilecek hususlar dairesinde kendi tasavvurumuzla hareket ettiğimiz noktasındadır. Olgular üzerinden konulara bakmadığımızda tersini zannediyoruz. Tenkide açık ögeler dedim de, sözgelimi Fransız ihtilalinden ve on sekizinci asır düşünürlerinden beslenen Jakobenizm tabir edilen radikal çizgide izlenen siyasetin yankısı bugüne kadar dalga dalga yayılmaktadır. Çok partili dönem uygulamalarına dönük karşı devrimcilik eleştirileri kanımca havada kalmakta, doğal, kaçınılmaz zikzaklar çizmektedir tarihsel gelişim süreçleri.

Ne var ki, bu sefer de erken Cumhuriyet döneminde evveliyata da dayanan iç ve dış dinamiklerin değerlendirilmesi noktasında savrulma yaşamaktayız. İç dinamikler yukarıda vurguladığım üzere on yedinci asırdan itibaren seyreden met cezir manzaralarına bağlıdır. Dış dünyanın siyasi, ideolojik, felsefi kırılmaları da bir başka boyutu koyar önümüze. On dokuzuncu asrın ihtilalci siyasi yükseliş trendleri, materyalist, pozitivist cereyanları Osmanlı aydınlarını giderek hız alarak etkilemektedir. Devlet-i Ali’ye henüz sirayet etmediği muhakkaktır. Ne çare ki, eskiden kıyı olan yerleri giderek sular almasından farksızdır gelişmeler. Doğallıkla erken Cumhuriyete motamot bağlı olmayan bir erozyon hali peyda olmaktadır. Yirminci asrın ilk yarısı ise yerküre ölçeğinde dünya savaşları, totaliter rejimler, iktisadi kriz halleriyle de perçinlenen bir buhran çağıyla karşı karşıya bırakacaktır insanlık alemini. Bu, tanrıtanımaz sanat ve felsefe akımları dahilinde dominant düşünceye de yansıyacaktır.

Ya peki, İslam dünyası ne alemdedir? Bin yıl öncesinin anlı şanlı İslam medeniyeti asırlar öncesinde sırra kadem basmaktadır. Son devirlerin ve günümüzün dinsel toplumsal kültürel yapılanmaları ise ne yazık ki, psikolojik ve zihnî frekansını ve çapını bugünün İslam dünyasına borçludur. Batı karşısında o denli öykündüğümüz yitik maziye dayanmamaktadır duyuş, düşünüş tarzımız.

Sözün özü, gözü çıksın tek yanlılığın deme de dur şimdi. O da bir başka duygusal garabet halidir ya. Serin kanlılık ve sağduyudan şaşmamalıyız nihai noktada. Duygusallıktan uzak ne nereden gelmekte, nereye gitmekte? Pusulamız, rehberimiz bu aklı selim olmalı derim naçizane.


-DEVAM EDECEK-


L.T.

Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
-atatürk derken-(4) Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz -atatürk derken-(4) yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
-ATATÜRK DERKEN-(4) yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Göktürkmen
Göktürkmen, @gokturkmen
31.10.2023 14:59:25
Red, kurgu, ütopya.. bunlar Türk entelektüelitesinde yok ve eksik yandır...
Bunlara, yeni açılımlar amaçlı denemeler yazmaksa elbette güzeldir.
Ama verileri distopik seçerseniz, distopyadan/ütopia varmak anlamında yenilere ulaşamazsınız.
Deviatif yerler var, tarih ve toplumsallığımızda.. hayatın, insanın, halkın, sınıfın derece ve mahiyetine ve normal akışına ters olduğu, alenen görünen..
Buralardaki sapmaları düzeltmek babındaki teroik ve kurgusallık, yeni dizgelenimler şeklinde olursa yapılan, sorunsalı çözen olur.
Aksi halde komplo teorik, algı kırık, kavram bozuk olduğu için.. yeni tanım da tuhaf olur...
Yani gereksiz polemik gibi, gereksiz teorik ve gereksiz kurgu sürrealizminde kalınabilir...
Bu tip cendere ve açmazlara dikkat edilmeli diyerek...


Göktürkmen tarafından 31.10.2023 17:00:56 zamanında düzenlenmiştir.
Yinsani
Yinsani, @yinsani2
31.10.2023 02:42:20
özetle; 1400-1500 ler gibi üzerine arap sosu dökülmüş, bizans kapağı kapatılmış bir roma tenceresi denilebilir mi üstadım osmanlı için?

Tarih haritalarını bilirsiniz, görselleri canlıdır herkesin zihninde, beylikler döneminde rengarenk bir anadolu, mesela osmanlıyı ele alalım, haritada mavi renkle gösterilmiş olsun, o mavi renk 1600 lü yıllara kadar anadolu ve balkanlara yayılır, işin gerçeği malazgirtten kanuni dönemine kadar haritaların renklendirilmesi yani yayılma bize övünç verir. her 5-10-20 yılda bir,bir bölge maviye boyanmış diye düşünün.. sonra renk tersine döner gibi. kapat ansiklopediyi veya tarh kitaplarını moral bozulmasın hesabı.

neyse sonra 1950 ler gelir kuantum fiziği üzerine bir çok söz söylenir, kuantum fiziğini biraz araştırmam lazım.:)

bu yazı kaç seri sürecek bilmem ama çok tarafgir görüleceksin hocam, arada bir ekstra açıklamalar yapman gerekecek çünkü bizim millet alışkındır -cı -cu diye yakıştırmaya.

gerçek nedir nasıl bilebiliriz. emeviler ispanyaya saldırmasaydı ispanya kızıderililere saldırırmıydı gibi soru neye mal olur bilmem. İtalyanlar osmanlı seferlerinin karşılığını 1920 lerde geri iade ettiler değil mi? Kaçın türkler geliyordan yüzyıllar sonra italyanlar anadoluyu epey ezdi.

Bu aralar güzel yazılar çıkıyor cumhuriyet üzerine, bir yazı da aslında bizim dediğimiz toprakların bizim olmadığını osmanlı çökerken anladık diyordu bir yazar. Sonra bir yazıda da keşke balkanlar elimizde kalsaydı da güneydoğu elimizde kalmasa da olurdu gibi temenniler de okumuştum.

40 yıla kalmaz bir atatürk daha çıkardık çıkardık üstadım çıkaramazsak biz bu topraklarda tutunamayız veya kendi içimizde beyliklere döneriz gibi bir his de yok değil içimde. lakin 40 yıla ne sen ben sanırım olmayız hayatta. ölüm güzel şey olmalı.

otrantoya kazık çakabilseydik sanırım tarihin akışı değişirdi değil mi ?

atatürk dil ve tarihi kurdurmuş ya üstad, yani hayatta olsaydı sanırım şimdiye ilk robot insanımızı yapmış olabilirdik mi? bu çağda kim yapay zeka ve robot teknolojisinde öne geçerse önümüzdeki çağ onun olacak gibi.

Muasır medeniyet tanımını da yapay zeka ve robotlar üzerine sanırım yeniden yapmamız gerekecek. sahi muasır medeniyet nedir?

Bir de atatürk'ün üzerinden durduğu bir ara merak saldığı kayıp kıta mu hadisesi var..

mümkünse atatürk'ün araştırdığı konular üzerine de bir yazı beklerim sizden.

Atatürk deyince benim kafa haddinden fazla çalkalanıyor üstad.
lakin özenle okuyacağım bu seriyi.
saygı ve hürmetlerimle.
Etkili Yorum
İlhan Kemal
İlhan Kemal, @ilhankemal
30.10.2023 18:54:13
Hakkıyla yapılacak yorumların yazıdan bu serideki yazılardan uzun olacağını düşünüyorum. O yüzden bir noktaya, ki temelinde kurgu olduğu için, değinmek isterim.

'Düşünsenize Malta’yı fethetse idik tapınak şövalyeleri Atlas okyanusunu boylamaz mıydı? Kim bilir, İnebahtı dahi bize dönerdi belki de'

Tarihi spekülasyon zevklidir, hele de bir kahve masası ya da şarap sofrasında oturuyorsanız. Hatta ben bile Viyana alınsaydı ne olurduyu dar bir çerçevede, Bach ailesinin geleceğinde, düşünmüş ve Osmanlı bürokrasisinin parçası olduklarını hayal ederek Bahzadeler'i yazmıştım (Gerçi Bach'ın doğduğu Eisenach Viyana'ya epeh uzak ama kurgu işte).

Naçizane gözlemim, doğanın altyapısı eninde sonunda hakim geliyor. İkinci Dünya Savaşında Almanlar İngilitere'yi ya da Moskova'yı alsaydı ne olurdu'ya cevap süreç biraz farklılaşır ama sonuç değişmezdi. ABD'nin ve SSCB'nin insan ve doğal kaynaklarına, üretim kapasitesine dokunamadıkça Almanya'nın kaderi değişmeyecekti. Benzer bir söylemi Osmanlılar açısından da kullanmak mümkün (Yukarıdaki metinde de bunun bir çok noktasına değiniliyor). Viyana ya da İnebahtı'nın farklı sonuçları uzun vadede bir şey değiştirmeyecekti. Osmanlı yine, Ortaylı'nın deyişiyle, 'son klasik imparatorluk' olarak kalacaktı: sahip olduklarının vergi gelirlerine bağlı, ama onların doğal ve insan kaynaklarına ilişmeyen, bunları önce merkantilist, sonra endüstriyel üretimde kullanmayan. Siz de 19. yüzyılın üzerinden geçerken benzer bir saptama yapmışsınız: 'Bir milli burjuvazi doğurmamaktadır haliyle.' Kavalalı Mısır'ı da başka bir örnek olarak aynı sonuca ulaşır.

Saygılarımla.

İlhan Kemal tarafından 30.10.2023 19:01:12 zamanında düzenlenmiştir.
Kardelen çiçeği
Kardelen çiçeği, @kardelenc-i-e-i
30.10.2023 17:55:01
10 puan verdi
Kaleminizden Ata 'mıza münhasır harika bir yazı okudum hocam çok güzeldi. Elinize emeğinize sağlık.
Yürek sesinize gönül dolusu tebrikler.
Sonsuz saygilar
CaNMaYBuL
CaNMaYBuL, @canmaybul
30.10.2023 17:30:17




….Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'si, tıpkı bir ormanın kalbindeki en görkemli ağaç gibi, özgürlük ve bağımsızlık kokan bir ülke haline geldi. O, tıpkı bir okyanusun sakinliği gibi, milletine huzur ve güven sağladı. Onun liderliği, bir güneşin doğuşu gibi, Türk milletini yeni bir güne, yeni bir umuda taşıdı….



Lakin
Şimdiki Türkiye için bunları asla konuşmuyorum..





CaNMaYBuL
CaNMaYBuL, @canmaybul
30.10.2023 17:29:33




….Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'si, tıpkı bir ormanın kalbindeki en görkemli ağaç gibi, özgürlük ve bağımsızlık kokan bir ülke haline geldi. O, tıpkı bir okyanusun sakinliği gibi, milletine huzur ve güven sağladı. Onun liderliği, bir güneşin doğuşu gibi, Türk milletini yeni bir güne, yeni bir umuda taşıdı….



Lakin
Şimdiki Türkiye için bunları asla konuşmuyorum..





© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL