1
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
566
Okunma

‘’Senin için yazmamış olduğum bütün aşkları, yeniden, baştan, yazmayı istedim. Sana, hepsi senin olacaktı. Suçunu kimseye yükleyemem bir aşk sabahı yoluna çıkışımı. Gözyaşları ardına süzülen dünyaların kırık titrekliği ile eriyordun ışıkta. Işıklaşıyordu kapkara saçların. Başın önüne eğikti ve daha seni bilemeden, yüzünün yeniliğinde susmağa başladım. ‘’(Alıntı)
Darmaduman edilmişliğim idi ilk etapta göze çarpan.
Yediğim zılgıtlar ve de.
Aşkın mefkûresi iken özlem öznesine sadık bir şair olmaktan da öte şiarımdı aşk şiarımdı şiir ve sen.
Dilim tutulmuştu mahzun gülüşüne yığılıp kaldım bir batında doğan güneş ve ay bir avazda batmıştı.
Batık geminin neferi ve miçosu ve kaptanı ve yolcusu çünkü kayalıklara çarpmıştı yüreğim bense tehditkâr iklime verip veriştirdim.
Titreyen sesimden değil titreyen ellerimden korktular çünkü kaleme sıkı sıkıya yapışmıştım.
Ben kalender bir varlıktım.
Kof varlıklara değil küf kokan sözcüklere hiç değildi bağımlılığım aslında hiçliği doya doya yaşıyordum ruhani bir ikaz bir var oluş bir kopuş ve bir cinnet hali…
Cinnetime müteşekkirdim yoksa sağlam kafamla aşamazdım ben bu zorlukları ve aşktan da asla nemalanamazdım.
Mevcut olduğum kadar muaftım da pek çok şeyden.
İklim de bunlardan biriydi:
Hem sonbahardı hem de sonlanan baharım misali içimde cirit atan ruhlardan alıp da başımı gidemediğim.
Ve ben…
Ve ben her yeni gün yeni mucizelere tanıklık ediyordum.
İhya edilmiş olmasa da yüreğim yazarak ihbar ediyor ve iç sesimi ikaz ediyordum.
Delişmen bir muafiyet.
Delicesine içime estiğim.
Ağaran gün ağlak ve ölgün gece ve işte inatla aşka biat sevdiğim.
Kimliği yoktu sevgimin çünkü benim sevgim anonim idi.
Kâh Yunus.
Kâh Mevlana.
Kâh içime esen Şems’in Rüzgârı.
Muvaffak olmak neydi sahi neydi?
Bir ney sesinde.
Bir de çözülmemiş şifremde saklı tütün kokusu gibi haz etmediğim ölüm gibi ve uzak duramadığım acil ve hastane koridorları.
Bu olacak iş değildi ve her başımız sıkıştığında ziyaret ettiğimiz tam teşekküllü hastaneler.
Adeta bir püskül idi ambulansla olan yolculuğumda annemin başında nöbet tuttuğum zamanlardan geliyordum aynı zamanda kendimden terk etmek istediğim bedenimden hiçbir yere ama hiçbir yere gidemiyordum.
Aşkın dinmek bilmez vardiyası oysaki ben tek kişiye değil devasa evrene yüce Rabbime sevdalıydım ve işte çözülen dizlerimin bağı dizelerimi ise iplikle diker gibi yüreğin ihtişamlı esintisinde illa ki onarıyordum yaralı yüreğimi yamalı hücrelerimi.
Bir kaos idi yaşadığım.
Kambersiz düğün mü olurdu hem?
Dedim ya: kamberiydim ben acımın da sevdamın da annemin de.
Birileri öfke patlaması ile yükleniyordu sırtıma:
Dinmek bilmeyen anne sevgim ve ölümden uzak durmak adına…
Ve birileri nasıl da kinle nefretle yazıyordu:
‘’Bu gün de ölmedim anne.’’
Zaaflarına yenik düşen bedenler ve haris ruhlar ve nefsine tapanlar.
Bu gün bana yarınsa sana.
Asla da beddua etmediğim sadece algılayıp Rabbime havale ettiğim.
Bir minvaldi ki yaşamak artık.
Yaşadığım kadar yaşarttığım duygularım yaşaran ve yeşeren gözlerim.
Çentikler diziliydi sıra sıra.
Şecerem mi?
Sınavım mı yoksa sınavlarım mı?
Bense hak hukuk bilen ve adaletin peşinse sevgiyle kürüyordum ömrümü ve önümü.
Tozkoparan fırtınasında bendim işte ben, tozu dumana katan seneler önce olsa bile an’ ım ve tüm anılarıma sadık.
Öğrenci varlığım dünde kalsa da muallime kimliğim.
Sevgiyle eşelediğim toprak:
Hem hocalarımı hem öğrencilerimi yüreğime bastırdığım.
Ne illet idi esen rüzgâr ne de illegal.
Varsa yoksa doğanın kanunu.
Seyisi idim yılkı atlarının.
Saydamdı yüreğim ve şeffaf sevgim.
Şiarım sevgi şiarım umut şiarım inanç.
Göstermelik olmayan bir sevgiyi mihenk taşı bellemiş kâh taçlanıyordum kâh taşlanıyordum ve işte kendimi ihbar ettiğim yazılarım ve şiirlerim…
Bu gün de ölmemiştik madem…
Yarına Allah kerim…