2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
779
Okunma

Ülkemizde şu kadar akademisyenin, şu kadar hukukçunun, bilmem şu kadar ilahiyatçının, şu kadar şair, yazar ve şu kadar eğitimcinin var olmasına rağmen, anlayış, yaşayış ve düşüncede “neden” ciddi anlamda irtifa katedemediğimizin resmini ortaya koymaya yetiyor sanırım, merhum Salih Mirzabeyoğlu’nun şu izahı, “Anlamadan karşı çıkanlarla, vakıf olmadan ve hissetmeden sahiplenenlerin sefaleti”
Peki Salih Mirzabeyoğlu gibi fikir adamları topluma neden aykırı geliyor?
Böylelerini daha önemlisi böyle bir fikir adamını anlamak için her şeyden önce fikrî bir zihne sahip olmak hatta fikrî istidada ermek veya o yolda yol almak gerekir. Genel olarak toplumun okuyarak ya da araştırarak değil de duyumlarla veya gördükleriyle yaşıyor olduğunun gerçekliğini kimse inkar edemez herhalde. Dolayısıyla bu da doğru anlaşılmaya bir engel olarak kendini gösterir.
Peygamber duâsı, “Allah’ım bana eşyayı olduğu gibi göster.” Demek ki eşya ve hadiseler göründüğünden farklı bir bakış açısına ihtiyaç duyuyor. Yani “şiir gibi, fikir gibi” bir inkılâba! Hafızam yanıltmıyorsa Gerorge Orwell’in şöyle bir bir sözü var daha doğrusu ve maalesef ki onu haklı çıkarabilecek bir tespiti, ’’Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.’’
Salih Mirzabeyoğlu ki, fikirde harp yapan 20. yüzyıl İslâm tefekkür mecrasını açan, Büyük Doğu fikir bakiyesinin mimarı Üstâd Necip Fâzıl’ın daha genç yaşlarında “fikir haysiyetinin müstesna genci” diye payelendirdiği yere sahip!
Hâl böyleyken en azından kendi payıma ve bu hakikati sahiplenen, aidiyet gösterenler ve çoğaltanlar için söylebilirim; Salih Mirzabeyoğlu’na muhabbet, Necip Fâzıl’a vefaya varır!
F. Selçuk Soylu