Yaz mevsiminin son demleriydi. Köylüler kış hazırlıklarına başlamışlardı bile. Kimisi buğday kaynatıyor, kimisi değirmende un öğütüyor, kimisi de akarda evinin halısını ve kilimini yıkıyordu. Beyaz tenli, hafif etine dolgun, tombalak bir kız vardı, onu diğer kızlardan ayıran özellik, okumaya hevesli oluşu, hassas ve aynı zamanda da içine kapanık olmasıydı. Kendisi köyde doğmasına rağmen, köy işlerini yapmakta zorlanıyor, güç yetiremiyordu. ----- Nida! diye seslendi babası. Belli ki bir haberi vardı, çünkü ne zaman seslense ses tonundan anlıyordu babasının ne diyeceğini. ---- Buyur, baba? ----- Kızım, ben seni ortaokula yazdırdım. Bu haber karşısında nutku tutulmuştu. Gece uykusu gelmedi, sabahlara kadar hayal kurdu, okulda olduğunu, arkadaşlarını ve öğretmenlerini düşündü. Fakat kafasında takılı kalan iki sorunu vardı. İlkokul gibi olmayacaktı burası, derslerine daha fazla özen göstermeliydi, konuşmasına ve hareketlerine dikkat etmeliydi. Göz önünde olunca sürekli izlenmesi normaldi. Koskoca köyde iki kız çocuğunun okuması, dikkat uyandıran bir durumdu. Kimse kız çocuğunu okutmuyordu, ilkokul zorunlu olduğu için mecburen izin veriyordu velisi. Kimi işim kalıyor diye, kimi ayıp oluyor diye. Kimisi de cahilliğinden pek onay vermiyordu. Aklı başında birine sordum; ----- Neden kız çocuklarını okutmuyorsunuz? ------ Kızlar okuma yazma bilirse, sevdiklerine mektup yazarlar, bu yüzden okutmuyoruz. Diye cevap verdi. Bu cevap karşısında ne denmeliydi ki? Sevmenin dahi suç olduğu bir ortamda, okuyabilmek büyük bir başarı olacaktı. ’Neyse takma kafana, uyu artık.’ dedi kendi kendine... Okula başlamadan sonunu görürcesine türlü türlü hayellere kapılmıştı. Evliliği hiç düşünmedi, onun için evlilik aşk birlikteliği olmalıydı. ’Sevmediği biriyle evlenmek, hayatın ona sunabileceği en ağır ceza olur.’ diye düşündü. Aklına, hayeline gelmeyenler bazen insanın başına gelir ya, başına gelebilecek olayları hayal bile edememişti. Devamı gelecek... Necla Hasbutcu ✍️ |