Bu aksam çok sevdiğim arkadaşlarımla uzun zaman üzerine buluştuk. Kahvelerimizi içtikten sonra, "ne yani yok mu şimdi aramızda kahve falı bakan kimse" diye söyleşip, gülüştük. Kahve falına bakan da inanan da yoktu masamızda. Sonra arkadaşım kahve falından uzayıp giden başka bir konuya çevirdi muhabbeti. Mevzu biraz derindi. Anlatsana dedim. Haberi kim verdi size. Tek başına mı yaşıyordu ablan o evde. Kimse yok muydu yanında. Geride bir mektup bırakmamış mı? Bir not, bir yazı, veda cümlesi... Yirmi beş yaşındaydı. Resim öğretmeniydi. "Eve gittiğimizde herşey yerli yerindeydi. Çamaşırları katlanmış, yemeği ocakta, masasında suyu, eşyaları düzenli, veda edecekmiş gibi değil de yarın yeniden kaldığı yerden devam edecekmiş gibiydi" dedi. Sevgilisinden ayrılmış, "Antidepresan ilaçları alıyormuş, bizim bunlardan haberimiz yoktu. Kutu kutu ilaçlar içip, çok ilginç bir şekilde başına poşet geçirmişti. Sonra biz araştırdık, neden bu şekilde intihar girişiminde bulundu diye. Bir ressamın aynı bu şekilde ilaç içerek ve başına poşet bağlayarak hayatına son verdiğini öğrendik. Yaptığı resimleri uzmanlara okutunca insanların gözlerinin olmadığı yada bağlı olduğu ve bunun anlamının hataya küsen bir kimsenin duygularını taşıdığını öğrendik" dedi. Ayrıldığı sevgilisiyle yazıştığı her mesajı tarih ve saatlerine varıncaya kadar bir deftere not ettiğini, ayrılmadan önceki bir mektubunu okuduğumuzda sevgilisinin ona " ne sen bensiz, ne de ben sensiz asla yaşamayalım" sözlerini, ayrıldıktan kısa süre sonra ise sevgilisinin bir başkası ile nişanlandığını öğrendik" diye ekledi. Duygularını yoğun yaşayan biri için ayrılık değil belki ama verilen sözlerin anlamsız oluşuna şahit olması, onu bu denli etkilemiş olmalı diye düşündüm. "Telefonda konuşurken iyiyim cevaplarının aslında gerçekten iyi olmadığı, sadece bizi mutlu etmek için söylediğini, çok sonraları sosyal medya hesabından yazmış olduğu şu sözleri okuduğumuzda anlayabildik." "Öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum... Böyle yaşamak kolay olmuyor elbette... İnsan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor... Yani merak ediyorum, insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar..." Sessizlik ne kötüdür. Gencecik bir hayat sessizce toprak oldu. Ve geride kalanlar dokuz senedir bu acıyla yaşamaya devam ediyor hergün kahrolarak. Bir ayrılık değildi onu bu denli etkileyen elbet. Öncesi vardı. Duyguları vardı... herkes gibi düşünmeyen... daha derin daha başka hisseden duygulara sahipti belkide. Öyle olmasa her ayrılık sonrası hayatta kimsecikler kalabilir miydi? Birileri kalbinde öldürür sevdiğini, birileri de o kadar hassastır ki ona kıyamadığından öldürür kendini. İçimi acıtan bu hikâye keşke yaşanmamış olsa ve kimse bize verilen bu emanete kıymasa dedim. İsmet Özel ’ in belki de en sevdiğim sözleridir; "yaşamak umrumdadır." Yaşamak herkesin umrunda olmalıdır. |