- 670 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
TERS KELEPCE
Devre arkadaşım. Hukuk mezunu. Emekli olduğundan beri İstanbul’da avukatlık yapıyor. O aradı beni:
“ Çık gel İstanbul’a. Gelirse o bahsettiğin devremizi de getir. Ben de sana hep bahsederim. O da bizim devremiz. Burada emlak bürosu var. Onun büroda, olmazsa benim büroda oturur sohbet eder, eski günleri yâd ederiz. Benim büro normal bir daire. Kalacak, yatacak sorununuz da olmaz. Emlakçı devremiz eşini kaybetti. Ona başsağlığı diler, moral oluruz. Ne dersin?”
Buradaki arkadaşımı aradım. Yine sarhoştu:
“İyi olur valla. Ben varım, sen ne zaman istersen.”
Çıktık yola. Bizi avukat arkadaşımız karşıladı. Emlakçı arkadaşımızın bürosuna gittik. Tanıştık, sarıldık. Silahlı Kuvvetlerde devre olmak bambaşka bir şeydir. Devreler birbirinin kardeşi gibidirler. Hemen kaynaştık. Emlakçı arkadaşımız:
“Hadi sizi yemeğe götüreyim”
Beraber geldiğimiz arkadaşım itiraz etti:
“Devrem burada, senin büronda oturmamızın bir sakıncası var mı?”
“Yoo… Bura kendi yerimiz. Kim karışır ki?”
“ O zaman burada oturalım daha rahat ederiz.”
Bana da arkadaşımın fikri cazip geldi. Yemekler içkiler getirtildi. Eski günler anıldı.
Bazen güldük, bazen hüzünlendik.
Sohbetin bir boşluğunda:
“Arkadaşım başımız sağ olsun.”
Yerlerimizden kalktık. Arkadaşımıza sarıldık. Baş sağlığı diledik.
Eşini kaybeden arkadaşımız İçkisinden iki iri yudum aldı, gözleri doldu. Daha yarası tazeydi, kabuk tutması zaman alacaktı.
“Kader işte arkadaşlar, olacağın önüne geçilemiyor. Ben onu çok zor buldum. Ama şimdi kaybettim.”
Bir süre sessizlikten sonra devam etti:
“Benim babam TCDD yollarında memurdu. Bilenler bilir, o teşkilatta çalışanlar- ne iş yapıyorsun?- sorusuna hep- demir yolcuyum – derler. Benim babam da demiryolcuydu. Burada İstanbul’da Bakırköy istasyonunda görevliydi. Sizler gibi ben de astsubay naspedildim. Benim ilk tayinim İstanbul Alemdağ füze birliğine çıktı Babam:
“ Oğlum arada bir üniformanla benim iş yerime gel seni görsünler.”
Babam mutlu olsun diye her ne kadar sıkılsam da birkaç kere iş yerine üniformayla gittim
. Bir gün babam:
“Oğlum artık elin ekmek tutuyor. Burada ki iş arkadaşımın çok güzel sen emsal bir kızı var. Kendisini yıllardır tanırım. Huyu belli, kökü belli. O kızı sana almayı düşünüyorum.”
Ses etmedim.
Babam arkadaşına konuyu açmış.
“Kızım isterse niye olmasın?”
Ortam hazırlandı. Karşılaştık. Mahzun, güzel, ama az konuşan biriydi. Konuşturmak için çok çaba sarf ettim. İltifatlar, espriler yaptım. Karşılık bulamadım. Babam sorduğunda anlattım:
“O daha genç zamanla açılır.” dedi.
O kızı bana almak için babam defalarca istemeye gitti. Cevap hep olumsuzdu. Ne bana ne de ailemize dişe dokunur bir sebep bulamalarsa da hep bir yıl şartı koşuluyordu.
Babam inat etti.
“ Alacağım o kızı sana”
Bir yıl bekledik. Sonunda –olur- cevabını aldı babam. Evlendik. Allah yukarıda evliğimiz sürecince hiç sorun yaşamadık. Çocuklarımız oldu, onları büyüttük. Ama o hep düşünceli, hep dalgın, hep boynu sağ omuzuna düşüktü. Hastalandı. Doktorların teşhisi o adını anmak istemediğim belaydı.
Çok uğraştım şifa bulması için. Ama maalesef kaderin önüne geçilemiyor. Uçtu gitti işte…
Anlatılanları dikkatle dinleyen arkadaşım:
“Adı neydi eşinin”
Emlakçı arkadaşımdan ölen eşinin ismini duyunca, içki kadehini eline aldı. Boştu. Benim içki bardağımı aldı önümden. İçti. Ellerini yüzüne kapadı. Hıçkırıklarla ağladı.
Ölen bir arkadaşımızın eşiydi. Ona ne oluyordu? Yadırgadık, sarhoşluğuna verdik.
Dört kişilik masada nazı geçecek bir ben vardım. Yaşlı gözleriyle yalvararak bana baktı:
“Ne olur götür beni buradan”
Diğer arkadaşlarla göz göze geldik. Gözlerimizle konuştuk. Evet, sarhoş olmuş, götürülmesi gerekiyordu.
İçki masalarının değişmez seremonisiyle sarıldık, öpüştük. Yolda bana dönerek:
“ Bana bira al”
Avukat devre arkadaşımız durdurdu arabasını. Üç tane bira aldı. Belki de kızdı. Ama biz misafirdik bir şey demedi, denilmezdi.
Binde, belki de milyonda bir ihtimaldi. O muydu?
Geldik avukat arkadaşımızın bürosuna. Yatacak yerlerimizi gösterip, ayrıldı bizden. Oturduk yatakların üzerine. Sordum:
“O muydu ?”
Yine başını ellerinin arasına aldı. Ağladı. Konuşmadan alınan üç birasını daha içti.
“Evet “ dedi.
“Evet oydu.”
“Arkadaşımızın eşinin adını hiç duydun mu? Bu isim çok kullanılmaz anlamı yıldız demektir.
Defalarca dinlemiştim arkadaşımdan hikâyesini, içer ağlar sonra başlardı anlatmaya:
Lise yıllarında üç yıl aynı sınıfta okuduk. Yüreğimizle sevdik, gözlerimizle konuştuk.-Seni seviyorum- nasıl denilirdi? Bilmiyordum, o da bilmiyordu. Ama sevmesini biliyorduk.
Ben askeri okula gittim. Bitirdim. Geldim memleketime. Aksakallı babam bastonuna yaslanarak gidip isteyecekti onu bana.
Ama o yoktu.
Demiryolcu babasının tayini İstanbul Bakırköy istasyonuna çıkmış, o da gitmiş babasıyla. Ortak arkadaşımıza bir mektup bırakmış. O gelir de beni sorarsa bu mektubu ver ona:
BABAMIN İŞ ADRESİ:
……………………………….
BİZ LOJMANDA OTURUYORUZ:
LOJMANIN ADRESİ:
…………………………
GEL BUL BENİ.
BEN DE SENİ…
Gençtim tecrübesizdim. İstanbul Fizan mıydı? Nasıl bulacak, ne diyecektim?
Gidip arayamadım onu. Meslek büyüklerime dedim. Hep yarın dediler. Yarınlar hiç bitmedi.
Nasıl oldu, niye oldu bilmiyorum. Evlendim.
Bu güne döndü:
O benden daha yiğit. Daha mertmiş. Benim onu sevdiğimden daha çok, o beni seviyormuş. Gelecek diye bir yıl beni beklemiş.
Onun yerinde olsam ben de beni affetmezdim.
Şimdi de ben beni affetmiyorum.
Sonra kendimi içkiye vurdum görüyorsunuz işte…
Ben bu yazıyı yazarken arkadaşım kim bilir kaçıncı dublede.
Ama şunu tahmin ediyorum.
YÜREĞİ YANGIN YERİ.
YÜREĞİ TERS KELEPCEDE…
NOT: Bu yazı günün yazısından muaftır.
YORUMLAR
okurken çok düşündürdü yazı bedri abi...
eşini kaybeden arkadaş
Kader işte kaderin önüne geçilmiyor
olacağın önüne geçilemiyor gibi ifadeler kullanmış..
evet ölüme çare yok doğru..
önünde sonunda dermansız bir hastalıksa tutunulan
sonu hüsranla bitiyor...
aynı şeyi diğer arkadaş için de diyebilir miydim? sanmam..
bir an kızın yerine koydum kendimi...
yapılacak bir şeyler mutlaka olmalıydı bence...
hele ki kızcağız bir sene yol gözlemişken....
bu efkara yürek dayanmaz... içsin bakalım unutabilirse...
doldur be meyhaneci boş kalmasın kadehi...
anlatım dili güzel ötesiydi abi...
tebrik ederim...
saygı ile
Bedri Tokul
Yazının özünü ne güzel anlatmışsın.
Yüreğine sağlık Kardeşim.
Selam ve Saygıyla...
Ağabey, kendini alkole verene karşılık vermeyenlerde bir samimiyetsizlik, hüsrana uğrama veya uğratma olsaydı anlatının şimdi hissettiğimiz trajik boyutu fark edilmeyecek, sıradan bir hikaye olarak okunacaktı...
Yani, buradaki denklem hiç basit değil...
Dolayısıyla, kolayca bir yargıya varamıyor, birilerini suçlayamıyor ve kader karşısındaki çaresizliğimizin (bir örnekle) ne olabileceğini anlıyoruz...
Evet, bu anlatı tam bir trajedi örneği...
Ağabey, ustaca yazmanızla bu durumun yakıcılığını okura duyurmuşsunuz...
Hemen her zaman olduğu gibi...
Selam ve saygılarımla.
Bedri Tokul
Benim yazılarıma öyle güzel yorumlar yapıyorsun ki şaşırıp kalıyorum.
Benim yazarken aklıma dahi gelmeyen ilginçlikleri bulup çıkarıyorsun.
Sana binlerce teşekkür ediyorum.
Sağ ol, var ol.
Kader diyemezsin sen kendin ettin şarkısı burada devreye girmeli Üstad..Yaşanacaklar yaşanıyor maalesef..Her şeyde var bir hayır..İçki kimini ketum eder susar oturur, kimini de geveze anlatınca yüreğe oturur..Olan da garibana olur..Sağlıcakla. Saygıyla..
Bedri Tokul
İlk yorum ve yazıya özet gibi bir yorum.
Çok teşekkür ediyorum.
Selam ve Sevgiyle...