6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
828
Okunma

Takvimin Mart günlerinden yaprak kopartıldığı, bir kış gününde köylerindeydiler.
Kar yolları örttüğü gibi, ağaçların da sırtına binmişti.
Oğul babasıyla bir yatakta, annesiyle kız kardeşi de aynı odada başka bir yatakta üst katta yatıyorlardı. Dışarıda rüzgâr vardı. Bazen uğultusu, bazen de önüne katıp sürüklediği kovalardan, tenekelerden çıkan sesler onları huzursuz etse de, odanın sıcaklığı bedenlerini ısıtıyor, yanan sobadan tavana yansıyan ışıklarının oynaşması onları oyalıyordu.
Yorgundular. Yaz kış köylerde iş bitmezdi. Uykuya geçiverdiler.
Bir zaman sonra oğul daldığı uykudan uyandı. Susamıştı. Kalktı, köşede duran testiyi salladı, boştu. Aşağı indi, su aradı. Evde hiç su yoktu. Çaresiz geri yattı.
“Oğlum susadım bir su versene.”
Kendisinden su istediğine göre, çıkardığı seslerden babası da uyanmış, belki de o da susamıştı.
“Baba evde su yok.” Denmezdi, denilemezdi.
Kalktı.
Köyün meydanındaki çeşmeden su getirecekti. Başına babasının papağını taktı, ayaklarına annesinin ördüğü yün çorapları giydi. Giyindi. Dışarı çıktı. Rüzgâr dinmişti, ama hava ayazdı. Gökyüzü parlak ve yıldızlıydı. Ayın ışığı karlarla vurmuş, gece aydınlanmıştı.
Karlara bata çıka gitti. Suyu doldurup geldi eve. Üşümüş, elleri, yüzü soğuktan kızarmıştı. Getirdiği sudan kalaylı bakır tasa doldurdu.
“Baba suyunu getirdim,” demesine gerek kalmadan babası doğruldu:
“Ben susamadım oğul. Suyunu iç rahatça yat. Susuz insanın yüreği yanar, uyku tutmaz.”
Babası bunu söylemek için mi bu soğukta, karda çeşmeye gitmesine ses çıkarmamıştı?
Ya da babasının yüreği oğlunun susuzluğuna mı dayanamamıştı? Veya vermek istediği başka bir ders vardı da kendisi mi anlamamıştı? Çeşmeden suyunu içmiş, kanmıştı. Ama yine de tastaki suyu da içti.
İlerleyen yıllarda babasını, annesini gözyaşlarıyla geri dönülemeyecek yolculuğa uğurladılar.
Daha sonra kardeşi de, kendisi de evlendi. Çocukları oldu.
Pencereden yolu kapatmış, ağaçlara yüklenmiş karları seyrederken o günü hatırladı.
Düşündü:
“ O gün babam bana bir ders verdi. Yapılacak işi ertelememeyi öğretti. Şimdi biz çocuklarımıza kıyamıyoruz. Ellerine diken batsa bizim yüreklerimiz kanıyor. Onların yapması gerekenleri de biz yapıyoruz. Yokluğu görsünler ki varlığın, zorluğu görsünler ki rahatlığın kıymetini bilsinler. Bırakalım hayatı yaşararak öğrensinler. Baba olmak, anne olmak bir yerde de öğretmenliktir.
Dün babamızla, annemizle beraberdik, bu gün çocuklarımızla beraberiz. Yarın biz de olmayacağız, çocuklarımız çocuklarıyla beraber olacaklar. Doğan büyür, büyüyen yaşlanır, yaşlanan ölür. Bu her zaman böyle olmasa da genelde böyledir. Ölüm gelir, biz gideriz. Her ömür kısa, her ölüm erkendir.
Hışımla gelen, esen gürleyen, kış gider. Alesta bekleyen bahar alır nöbeti. Güneş gülen yüzünü gösterir. Kar yağar telaşlanırız, güneş doğar seviniriz.
Böyledir bu döngü.
Sevmekle başlar her şey. Sevmeyi bilmek, sevebilmektir işin özü…”
Perdeyi kapattı. Pencereden çekildi.
Yatacaktı.
Acaba uyuya bilir miydi?