26
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
1367
Okunma


Bazen Edebiyat Defterine yeni üye olduğum yıllara giderim. O yıllarda tanıdığım sevdiğim yazar, şair dostlarımın yazdıklarını tekrar okur, duygulanırım. Kimler geldi, kimler geçti bu sayfalardan? Bazısı kendisi bıraktı, bazıları da bıraktırıldı mı? Bilmiyorum. Birçoğu yok şimdi. Bir CİNOK abimiz vardı. Bilgi deryası. KEMNUR mahlaslı Şarkıcı Halil Sezai’nin babası Kemal PARACIKLIOĞLU kardeşim vardı. Güzel yazardı. Her ikisi de Allah’ın rahmetine kavuştular. Eskilerden görüştüğüm TOYNAK (Secaattin ÖZTÜRK) var. Bir de Ayhan SARIKAYA. Halâ birbirimizi arar, hal hatır sorarız. O yıllarda, bu sayfalarda kurgularla birbirimize seviyeli şakalar yapardık. Defterin müdavimleri de bizi takip eder, Onlar da bazen şakalarımıza katılırlardı.
Geçtiğimiz günlerde TOYNAK başlıklı bir yazı yazdım. “Vayy sen TOYNAK’ı nasıl öyle anlatırsın?”
“Kardeşim kurgu, bu yazıdan kendisinin de haberi var. Hatta konuyu da kendisi verdi” diyorum. İkna olmuyor. Şimdi de Ayhan SARIKAYA’yı yazacağım. Bakalım Onu sevenler de bana saldıracaklar mı?
AYHAN SARIKAYA
Hayat adamıdır Ayhan. Yazdıklarını olduğu gibi süslemeden uzak, duru dupduru bir dille yazar. O bizler gibi(hadi benim gibi diyeyim) günlük yazılar yazsa da, onun branşı romandır. Bende iki romanı var. KORKUSUZ ve FINDIK İŞÇİLERİ. En çok ta Polisiye yazmayı sever. Elinin altında bir roman çalışması mutlaka vardır. Çok ta okur. Ankara’da oturur. Şimdi kızının Üniversitesi nedeniyle İstanbul’da yaşıyor.
Dedim ya hayat adamıdır Ayhan. Gözü karadır. Meraklıdır. Her işe girer. Geçen gün beni aradı:
“ Abi işi ilerlettim. Şimdi de dizilerde oynuyorum.”
“Ooo… Çok iyi rolün ne?”
“Simitçi”
“Hepsi o kadar mı?”
“ Evet, hepsi o kadar. Çekimlerde sadece simit tablasının başında bekledim.”
“ Para veriyorlar mı bari?”
“Elli lira vereceklerdi. Vermediler. Çekimde kullanılan simitleri dağıttılar sadece. Hepsi o. Para mara yok.”
“Şimdi bir şey diyeceğim kızacaksın be Ayhan. Paraya mı ihtiyacın var. Ne işin olur öyle şeylerle.”
“Sorun para değil abi. İnsanları tanıyorum. Yazacağım yazılara malzeme topluyorum. Haklısın bir daha figüranlık yapmayacağım zaten.”
Aradan on, on beş gün geçmemişti ki yine aradı Ayhan. Neşesi yerindeydi. Sesi gürdü:
“Abi sana güzel bir haberim var. Hani dizideki bir rolümden bahsetmiştim ya…”
Güldüm.
“ Elli lirayı mı kurtardın yoksa?”
“ Geç elliyi. Çok meşhur olacağım çook. O dizinin yapımcısı aradı beni.”
“ Ayhan üstadım sizinle mutlaka görüşmem lazım. Sizin için gelmek sorun olacaksa kendi aracımı gönderip aldırayım. Yine o parkta mısınız?” Dedi.
İşi figüranlık olanlarla yapımcıların buluştuğu bir park var. Arada bir, ben de o parka gider, onlarla sohbet ederim. Bazen beni de çekime götürdükleri olur. Bir gün telefon numaramı istemişlerdi, vermiştim. Yine bir figüranlık işidir, küçük bir görüntü alacaklar, para vermeden de savacaklar, benimle kafa buluyor diye düşündüm. Ben de Ona aynısını yaptım.
” Sorun olur gönder” dedim.
Bir süre sonra gerçekten de parka siyah bir Mercedes geldi. Şoför:
“Ayhan Bey kim?”
“Benim”
“Buyurun efendim”
Şoför ceketinin önünü ilikleyip aracın kapısını açtı. Bindim. Dışı tamamen camlı büyük bir binadaki iş yerine girdik. İş yeri çok büyük. Mini etekli genç kızlar, yakışıklı gençler önlerinde bilgisayarlar, duvarlarda dev ekranlar harıl harıl çalışıyorlar. Beni getiren şoför patronun kapısını çaldı.
“Ayhan Bey geldiler Efendim.”
Yerler halı, tavanda kristal avizeler.
“ Hoş geldiniz üstadım.”
Masasının karşısındaki deri koltuğu gösterdi:
“Buyurmaz mısınız?”
Cebinden Malboro paketini çıkardı.
“Sigara?” ”
“Kullanmıyorum.”
İçecek ne emredersiniz, soğuk sıcak…”
“ Kahve, orta olsun.”
Kahvelerimizi içtikten sonra:
“ Beraber bir yemek yer, hem de biraz sohbet ederiz. Sizin için uygun mudur?”
“Sorun yok.”
Merak etsem de belli etmemeye çalışıyorum.
Aynı siyah Mercedes’le lüks bir kebapçıya gittik. İşletme sahibi bizi kapıda karşıladı. Üç dört garson koşuşturarak masayı donattılar. Biraz sonra kebaplar da geldi.
“ Evet… Patron sence masada bir eksiklik yok mu?”
Yüzü kızardı. Başparmağımı ağzıma götürdüm. Anladı.
“Koşun oğlum rakı getirin.”
Kebapla beraber iki duble rakımı içtikten sonra:
“Evet, patron sorun nedir?”
Yutkundu.
“Ayhan Bey biz bu dizileri çektikten sonra dış piyasaya da pazarlıyoruz. Bazı pilot bölümleri fikir edinsinler diye çok güçlü bir alıcı firmaya gönderiyoruz. Amerika’daki o firma görevlilerinin gönderdiğimiz bir bölümde diğer görüntüler ve konudan ziyade en çok siz dikkatini çekmişsiniz. Sizin için –Kısa bir eğitimden sonra O çok büyük bir oyuncu olacak yetenekte-diyorlar. Benden bu konuda yardımcı olmamı istediler. Bütün şartlarını kabul edecekler. Açık konuşayım bende sayeniz de dizilerimi satmak adına büyük bir avantaj elde edeceğim. Ne dersiniz?”
Rakıdan bir yudum aldım. Düşündüm. Şartlarımı sıraladım:
1. Ben Amerika’ya gitmem. Onlar buraya gelsinler.
2. Çekilecek filmlerin senaryolarını benim de üyesi olduğum EDEBİYAT DEFTERİ yazarları yazsınlar.
3. Yirmi milyon da Covit-19 aşısı göndersinler. Ben para istemiyorum. VATAN SAĞ OLSUN…
Ama yine de düşüneceğim” dedim. Kalktım.
Şoförüne:
“Ayhan beyi istediği yere bırak, sonra da gelir beni alırsın” dedi.
Tam çıkacakken geri döndüm:
“Simitçi rolünün hakkı da bu durumda en aşağı dört yüz lira eder. Söz açılmışken ödeme yaparsanız iyi olur.”
Yüzünde acı bir tebessümle verdiği iki adet iki yüz lirayı da cebime koydum.
Şimdi benden haber bekliyor.
“Abi sen tecrübeli adamsın. Şartlarımı büyük bir olasılıkla kabul edecekler. Bu durumda ben de okey diyeyim mi, ne dersin?
“De tabii. Aman Ayhan ünlü biri olunca karakterin değişmesin sakın. Benim de senden bir ricam olacak. Çekilecek filmde bana da bir simitçi rolü ayarlar mısın? Belki de benim de senin gibi bahtım açılır. Ömrümün son deminde ben de meşhur olurum. Kim bilir?”
“Abime bak bee… Sen baş senarist olacak yazdıklarınla meşhur olacaksın. Yeter ki EDEBİYAT DEFTERİ yazarlarından kendine bir ekip kur.
DEFTERİNİN SAYIN YAZARLARI VAR MISINIZ?