Sarıkamış’taydım. Henüz Şırnak ve Cizre bölgesine gitmeye hazırlanan ve eğitim alan iç güvenlik taburunda tim komutanı olarak görev yapmaktaydım. Yıl 1989. Bir gece Alay nizamiyesinde nöbetçi subaydım. Şok mangası tabir edilen ve 10 askerden oluşan birlik benimle birlikte nizamiyede nöbetteydi. 40 kişilik hazır kıta ise koğuşlarında her an emre hazır bir şekilde beklemedeydi. Gece 02.00 civarında birden peş peşe makineli tüfek sesleri gelmeye başladı. Ben dışarı çıkıp baktığımda, aramızda yaklaşık beş km olan ve Allahuekber Dağlarının eteklerinde bulunan Malakan sırtlarındaki bir birliğe izli mermilerle saldırı yapıldığını gördüm. İzli mermi, daha sonra kullanılacak olan daha ağır silahlara hedefi gösterme amacıyla atılan ve arkasında ışıktan hüzme bırakan bir mermi çeşidi olduğundan hedefin neresi olduğunu görmek mümkündü. İzli mermi demek, hemen arkasından daha çok tahribat yapacak silahların devreye girmesi demekti ki öyle de oldu. Ağır makineli tüfekler ve hafif havan tabir edilen ve taşıması kolay 60’lık havanlar devreye girdi. Ateş altında olan mevkiinin birliğin cephaneliği olduğunu biliyorduk. Yani hedef cephanelikti. Ben daha söylemeden şok mangası hareketlenmiş ve toparlanmıştı. Telsizle hazır kıtanın nizamiyeye gelmesi emrini verdim. Yanımda benimle nöbet tutan nöbetçi çavuşa askerlere mühimmat vermesini emrettim. Askerler alabildikleri kadar yedek şarjör alıyordu. İntikal için gelen kamyona binmeleri emrini verdim. Ancak askerlerden birisi yanıma gelerek, komutanım acilen tuvalete gidip gelebilir miyim diye izin istedi. Çabuk git ve gel dedim, gönderdim. Sonra bir asker daha geldi aynı nedenle izin istedi. Tamam, çabuk dedim. Sonra bir diğeri, bir diğeri… Hepsi tuvalete gitmek için izin istedi. 2 dakikada burada olacaksınız dedim. Oldular da… Sadece asker değil, insandılar! Ama öyle bir şey fark ettim ki içim hala yanar. Bakışları… O zamana kadar hiçbir çatışmaya girmemiş, hatta bu kadar yaklaşmamışlardı. Hele içlerinde birisi vardı ki, daha 16 yaşındaydı. Diyeceksiniz ki, nasıl 16 yaşında asker olmuş? Ölen ağabeyinin kimliğini taşıması nedeniyle hayata yaklaşık 4 sene erken başlamış bir çocuktu. Gerçekten de çocuktu. Gözlerindeki tedirginlik, korku içime işledi. Diğer askerlerde de olan bu endişe onda çok fazla hissedilebiliyordu. Çavuşa onu yanından ayırmamasını söyledim. Emredersin komutanım dedi. Hoş o çavuş da bana emanetti. Teker teker gelen kamyonlara bindiler. Ben de kadro silahım olan G3 piyade tüfeğini (Normalde tabancadır ancak timlerde kadro silahı G3’tür) alarak şoförün yanına oturdum ve hareket etmek için telsizden gelecek emri beklemeye başladım. Çatışma hızlanmıştı. Karşı dağın yamacında olduğundan ateşlenme sırasında silahların çıkardığı ışığı ve izli mermilerin havada uçuşlarını rahatça görebiliyorduk. Zaman geçmek bilmiyordu. Zamanın göreceliğini biliyorduk ama ilk defa bu kadar farkına varmıştık; hepimiz… Bir türlü emir gelmiyor, bu belirsizlikte bizi daha çok geriyordu. Bir süre sonra silah sesleri azalmaya başladı, daha sonra da sustu. Muhtemelen bu süre 20 dakika civarındaydı ama bize saatler gibi gelmişti. Telsizle gelen emir, askerlerin yerlerine dönmeleri yönündeydi. Muhtemelen bizden daha yakın olan diğer birlikler olaya müdahale etmiş, zaten taciz atışından ibaret olan bu saldırı püskürtülmüş ve bizim intikalimize ve de müdahalemize gerek kalmamıştı. Askerlere araçtan inmelerini, şok mangasının nizamiyeye dönmesini, hazır kıtanın 2. Bir emre kadar futbol sahasında beklemelerini emrettim. Daha sonra gelen emirle de hazır kıtayı koğuşlarına gönderdim. Sonra şok mangasının yanına giderek rahatlamalarını sağlamak ve nabızlarını ölçmek için sohbet etmek istedim. Hala gergin olmalarına rağmen kendilerini rahat göstermeye çalışan ama gözlerine yuvalanmış endişeyi gizleyemeyen bir halleri vardı. Nasılsınız diye sordum. İyiyiz komutanım dediler. Ne hissettiniz diye sordum, bir an önce gidip arkadaşlarına yardım etmek istediklerini, bunun için can attıklarını söylediler. Oysa ben onların gözlerindeki endişe ve korkuyu görmüştüm. Ki bu ayıp değildi. İtiraf etseler de kimse ayıplamazdı. Ama “asker erkeğin şövalyesidir” mantığıyla beslenmiş zihinleri belki kendilerine bile itiraf edemedikleri korkuyu bastırıyordu. Ancak şundan emindim ki, onların gereğini yerine getirmelerini engelleyecek kadar büyük korkuları yoktu. Sonra, ben yerime geçtim ve onları izledim. Düşünüyorlardı. Neler düşündüklerini anlamaya çalıştım. Muhtemelen annelerini, babalarını, evli olanlar eşlerini, varsa çocuklarını düşünüyordu. Üzerlerindeki üniforma çıktığında ortada sadece ve sadece saf bir çocukluk kalıyordu. Herkes gibi iğne battığında canları yanan, sevinçleri, hüzünleri, özlemleri, hayalleri olan etten kemikten insan yığını… İçimde devasa boyutta bir şefkat ve sevgi çığı oluştu. Gidip hepsini tek tek öpmek istesem de askerliğin verdiği ciddiyete ters düşeceği için o duygumu bastırdım ve içimden öptüm. Daha sonra bu şok mangası ve hazır kıtadan 7 askerim ve yerime görevlendirilen Kahramanmaraşlı Saim teğmen şehit olacaktı. Ama ben yanlarında olamayacaktım. Bu da ayrı bir hikaye… Şehit olan yavrularımıza Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve baş sağlığı diliyorum. Mekânları kuşkusuz cennettir. |