- 384 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEĞİŞMEK GELİŞMEKTİR
Değişmek ve gelişmek, birbirinin nedeni veya sonucu olacak kadar iç içe geçmiş iki derin kavram... Değişmeden gelişme, gelişmeden değişme olmaz. Bir an kırk yıl öncesini düşünelim. O günlerin olgularını hayal edelim. Mesela seksenli yılların başlarında bebek olanlar bugün anne baba, filiz veya fidan olanlar kocaman birer ağaç, çırak olanlar da dükkân veya fabrika açan koca birer usta ya da işveren olmuşlar.
Ancak bazı insanlar hiç değişmiyorlar. Zamanın akışıyla, yukarıda bahsi geçen bebeklerin anne baba, fidanların ağaç, çırakların usta olduklarının dahi hiç farkında değiller sanki. Nedense hep aynı fikirlere sahipler. Dahası onlar fikirlere değil de, fikirler onlara sahip olmuş gibi. Sürekli aynı kitapları okumak, aynı sözleri duymak ve aynı şeyleri konuşmak istiyorlar. Kırk yıl önce düşünceleri nasılsa aynen öyle kalmışlar. Sadece yüzleri kırışmış, saçları beyazlaşmış, simaları yaşlanmış. Yani bedenleri değiştiği hâlde beyinleri ve düşünceleri hiç değişmemiş.
Değişime direnen böylesi kişiler, hemen her grup veya toplulukta var. Birisi, eski cemaatini eleştirse “sen sapıtmışsın”; birisi, Osmanlı’nın birkaç hatasını söylese “sen ecdat düşmanısın”; birisi, Nazım Hikmet’ten bir şiir okusa “sen sosyalist veya solcusun”; birisi, selamünaleyküm dese “sen dinci veya dönek olmuşsun” damgasıyla karşılaşabiliyor. Demem o ki bazı insanlar, maalesef insanlık paydasını bir yana bırakıp birbirlerini hâlâ olmadık kaba söz veya sıfatlarla dışlıyorlar. Oysa hayat ne güzel, doğal olmak ne hoş. Neyi paylaşamıyoruz ki! Şu dünya, şu varlık âlemi; sapıtmışları da(!), ecdat düşmanlarını da(!), solcuları da, dinci(!) veya dönekleri de(!) bağrına basacak kadar rahat, değişken, cömert ve geniş.
Değişim ve dönüşüm, doğal bir olgudur. Doğal olmayan, değişime direnmektir. Çünkü değişim, bir nevi insanoğlunun, varlığın doğal dönüşüme matuf fonksiyonel akışına kafa veya ayak uydurabilme yetisidir. Bundan böyle insana ait değişim olgusu, sadece niyet açısından sorgulanabilir. Dahası “felsefi açıdan irdelenebilir” demek istiyorum. Değilse bir insanın değişimini sorgulamak, kimsenin görev ve yetki alanı içerisinde değildir. Şayet bir değişimin amacı, o anki sosyal veya siyasi gelişmelerden nüfuz veya güç devşirme amacına yönelik ise, bu etik açıdan hoş karşılanmayabilir. Bunun dışında kendilikli ve iradi her değişim, bir gelişim veya dönüşümün göstergesidir.
Yıllar önce bir arkadaşım, “ben değişmeyen dost arıyorum” demişti bana. Bu sözüyle, daha önce yakınlık kurduğu bazı dostlarının, devletin yüksek kademelerine geçince kendisiyle aralarına mesafe koyduğu şikâyetini dillendirmek istiyordu. Başka bir deyişle “değişim” kavramı, arkadaşın bu ifadesi ile olumsuz bir varyant olarak kullanılıyordu. Dahası farkında olmadan ‘değişim’i biz, zımnen kötüymüş gibi lanse ediyorduk. Maalesef bu durum, bir yönüyle hem bu memleketin daha çok boyutlu sorunları olduğunun; hem bu şekil bir kullanımın, “değişim” gibi pozitif bir kavramı nasıl lekeli bir perdeleme ile negatif hâle soktuğunun ipuçlarını vermektedir. Bu da toplumlardaki ‘değişim’in daha çok, gelir dağılımı âdil, liyakat ve üretim esaslı, bireyleri beklentisiz, hiç kimsenin kimseye minnet duymadığı, özgürlükçü bir hukuk devleti ile gelişip serpilecek bir kavram olduğunu ortaya koymaktadır.
Değişim, yerinde ve zamanında olmalıdır. Değişimi, varlığın doğal akışıyla beraber götüremeyen birey ya da toplumların sonu hüsrandır. Başka bir deyişle hayal kırıklıkları, ani şoklar, patlamalı gelişmeler; inkılaplar, devrimler ve yıkılışlardır. Nitekim Cumhuriyet devrimlerinin temel nedeni, Osmanlı ulema ve entelektüellerinin yüzyıllardır biriktirilen değişim arayışına çoğunlukla karşı durmuş; sonuç itibariyle gerekli değişim ve dönüşümü yerinde ve zamanında yapamamış olmalarıdır. Başka bir deyişle, din ve siyasanın temsilcileri sorun çözücü olmaktan çıkınca, patlamaya hazır volkanik dağ gibi yığılan sorunlar, ülkeyi düşman işgalinden kurtaran ve çok samimi değişim ve devrim arayışları olan bir kadro tarafından çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Çünkü doğa, kendisini hayatın akışıyla paralel götüremeyen kişi veya toplumları cezalandırmaktadır. Dahası doğanın, değişime direnenleri ayıklamak, aklını ve beynini kullanmayanları yeryüzü yarışının en gerilerine atmak gibi gizli bir görevi vardır. Bu nedenle toplumsal değişimin çok boyutlu, yerinde ve zamanında yapılmasını istemektedir.
Hemen her felsefi, sanatsal, dinî ve siyasi ekol, gerekli değişimin yerinde ve zamanında yapılmamasına bir tepki olarak doğmuştur. Buradan hareketle materyalizmin, yoğun dinî istismarın yanı sıra aşırı hırs ve ele geçirme güdüsünün; kolektivizmin, dozu gittikçe aşan monizmin; spiritüalizmin, gereğinden daha fazla öne çıkan realizmin; Protestanlığın da değişime sürekli direnen Katolikliğin sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü psikolojik ve sosyal gelişmeler de, tıpkı fiziki olay ya da olgular gibi neden-sonuç ilişkili bir akış seyrine tabidir. Hatta dinlerin çıkışı, bir yönüyle bu akış seyrinin değişim ve dengesini bulma arayışıdır. Ancak dinlerin, çok geçmeden bizzat kendi mensupları tarafından kendi üzerlerine uygulanan tutuculuk ve tahakküm, bu denge ve değişim arayışını bozmuş; sonuç itibariyle bir yığın dinî bölüntü ve mezhep ortaya çıkmıştır. Hülasa, değişime direniş sebebiyle ortaya çıkan bu tepkisellikten, ne yazık ki dinler de nasibini almıştır.
Değişime bilgi, görgü, sanat, kültür ve tefekkürle ulaşılır. Düşünceler de, aynen gökteki hareketler veya yerdeki fenomenler gibi, yuvarlak bir seyir izleyerek kâinatta yol alır. Bundan böyle düşünen ve okuyan beyinler, habbe kadarcık zihin dünyalarını genişletir genişletir, sonunda gök kubbeyi anımsatan bir yay çizmeye başlar. Ve bu genişleme bir gün genleşir genleşir, deyim yerinde ise kendi kuyruğunu yemeye başlayan dev bir yılan gibi öz benliği ile zıt bir konuma ulaşır. Dahası fikirler kendini aşmaya, benliklerini tüketmeye başlar. Dolayısıyla o kimse, dün ak dediklerine bugün kara, kara dediklerine de ak diyormuş gibi tuhaf bir durum ortaya çıkar. Aslında böylesi benlikaşırı bir olgunun sonunda, bazı görüş ve düşünceler tam tersi bir konuma dönüşmüş olur. Başka bir deyişle o kişinin zihin dünyası, lokalden evrensele, damladan denize, köyden küresele erişir.
Tabii ilk bakışta insana çelişkili gibi gelen bu zıt durum, bir tutarsızlık gibi görünse de, haddizatında olumlu veya olması lazım gelen bir gelişmedir. Çünkü art niyetli, çıkar amaçlı, barometre misali havaya göre şekil alan bir değişim değildir bu. Bilakis sebebi salt düşünce, okuma ve araştırma olan; dolayısıyla hem etik hem kozmografik açıdan takdiri hak eden bir olgudur. Hatta bireyler ve toplumlar, böylesi çelişkili olgularla iç içe olmaları nispetinde ileri ve medenidirler, desek konuyu abartmış sayılmayız. Zira benden bize, parçadan bütüne, kibirden tevazua, çiğlikten olgunluğa, dereden deryaya, azdan çoğa gelmek, görüntü itibariyle çelişkili bulunabilir. Ama hakikat itibariyle değişim ve zıtlıkların en güzelidir.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.