10
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
1040
Okunma

Şehrin mahallelerinden küçük bir mahalle; Uzan Bulağının üst başı, Kevser abla ve Şeyh dayının ömürlerini tükettikleri sokak.
"Hangi mahle… babam..?" diye sorulursa çarşının öte başından;
"Teee... orası... " diye bir kol uzanır cevap yerine eminim karşıdan.
Eski bir kültürdür şehrin her caddesinde küçük kürsülü kahveler, sorunların öbek öbek yığıldığı, kimi zaman öykülere karıştığı ve bir bilinmezliğe doğru yol alırken, sonun nereye varacağı da bilinmez.
Sokaklarında korku ve cesaret ayrılmaz ikilidir, iyilik ve kötülük gibi. Hem güven, hem de kuşku duyarlar. Şefkat ve zalimlik öyledir. Fedakârlık ve bencillik ise her zaman at başı gibi yan yana gider. Yüz yıldır insanların cehaletine, cömertliklerine, yoksulluklarına, aptalca kurnazlıklarına, samimiyetlerine, birbirlerini acımasızca cezalandırmasına tanıklık etmiştir. Hayat mı insafsız davranıyor, insanlarda merhamet mi kalmadı anlamadılar bunca zamandır.
Ve sevginin eksik olmadığı küçük dar sokaklara yansıyan ulvi ailelerin göçmesi ayrı bir dert olmuştur.
Yaz karanlığıdır geç çöker, dağın kuzey yanı göz gözü görmez olmayınca. Kurtik yamaçlarında bağ evlerin ölgün ışıkları gece boyunca bir yandı, bir söndü. Gölgesi şehrin üstünde saatlerce gezindi, durdu. Balkonlarda çaylarını keyifle yudumlayanlar ıhlamur ağacın cömertliğine teşekkür edercesine kokusunu içine çektiler ve gecenin sesini dinlediler.
Sokağında ya da bahçelerinde – bahçeler kaldıysa eğer - halen ıhlamur ağacı olanlar bilirler. Bahar aylarında sokağın her bir yanı ıhlamurun kokusu sarardı sarıçiçeğe durduğu Mayısların son haftalarında. Daha sokağın başından bir sevgi seli gibi karşılar sarhoş eden kokusu. Sonra hafif esen küçük bir yele dayanmaz, çiçekleri tek tek dökülürdü. Rüzgarın önünde küçük hareketlerle dans ederken bile kokusunu hiç esirgemezdi.
Bir gün; kimsenin bilmediği, tanımadığı üç beş adam ellerinde baltalarla geldiler, bahçenin ağaçlarına ilk darbeyi indirdiler. O direndi önce, sadece acı bir çığlık atarcasına sarıçiçeklerini döktü gözyaşlarının yerine. Gövdesine inen baltanın ilk darbesine direndiyse de fazla dayanamadı.
Ve Ihlamur ağacını kestiler; kokusu gitmedi, inledi,
Yerine yeni bir binanın tuğladan duvarları yükseldi.
Sabahın erken saatlerinde yumuşak güneş ışınları komşu binanın dik cephesine vurmuştu, balkonun tam ıhlamur ağacına baktığı tarafa. Yaşı ilerlemiş Kevser abla tırabzanlara tutunarak taşlı merdivenlerden aşağı indi. İstem dışı, her zaman güzel kokunun geldiği tarafa baktı, ağacın kuru yaprakları sabah yelinin önünde dans edercesine sakin kıpırdanırken, yeni binanın diğer yanı gölgelikti.
Ağrıyan dizlerinin acısına aldırmadan hayıflandı, yerde kesilmiş ıhlamur ağacının kurumuş dallarına uzun uzun baktı. Elindeki bastonuyla kuru yaprakları karıştırdı.
“Keşke ıhlamur ağacının yaprakları hiç dökülmeseydi.” Diyerek hayıflandı.
Güngörmüş, gün geçirmiş yaşlı abla yutkundu, gözleri gibi boğazı da dolmuştu. İki eliyle bastona dayanarak geçmişe daldı. Şu sokaktan kimler geldi, kimler geçti saymakla bitmez. Kendisi de bir ömür geçmemiş miydi? Bir ayağı çukurda sayılır artık, ama ıhlamur kokusunu unutmuş değil. Yeni binadan yana bakarken gözleri nemlenmişti. Sabah güneşine karşı gözlerini kırptı, kısa süreliğine başını yana çevirdi. Binanın önüne yeni model beyaz bir araba yanaştı, üç adam indiler.
Mevsimler çabuk değişti, insanlar da öyle… Ihlamur ağacı artık yoktur, ama kokusu duruyor, hiç silinmedi mahallenin üzerinden.
Kurtik tepesinde iki defa arka arkaya şimşek çaktı, havada yağmur kokusu vardı. Soğuk bir güz akşamında bağ evleri karanlıklara gömülürken, Şeyh dayının mahallesi çoktan üşümüştü.
05 OCAK 2021
Mehmet AKIN