6
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
1493
Okunma

Mavi dağdaki hudâyînâbit ağaç hiçbir dalının ve yaprağının kırılıp dökülmesini istemiyor. Rüzgârın etkisinde kalıyor ve efsununda kaldığı gökkuşağını en çok mavisinden yakalıyordu. Sözcüklere dökülmesi imkân dâhilinde olmayan, bir esinti kanatlanmasıydı bu.
En güvenli o yerde üst üste dizili taşa tünemiş dağın mavi kuşu, sarılır gibi kanatlarını açarak şakayla karışık fısıldadı:
" Hiç vaktim kalmadı artık, yağacaksan yağ."
Hudâyînâbit ağacın dibine kök salan gelincik bir itirafta bulundu ona: " Ben dahi daha yiğidim rüzgâra karşı durmaya, bu bulutun rengi benden kızıl mı, yağmaya" .
Rüzgâr, renklerinin yoğunluğuna kapılıp gitmekten korkuyor, öfkeli yanına öykünerek; koyuldu yeniden göğün gözlerini anlamaya... "Sevmek anlamaktır", diye nazlı nazlı sızlandı.
Hüzünlü biri, bir çıkış arıyor ve saf bir yaratıyla sıyrılıyor hüznünden.
Bu muhabbeti duyan ısrarlı hâline vav bir virgül: " Çok naif ve çok sert olmanın bir dengesi olmalı" diyerek kıvrıldı içine. Yan yana gelmiş iki nokta, kilit taşı olarak kendi kendisini aniden beliren duvara kabul ettiriyordu.
Bu ısrarlı hâle mavi dağ kuşunun ağlamaklı olduğu, kanatlarındaki hüzün sesinden belli ediyordu kendisini. Bir gürültünün rüzgârıyla kuruyan sözleri, ağacın hışırtısını örtüyor, yeşeren her yaprağa bir isim buluyordu.
"Yakınlaşıyoruz", diye bağırdı elinde çalparasıyla gecenin karanlığını yırtan bir ses. Gecenin, boydan boya geçilmesi, kömür kalemle üstünden çizilmiş izlenimi veriyordu adeta.
Mavi dağ kuşu bir yandan kendini içinde hapsettiği demir parmaklıklardan kurtarmak için çabalıyor, öte yandan da dilindeki pası dişlerinin arasına sıkıştırmaya çalışıyordu. Dudaklarını biraz aralasa yüreğindeki sıcaklık uçup gidecek bir buluta karışacaktı hâlbuki.
Ağaçla taş arasında esen rüzgâr, külrengi bir sözün müziğini savurdu toprağa.
Mavi dağ kuşu, üst üste dizili taşların üzerinde... Yağan yağmuru sakince ve susarak yanıtlayabildi.
Uzun bir yoldan gelmişe benzeyen yağmakla yağmamak arası kararsızlığında kalmış ince, hafif bir yağmur, sokağın sessizliğinden ve vaktin müsaitliğinden istifade ederek duyuruyordu sesini: " Yağmak hiç bu kadar güzel olmamıştı".