7
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
721
Okunma
Kırkbir kere maşallahın üzerinden iki yıl daha geçti bugün. Yan yana durarak boy aynasından kendimizi seyrederken saçlarımıza biraz daha ak düştüğünü, gözlerimizin çevresini mor halkaların süslediğini, hayatın zorlukları altında inleyen omuzlarımızın fazladan çöktüğünü gördük. Mutluluğumuzu seyre dalarken biraz daha yaşlanmış olduğumuz gözlerimizden kaçmadı ve aynadan yansıyan mutluluk okunuyordu kırışmış da olsa yüzümüzde.
Kırk üç koca yılı geride bırakırken bugün bir yaş daha mı büyüdük ne? Yine de kırk üç kere maşallah diyen diller var olsun.
12 Eylül faciasından önce siyah beyaz televizyonlarda köle avcılığı ve ticaretini konu edinen “KÖKLER” adlı bir dizi vardı, o günün yaşayanları bilirler. Dizide geçen bir yaşlı köle kemancı amca, ölüm gününe kadar hep başkaları için keman sanatını icra etmişti. Öleceği gün içine doğmuştu sanki kemanın akort düzenini ayarladıktan sonra sırtını kocaman yaşlı bir – yanılmıyorsam - sedir ağacı gövdesine yaslayınca, yüreği sökülürcesine derin bir nefes almıştı.
“Şimdiye kadar hep başkaları için çaldım kemanı, bugün sadece kendim için çalacağım” dedikten sonra ruhları titreten hazin nağmelerle çalmaya başlamıştı, kendinden geçerek ruhunu teslim eden sahneyi hiç unutamadım bunca senedir.
Bizimki de köle kemancı amca misali, meslek hayatımız boyunca kalemimizi küçük dostlarımız için, emekli günlerimizde ise toplum yararına kullanmaya çalıştık, ama bugün 1 Ekim evlilik yılımızın kırk üçüncü yılı münasebetiyle kalemi kendimiz için kullanalım dedik müsaadenizle.
Saçını süpürge eden kadınlar vardı eskiden Handris’in köylüklerinde ve Anadolu’nun her bölgesinde. Tarlalarda çalışırlarken, bugün toplum olarak yaşadığımız travmaları atlatarak mutlu olabilmişler miydi? Evlilik yıl dönümlerini bildiler mi, hayatı çocuklara zehir eden şimdiki boşanmalar almış başını giderken, acep bu kadar mutlu muydular ( !!! ) bilmiyorum inanın?
Onca sene hayatın acılarına beraber göğüs gerdik, tatlı yanlarını beraber yaşadık, beraberliklerimiz bu güne dek sürdü nice milyonlar misali evlilikler gibi. Çocuklarımız büyüdü boy boy, neşemize neşe katarken bir yandan, bir yanımızı da alıp götürdüler.
Hayat bu kolay olmasa gerek…
Kavgalarımız kapıdan dışarı sızmadı hiçbir zaman, ayıplarımızı kimsenin görmesini, duymasını istemedik, aramızda çözdük – fındıkkabukları büyüktür - incir kabuğunu doldurmayan çetrefilli sorunlarımızı. Gün vardı ki soframız yerden kalkmazdı, misafirler kısmetleriyle şenlendirirlerken hanemizi. Ne çok misafirlerimiz vardı bir zamanlar ve biz ne çok mutlu olurduk gelip gidenlerle. Bir şey var ki, kısmetimizden gayri bize ait olmayan bir tek lokma yer almadı soframızda. Gün oldu sadece bulduklarımızla yetinmeyi bildik, Rabbimize şükürden geri kalmadan.
Yaptığımız her işte evvel Allah’ın payını bırakmayı unutmayınca karşımıza neler çıkmadı, neler… Yardımseverlikte adeta yarıştık mı ne? Kötülük mü, neden aklımızın köşesinden geçmedi bir gün? İlk sıraya “dürüst davranmak” eylemini yerleştirince; her şey koşarak ayağınıza gelir. Haklı durumlarda cesaret yanınızdan eksik olmaz, diliniz çözülür su misali akar gider. Karıncanın su içtiği deyimi misali gibi netleşince kişilik ve silinince her türlü kötü duygular paslı yürekten, adam gibi adam olur işte o zaman insan, çünkü yaratılışın gayesi olan İnsanları yetiştirmeye çalıştık hiçbir menfaat beklemeksizin. Eğer halen tanıyan, bilen insanların hayır duasını alabiliyorsak ne mutlu, gönül rahatlığı ile görevimizi tamamlamış olduk demektir.
Maneviyatımız geliştikçe yumruk büyüklüğündeki yüreğimize yerleşen insan sevgisi daha da büyüdü, biz de büyüdük. İnsan olmayı öğrendik birlikte fakiri fukarayı gözetirken ve de konu komşuyu, hem de akrabayı… Saygıdan kusur etmeden ömrümüz boyunca, sevmeyi asla unutmadık.
Ya… sevildik mi? Onu bilmem, ancak Allah bilir …!!!
01 Ekim 2020
Mehmet AKIN