10
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1242
Okunma

Ağustos böceği devamlı saz çalar, şarkı söylermiş. Bütün yaz mevsimini böyle geçirmiş. Derken kış gelmiş. Soğuktan oldukça üşüyormuş. Kış için hiç hazırlık yapmamış. Karnı da çok açmış. Aklına komşusu karınca gelmiş. Karıncanın ambarları ağzına kadar yiyecek dolu. Komşusunun kapısını çalmış:
“Ne olur komşum bana biraz yiyecek ver.”
“ Sen bütün yaz saz çaldın. Kış için hazırlık yapmadın. Şimdi de oyna bakalım biraz” demiş.
Kapıyı yüzüne kapatmış.
Fransız yazar Jean de La Fontaine’nin anlattıkları, özetle bu.
Bu Fransızlar oldum olası yalancı bir millet. Bu masalda külliyen yalan. Atladım uçan halıya üç dakika sonra Paris’teyim. Katladım uçan halımı arka cebime koydum. Eiffel kulesinin etrafında dolaşıyorum. Buradan hazırlıklı ayrıldım. Elimdeki kâğıtta; Fransızca “Lütfen beni La Fontaine’in evine götürün” yazıyor. Uzattım kâğıdı bir taksiciye. Taksici “ Atla” dedi. Yok yok. Taksici Türkçe bilmiyordu. Bin diye işaret etti bir şeyler söyleyerek. Dese dese "Atla" demiştir. Beni La Fontaine’nin evinin önünde bıraktı. Taksiciye yüz Euro verdim. Paranın üstünü verecek oldu. Elimin tersini salladım, "üstü kalsın" anlamına. Sevinerek uzaklaştı.
La Fontaine’nin evi büyük bir köşk. Adam bir masal karalıyor, bir köşk parası kazanıyor tabii. Evin önünde koruma var. O na çantamdan çıkardığım La Fontaine’in kitabını gösterdim. “Üstada imzalatacağım” dedim. Anlamadı, hık mık.
“ Non, non” dedi. Bende anlamadım. Sonra başını yukarı kaldırdı. Gözlerini yumdu. O zaman anladım.
Beni içeri almak istemiyor. Onun da avucuna yüz Euro’yu sıkıştırınca, beni reveransla içeri buyur etti. Beyaz önlüklü bir hizmetçi beni La Fontaine’nin odasına kadar götürüp ayrıldı. La Fontaine’nin masasının üzerinde bir diz üstü bilgisayarla, Hayvanlar Ansiklopedisi var. Gözünde gözlük ansiklopediyi karıştırıp karıştırıp bilgisayara bir şeyler yazıyor. Gözlüğünün üstünden bana baktı. Sonra yine yazmaya devam etti. Allah’ın hikmeti işte. Ben bir anda Fransızca konuşur oldum.
“Salut vieille Main” (Merhaba) dedim. O:
“Quoi ?” (Ne var?)
“Maitre,je suis turc,je suis venu vous rencontrer, contrer,comment dire”
(Üstat ben Türküm sizinle görüşmeye geldim.)
“Sortez” (Defol) deyince,
“Tu es un menteur.” (Sen bir yalancısın.) dedim.
Öfkelendi. Ayağa kalktı tepiniyor. “ Ben büyük bir yazarım. Sen bana nasıl yalancı dersin” diye bağırıyor.
Onun:
“viens t’asseoir” ( Buyur otur.)
Demesini beklemeden masasının önündeki sandalyelerden birini aldım. Sosyal mesafeyi korumak adına masasından bir, bir buçuk metre uzağa götürüp oturdum. Maskemi taktım. Sağ elimi bir iki defa sol göğsüme vurdum.
Sakinleşti.
“Ben bilir biraz Türkçe. Gelmek var sen niçin?”
Rahatlamıştım. Benim anlatacaklarımı anlayacak, bende onun bozukta olsa Türkçesinden ne dediğini anlayacaktım. Hemen söze girdim.
“ Lan Forten ben senin yazdığın AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA masalının yalanlarla dolu olduğunu söylemeye geldim. Sözümü kesme de sonuna kadar dinle.”
Eliyle devam işareti yaptı.
“ Ağustos böceği denilen o canlı on yedi yıl toprak altında kaldıktan sonra yeryüzüne çıkar, üç dört hafta yaşadıktan sonra Temmuz, Ağustos aylarında ölür. Kışı göremez, karınca diye de bir böceği tanımasına imkân yoktur. Sen nerenden uyduruyorsun bu yalanları ? Neredeyse üç yüz elli yıldır tüm insanları kandırıyorsun?”
Gülümsedi.
“ Nereden bilmek sen bunu?”
“Sadece sende mi var İnternet. Biz de bilmediklerimizi Ondan öğreniyoruz.”
“Evet… Sen var çok akıllı bir Türk. Sevmek seni. Şimdi de sen dinlemek beni. Siz benim masallarımı okumak var çocuklarınıza. Onlar da var uyumak. Ben demek başka şeyler. Uyumak için değil. Uyanmak var, anlayınca derin anlamı. Ben anlatırım hep hayvanlar. Ama vermek isterim insanlara hep bir ders… Cigale ne yapmak var? Çalışmamak. foirmi ne yapmak var? Hep çalışmak. Siz ona işçi, üreten dersiniz. Cigaleyi koruyan Frelonlar vardır. Her dediğini yaparlar. Ne demek siz ona? Eşek arıları. Frelonlar gider foirmilerin üretimlerini elinden alır Cigaleye getirirler. Vermek istemeyenlerin ince boynunu koparıp öldürürler. Bazen bir foirmi karşı çıkmak ister bu düzene. O nu da toile d’araignee ye yani örümcek ağına atarlar. Orada kıpırdayamaz. Kurtulamazsa orada ölür. Siz ona demek var ney? Kodes yok yok hapishane.
Siz diyorsunuz: AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA. Okuyunca bunu uyuyun.
Ben diyorum: FOURMİ AVEC CİGALE. Okuyun, anlayın uyanın. Böyle düzenlere karşı gelin. Cigaleler masalda anlattığım durumlara düşsün. Anlamak var şimdi sen?
Anlamıştım. Bazı şeyleri okuyup geçmemek altındaki derin anlamları düşünmek lazımdı.
Konuyu değiştirmek için,
“Üstat Macron hakkında ne düşünüyorsun?
Güldü.
“ O cahil o enfant (çocuk). Birileri ona historire (tarih) anlatmak lazım.
Ayağa kalktım:
“Üstat bana müsaade. Üç yüz yirmi beş sene öncesinden gelip beni aydınlattınız. Sizinle yakın temas vedalaşmak isterdim. Malum Corana belası.
Güldü.
“Akıllı Türk, Türk çok akıllı."
Çıkardım arka cebimden uçan halıyı. Bulutlarla tokalaşarak geldim, oturdum bilgisayarın başına.
Bir masal da ben yazdım.