23
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1442
Okunma


Sabahın yeni aydınlandığı saatlerde iş hanının merdivenlerin aceleyle çıkan kadın, bugün teslim etmesi gereken siparişleri, yapacaklarını düşünüyordu kafasında. Merdivenleri silenleri görünce ‘kolay gelsin’ dedi. Çantasından anahtarları çıkarmaya çalışırken yüzlerine bakmadı bile…
- ‘Ya demek böyle oldu şimdi?’ dedi adam. Yanındaki kadın, ‘sus’ der gibi dürtüyordu onu.
İş sahibi kadın koridorun loş ışığında çok net görülmeyen yüzlere dikkatle baktı, tanımadı.
- ‘Bana mı dediniz?’ dedi.
- ‘Evet, abla sana dedim. Şimdi merdiven siliyoruz diye utandın mı bizden?’
Genç kadın, yaklaştı daha dikkatli bakmaya başladı. Adamın beyazlaşan bıyıkları sararmaktan yağ rengine dönmüştü. Konuşurken ağzını kontrol etmekte zorlanıyordu, çünkü birbirine değemeyen birkaç diş vardı sadece ağzında, o nedenle sözcükleri de tam seslendiremiyordu.
Temizlik fırçasının uzun sapını elinde hızla döndürüyordu, çok gergin olduğu belliydi, tırnakların çok uzun zamandır kesilmediği, zorlandıkça kırıldığı da. İçlerinin simsiyah rengi de onların ‘durumlarını’ yeterince anlatıyordu. Parmak uçları taşlaşmış gibiydi, boylamasına yarıklarla doluydu.
Hanımı, iki büklüm vaziyette onun süpürdüğü merdivenleri silmeye çalışıyordu elindeki bezle, ‘söyleme sakın’ der gibi de arada bir kızgınlıkla bakıyordu kocasına.
Adamın ses tonunu tanıdı kadın ama çıkaramadı. Geri döndü, atölyesinin kapısını açtı, onları içeri buyur etti. Adam gitmeye niyetlenirken karısı gömleğinden tuttu, hiç konuşmadan sadece baktı.
- ‘Ne be!.. Yabancı mı o?.. Hadi gel, gidelim!...’ dedi adam.
İçeri girdiklerinde kadın bütün ışıkları açtı. Burası moda atölyesi olduğu için ışıklandırma çoktu. Döndüğünde kendine ısrarla bakan bir çift yeşil göz gördü. Feri gitmiş, sağlıksız bir yüzle uyum içinde, kırgın bakışların yansıdığı bir çift yeşil göz!..
- ‘Ethem!.. Sen misin?’
- ‘Benim ya Aysel Abla!.. Tanımadın değil mi?
………………………………………………..
Yıllardır bu atölyeyi ortağıyla çalıştırırken şehrin en zenginlerinin ailelerine her türlü giysi dikmişlerdi. Manto, döpiyes, elbise, tuvalet…
Hem işleri çok beğenilirdi hem de sosyal ilişkileri. Birçoğuyla uzun süren provalarda yaptıkları sohbetlerle ahbaplık gelişmiş, bazılarıyla kalıcı aile dostlukları yaşanmıştı.
İPLİKÇİLER, şehrin en köklü ailelerinden biriydi ve uzun zamandır onların müşterileriydi. İki kızları bir oğulları vardı. Holding yönetimin oğullarına bırakmayı düşünüyorlar, sağlıklarında kızların paylarını ayırarak onların ilerde bir sorun yaşamalarını da önlemiş oluyorlardı.
Ablalarıyla oğlanın arasında çok yaş farkı vardı, ‘tekne kazıntısı’ dedikleri oğullarının doğumu onlar için ‘vâris geldi’ gibi olmuştu. O nedenle fazla şımartılmıştı. Bütün servet neredeyse ona kalacaktı ama iş yerine uğradığı yoktu. Gençti, yakışıklıydı, zengindi… bir dediği iki edilmiyordu. Herkes etrafında pervane gibi dönüyordu.
Bir süre sonra onu evlendirmeye karar verdiler, ama kızı kendileri seçeceklerdi. Delikanlı itiraz etmedi, o nasıl olsa hayatını yaşamaya devam edecekti, bu arada soyu da sürecekti!..
Temiz, orta halli bir alenin güzel kızına görücü gittiklerinde mahallede yer yerinden oynadı. Kapıya yanaşan arabalar, özel şoförlerin açtığı kapılardan içinden inenlerin şıklığı, yürüyüşleri, takıları… herkes sokağa dizilmiş onları izliyordu.
‘Başına devlet kuşu kondu’ denilen aileden bekledikleri cevabı alamadılar. Baba, böyle bir evliliği uygun görmediği için kızını vermeye yanaşmıyordu. Onlar gelinlerine neler alacaklarını saydıkça baba daha çok huzursuz oluyordu. İşte bu yüzden istemiyordu bu evliliği!.. O ne alacaktı şehrin en zengin ailesine mensup damat adayına?.. O ezikliği yaşamak, kızına da yaşatmak istemiyordu.
Oysa kız, delikanlıyı çok beğenmişti, üstelik annesi de istiyordu bu evliliği… Araya babanın hatırını kıramayacakları koydular, sonunda söz aldılar!.. Ardında çok gösterişli bir nişanı damat tarafı üstlenerek yaptılar. Kızın babasının yüzü hiç gülmüyordu.
Üstü açılan 1960 model kırmızı Porsche’yi nişan hediyesi olarak oğluna alan baba, onların bu günlerinin keyfini çıkarmalarını istiyordu. Kendi babası çok disiplinli bir adamdı, öyle gençlik heyecanı falan dinlemez, kendisiyle beraber çocuklarını da sabahın erken saatlerinde fabrikalarına götürür, işi öğretmek için çok çabalardı. Kendi gençliğini çok yaşayamamıştı, oğlu bu keyfi sürsün istiyordu.
Bu sürede, mahalle terzisinden başka bir yeri bilmeyen kızı mağaza mağaza dolaştırıp yeni durumuna uygun giysiler çantalar dolusu alınıyordu. İşte bu sürede tanıdı Aysel gelin kızı. Ölçüleri alındı, kalıpları çıkarıldı, Avrupa kumaşlardan onlarca giysi dikildi. Provaya bile gelmesine gerek yoktu, manken gibi kızdı, teslim sırasında son bir kez giydirilip ( varsa ) küçük düzeltmeler yapılıyordu. Ethem’in bütün ailesi çok mutluydu. Hanım hanımcık, çok güzel, uyumlu bir gelin geliyordu eve…
İki genç arabanın hakkını vererek her yeri geziyorlardı. Hem böylece kıza, sosyal çevrelerini hem de sonra hep beraber gidecekleri yerleri de tanıtıyordu. Bazen birkaç gün ortadan kayboluyordu Ethem. Annesi huzursuz oldukça babası:
- “Benim oğlum ne yapacağını bilir hanım. Ben gözlüyorum onu, sen merak etme!...’ derdi.
Evlilik tarihi belirlendi ve hummalı bir hazırlık daha başladı. Gelin kız da havaya girmiş ve gelinliğini Paris’ten istemişti. Uygun kaynaklardan ulaşıldı ve oradaki bir moda evinden randevu alındı. Kumaşlar, güpürler, tüller, duvak beğenmek ve prova olmak için haftalarca İstanbul’a’ gidildi, oradan Paris’e uçuldu. Ayakkabısından parfümlerine kadar her şey oradan alındı.
İstanbul’da yalıda ilk kez bu aile düğün yapacaktı şehirde. Davetliler de özel hazırlanmaya başladı. Giysilerinden düğüne götürecekleri takılarına kadar. Otobüslerle taşındılar, düğün için çoğu. Yalıda dillere destan düğünle evlendiler.
Gençler şimdi de ‘yeni evliliğin’ tadını çıkarıyorlardı, dünyayı geziyorlardı. Döndüklerinde Ethem yine arada birkaç gün yok oluyordu. Gelin de alışmıştı buna. Çok da takılmıyordu buna çünkü arkalarında dağ gibi kayınbabası vardı.
Kısa bir süre sonra, bir akşam yemeğinin ardından kalp krizi geçiren babayı kaybettiler!.. Henüz çok yaşlı değildi, üstelik sapasağlam adamdı, doktora bile gitmezdi. Hiç kimse buna hazırlıklı değild!..
Her şey çok hızla ters döndü. Ethem, bu kadar erken olacağını düşünmediği için işle hiç ilgilememişti, şimdi kim ne derse onu yapıyordu. Yavaş yavaş, taşınmazlar elden çıkarılmaya başlandı, onlar da açığı kapamayınca fabrikalar yok pahasına elden çıkarıldı, tabii bu arada Porsche de satıldı… Evdeki çalışanları sayıları azaltıldı önce, konak da satılınca babalarının büyüdüğü şehirdeki eski bahçeli eve taşındılar.
Kimse bu servetin nasıl bittiğine akıl sır erdiremiyordu. Ethem’in kumar tutkusunun babasının ölümünden sonra iyice arttığı, her gece oyuna bir tapuyla gittiği anlaşıldı. En sonunda da işletmeleri koymuştu masaya!..
…………………………………………
Bu yaşananları duymuştu Aysel ama hep bir abartı payı var zannetmişti. Yokmuş meğer!..
O zarif delikanlıyı ve karşındaki adamı karşılaştırdı zihninde, bir de erkenden havalara girip zamanla diktikleri dikişleri beğenemeyerek İstanbul’daki moda evlerinden giyinen gelinle, örtüsünden keçe gibi saçları fırlamış, göz altları mosmor karşısındaki kadını.
İnanılır gibi değildi ama gerçek karşısında duruyordu.
Onları utandırmamak için işyerine daha geç gitmeye onlarla karşılaşmamaya çalıştı Aysel. İş hayatı süresince zigzaglar çizenleri biliyordu ama bu kadar dibe vuranlara ilk kez tanık oluyordu!
‘Hazıra dağlar dayanmaz!.. demiş atalar…
Dayanmadı!...
NOT: Bu yaşananlar gerçek bir yaşam öyküsüdür, o nedenle bütün özel adlar değiştirilmiştir.
Günün Yazısı taltifiyle yazımı onurlandıran Seçki Kuruluna, paylaşımıma ilgi gösteren, yorum yapan değerli arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim. Saygılarımla...
07.08. 2020 Serap IRKÖRÜCÜ