14
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
1102
Okunma


Mahalle kültürünün henüz yok olmadığı, komşularımızı akrabalarımız gibi yakın saydığımız, sevdiğimiz güzel dönemlerdeydik henüz. Yaz ayları artık başlamış ve beraberinde boğucu sıcakları da getirmişti.
Konu komşu serinliğin çıkmasıyla beraber genelde akşamın geç saatlerine kadar kapısının önünde veya bahçelerinde otururlardı. Gün boyu sıcak hava insanları bunaltırdı çünkü.
Haziranın on-beşiydi o gün. Kardeşim arkadaşlarıyla mahalle içinde koştururken, ben de bahçede arkadaşlarımla, kâh kulaktan kulağa kâh sessiz film oynayarak eyleniyorduk.
Bahçenin kapısı açıldı ve baktım gelen babam. Kendisi birkaç gün önce emekli olmuştu ve o akşam arkadaşlarıyla kutlama yemeğine gitmişti. Arkasında da elinde kocaman bir tepsi ile yakındaki muhallebicinin çırağı girdiler bahçeden içeri.
Adamın elindeki tepsinin içi de bilmem kaç porsiyon üzeri dondurmalı, tavuk göğsü ile doluydu.. Bunu görür görmez hemen “Anne babam geldi, Bak bize ne getirmiş!” diye sevinçle seslendim.
Babam, sanki biraz da çakır keyifti. Bu yüzden olsa gerek, annemin gönlünü almak için önce yakındaki muhallebiciye uğramıştı. Bizleri kapıda yalnız bulmayacağını tahmin ettiği içinde böyle bir cömertlik yapmıştı.
Bu jest annemin hoşuna gitti gitmesine, tavukgöğüslerini dondurmaları erimeden hemen hepimize paylaştırdı. Ancak sitemini yapmaktan da geri durmadı. Bu sitem ne babamın geç gelmesine, nede arkadaşlarıyla kutlama yemeğine gitmiş olmasına değildi.
O bir kalp hastasıydı ve daha önce iki kez enfarktüs geçirmişti. Doktoru sadece akşamları 1 kadeh şarap içmesine izin vermiş, hatta bunun kalbine faydalı bile olacağını söylemişti. Ama belli ki babam, o gece sınırlarının dışına çıkmıştı.
Tabi evin babası eve girince bizlerin de sokak keyfi sona ermiş hepimizin peşinden toparlanıp içeri girmiştik Ancak iki ağabeyim hala ortalıkta yoktu. En büyük ağabeyimiz zaten askerde olduğu için yoktu. Babam “Oğlanlar nerede?” diye sorunca, annem “ sinemaya inmişlerdi dedi, gelirler birazdan!”
Annemin bahsettiği, teyzesinin Tophanedeki yazlık sinemasıydı. Firuzağa’dan yokuş aşağı inilerek gidildiğinden “sinemaya indiler” demişti. Biz de her film değiştiğinde izlemeye giderdik. Ellerimizde çekirdekler, gazozlar çok keyifli olurdu açık havada film izlemesi.
O zamanlar ne çok Hint filmi getirirlerdi. En çok hafızamda yer edenler, Raj Kapoor ve Nergis’in aşklarını anlatan filmler. Dikkatle izler onlar gibi dans etmelere, el kol hareketleri yapmaya çalışırdık. Sanırım bu ikili gerçek hayatta da sevgili imişler, öyle duymuştuk.
İyi geceler dileyip odamıza gittikten bir süre sonra babam rahatsızlanmış. Aniden midesi bulanmaya başlamış ve banyoda epey istifra ettikten sonra, kendisini fazla zorlamış olmalı ki iyice kötü olmuş. Annemin “Ali…. Ali! İyi misin?” diyen feryadı andıran bağırmalarını duyunca, yatağımdan fırlayıp alt kata nasıl indiğimi bilmiyorum.
Babam o sırada sadece “Kalbim” diye bilmiş. Ben yanına gittiğimde iri iri terler akıyordu şakaklarından. Annem “Sen dur yanında, dedi, ben bir taksi bulup gelicim hemen” ve dışarı fırladı evden. Demek ki durum o kadar ciddiydi.
Elimde bir mendil terlerini silmeye başladığımda babam gözünü açtı ve uzanıp bir elimi tuttu ve “Bu son durak kızım, dedi. Hakkını helal et!” Şaşırdım tabi hiç böyle bir cümle beklemiyordum çünkü.
“Babacım niye böyle söylüyorsun? Dedim, Sana bir şey olmayacak, Allah korusun!”
Annem abilerimi nerede bulacağını tahmin ettiği için doğruca mahallenin gençlerinin her zaman toplandıkları kafeye koşturmuş ve ağabeylerimin ikisini de orada langırt makinasının başında bulmuş.
Az sonra bir taksi içinde birlikte geldiler kapıya ve babamı koydukları gibi içine, koşturdular hastaneye.
Ben ve küçük kardeşim evde kalmıştık, Olaya şahit olan konu komşuda yeniden yanımıza gelmişlerdi. Hep birlikte heyecan içinde dönmelerini bekliyorduk. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum komşunun kızı “Billur annenler geldi” diye seslenince heyecanla fırladım yerimden.
Bir taksi durmuştu biraz ilerde. Önce ağabeylerim indiler içinden , arkadan annemi indirdiler taksiden aşağı ve iki taraftan kollarına girdiler. Zira annemin ayakları sanki yere basmıyor da sürüklüyormuşlar gibiydiler.
Heyecanla onlara doğru koşturdum “Ee! Hani babam? Dedim, O nerede?” Kimse cevap veremedi bu sualime, ağlamaktan hepsinin kan çanağına dönmüştü gözleri. İşte o zaman anladım benim canım babam sonsuza gitmişti. Hem de babalar gününden üç gün önce.
“Hakkını helal et” dediğinde, ölümü hiç aklıma getirmediğim için “Helal olsun” dememiştim. İçim çok daha fazla yanıyordu bu yüzden, yıllarca da yüreğime dert oldu. Siz siz olun, helallik isteyen birinin isteğini asla geri çevirmeyin.
Babam çevresinde çok sevilen saygı gören bir insandı. Ertesi gün Tophane Kılıçali Paşa Camiinde kılınan namazda gelenler cami avlusuna sığmamış taşmıştı. Sanki son yolculuğuna hazırlanan, çok şöhretli bir adamın cenazesine gelinmiş gibiydi.
Bu kalabalığın çoğu babam Eyüp sultan Piyerloti’deki ebedi istirahat yerine gidilinceye kadar da hiç dağılmamıştı neredeyse. O gece gökler bile ağladı bizimle, inanılmaz yağmurlar inmişti yere.
Sabaha kadar hiç gözümü bile kırpmamıştım. Babam ıslanıyor, babam üşüyor, babam oralarda yalnız kaldı diye. Sanırım benim hayattaki ilk kırılma noktam da tam burasıydı.
Sağ olan babalarınızın lütfen kıymetini bilin onlar kaç yaşında olursa olsun onlar sizin yaşam sebebiniz ve arkanızdaki dağınız, kalelerinizdir. Hayatta olan babalarınıza sağlıklı ömürler diler, ebediyete giden tüm babalarımıza da bu önemli gün vesilesi ile rahmetler dilerim.