10
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
876
Okunma

Geçenlerde elime otuz yıl öncesine ait bir fotoğraf karesi geçti. Çeyrek asır öncesine ait bir hatıra elime geçince, ister istemez farklı duygulara büründüm. Bir yanda hüzün dalgaları sol yanıma çarparken diğer yanım tarifi doyumsuz şekilde kıpır kıpırdı.
Çeyrek asır öncesinden kalan bu fotoğraf karesinde yanlış hatırlamıyorsam yedi sekiz yaşlarındaydım. Anlaşılacağı üzere çocukluk yıllarım...
Öyle hayıflandım ki sormayın! Sanki oturduğum yerden kalkamayacak gibiydim. İçinde bulunduğumuz çağ beni dar boğaza sürüklediğinde nedense zaman tüneline bir yolculuk yapıyorum. O güzel günlerden dünyaya yeniden geliyormuş gibi yapmak istiyorum. Bir yanda dedemin yapmış olduğu muhteşem ahşap ev diğer yanda Sarı Minibüs’ten anneme yapmış olduğum ilk veda aklıma geliyor. İnsanoğlu hep geleceği hayalini kurarken ben geçmişi yeniden yaşamanın hayalini kuruyorum hem de olmayacağını bilerek.
Hayal kurmanının sınırının olmadığını yedi yaşında öğrendim. Belki yedi yaşından öncede hayal kuruyordum ama sanki dünyaya yedi yaşımda gözlerimi açtım. Yedi yaşımdan önceki günler bir kaç silik an dışında yok gibi...
Şehrin gürültüsüne otuz kilometre uzaklıktaydı dedemin köyü. Dedemin İki katlı ahşap evi, muhteşem bir bahçenin tam ortasına yapılmıştı. Evin alt tarafında annemin hobi bahçesi, arka tarafında annemin ahırı ve kümesi, evin önünde sayısız türlü türlü meyve ağaçları, ve biz çocuklar için evin üst tarafında çimenlik. Doğayla iç içe doğa harikası bir yer.... Düşünebiliyor musunuz bir çocuk için meyve bahçeleri ve çimenliğin yan yana geldiğini. Ben düşünmekten ötesini çok uzun zaman önce yaşadım. Sayısını ve çeşidini bilmediğim meyve çeşitlerinin tadını bir bir dalında koparırken tadını aldım diğer yanda da o çimlerde sabahtan akşama kadar kurduğumuz oyun çeşitlerinin sayısını bugün hatırlayamıyorum.
Dedemin ahşap evi bizim için sıradan bir evden fazlasıydı. Evin içinde dedeme ait bir köşe vardı. Hep orada otururdu. Oraya ondan başkası oturmazdı. Orası dedemin mavi penceresinin önüydü. Dedem, kah bir bahar sabahı eriklerin beyaz örtüye bürünüşünü, kah sonbahar sabahlarında bahçedeki sarıya dönüşmüş sarı deniz örtüsünü, ya da bir kuş günü kuşların rızık peşinde koşmasını mavi penceresinin önünden ulu bir çınar gibi seyredip dururdu. Dedemin o pencerenin önündeki varlığı bize güç katardı. Ve biz o gücü iliklerimize kadar hissederdik.
O yıllar dokusu doğallığı bozulmamış yıllardı. Ben ve kardeşim sabahın şafağında o yılın ilk ürününü almak için birbirimizle yarışırdık. Akşamdan anneme tembih üzerine tembihte bulunur " ne olur bizi de kaldır" cümlesini dilimizde pelesenk oluncaya kadar söyler dururduk. O yıllarda yaşayanlar hatırlayacaktır. Koleksiyon işi moda olup herkesin kendine göre bir koleksiyonu olurdu. Bilye, pul, gazoz kapağı.... Ben ve kardeşimin koleksiyonu her yıl olduğu gibi hasat mevsimi başlangıcında yaptığımız ceviz koleksiyonu ile olurdu. Her yıl bir sayı belirlerdik arkadaşlarımızla. Kim o sayıya ilk ulaşırsa koleksiyon işini o kazanmış olurdu. Dolayasıyla belirlediğimiz sayıya ulaşıncaya kadar her sabah kalkar cevizlerin altında bir iki derken toplayabildiğimiz kadar cevizleri toplar tavan arasında kuruturduk. Sayasını şimdi tam hatırlamamakla birlikte iki yüz ve üzerinde topladığımız cevizleri arkadaşlarla bir araya gelip sergilerdik. Saatlerce ceviz muhabbeti yaptığımızı hatırlıyorum. Hem iri cevizleri hem de fazla cevizi koleksiyonunda bulunduran hasat mevsiminin kazananı olurdu. Doğrusunu söylemek gerekirse o yıllarda akranlarıma hava atmışlığım çoktur. Çünkü ben ve kardeşim o yıllarda ceviz koleksiyon işini iyi yapardık.
Eskiler mi çok kıymet bilirdi yoksa yeniler mi çok vefasız bilemiyorum. Kış soğuklarına dayanamadığı için dedemin de rızası alınarak o güzelim evden doksanlı yıllara adım attığımız ilk günlerde büyük bir heyecanla babamın yeni yaptırmış olduğu eve taşınmıştık. Öyle böyle heyecan değildi yaşadığımız heyecan. Yeniyi herkes her zaman coşkun seller gibi karşılar. Bir de eskiler var. Eskimek... Eskimek istemeyen duygular...
Yeni evimize taşındığımız o geceyi hatırlıyorum da dedemin o eski evinden sanki hüzün ağıtları yükseliyordu. Gecenin biri ikisine kadar bizler yeni evimizde şen şakrak şarkılarımızı yükseltirken diğer evimizden de gürültüler yükseliyordu. O gürültüleri yatıncaya kadar çok önemsememiştik ama yattıktan sonra gürültüler o kadar çok çoğalmıştı ki bir türlü anlam kuramamıştık. Hırsız, ursuz soru işaretleriyle büyüklerimiz bir birbiriyle konuşurken babamın gecenin ayazında dedemin evini baştan sonra ziyaretinden sonra seslerin kesildiğine büyük küçük herkes şahitlik etmişti. Hayret etmiştik hem de çok hayret. Binaların da dili varmış, binaların da ruhu varmış. Belki dedemin ahşap evi, o gece son kez bizimle konuşarak babamın ziyaretinden sonra rahat bir şekilde ruhunu teslim etmesi gereken yere teslim etmiştir.
Zaman su gibi akıp geçti hayatımdan. Masumiyet fanusundan çıkalı çok oldu. Her şey iyi olur umuduyla gökdelenlere çıktım lakin kötüyü defedip iyiye ulaşamadım. Zaman tünelinin başındaki hayat hikayeme sarılıp geçmişle gelecek arası köprüler kurmak istiyorum. Yedi yaşıma gidip sevgiyle ekilen tohumlara dedemin penceresinden dokunmak istiyorum. O günlerde olduğu gibi çiçekler, böcekler, son baharın sesi, hasat mevsimlerinin bereketi ve sonrasındaki sarı sarı dinginlik. Güz sarısı gün sarısı ve toprağın verdiklerinden sonrası rahatlama hissi....
Gelir mi?