10
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1407
Okunma

Bir ayağını arabaya yerleştirirken diğerini iki eliyle kaldırarak içeri almaya çalışıyordu. Yardımımızı kabul etmediği için biz de sabırla bekliyorduk.
İç çekme sesini duyunca ağladığını anladım. Bir süre sessizce ilerledik. Mendiliyle yüzündeki kırışıklıkları ütülüyormuş gibi silerek gözyaşlarını temizleyen yaşlı kadına aynadan bakıyordum arada bir.
- Nereye gidiyoruz kızım, dedi, kendine gelir gibi olduktan kısa bir süre sonra.
- Size!...” dedim. İlk defa güldü.
Oğlumun üniversiteye hazırlık döneminde eve geldiğimde onun yorgun ifadesini ve kızarmış gözlerini görünce biraz hava almaya çıkmıştık. Sitenin çıkışındaki lisenin köşesinde teyzeyi gördük. Dik duramadığı için iki büklüm olduğundan üzerindeki rengi kaçmış pardösünün önü yere değiyordu. Sanki üşümüş ayaklarını yere sırayla basıyormuş gibi sürekli değiştiriyor, bu arada bir öne bir arkaya belli belirsiz sallanıyordu.
Oğlumla bir an göz göze geldik ve refleks gibi önünde hemen durdum.
- Teyze biz gezmeye çıkmıştık, gel seni evine kadar götürelim, biz de gezmiş oluruz, dedim.
- Yok, olmaz. Benim evim çok uzakta, götüremezsiniz, dedi.
- Sen tarif edersen götürürüz teyze, dedim.
Ben gülümseyerek bakınca kısa bir süre düşündü ve yardımı reddetmeyerek bindi arabaya.
- Siz kimsiniz kızım?. Hızır mısınız, dedi.
- O erkek değil miydi, dedim.
Mercimek kadar kalmış gözleri zekayla bir anda ışıldadı ve hışırtılı bir sesle güldü. Teyzeyle anlaşacaktık demek ki.
Merkezden uzak bir ilçenin dağ köyünde, boşanmış ve hayırsız erkek kardeşiyle yaşadığını, evinin önündeki bahçeye ektikleriyle geçindiklerini, köylülerin de kendilerine yardım ettiklerini bir çırpıda anlattı.
- Bu kadar uzak yere nasıl geldin teyze, dedim.
- Ah, evladım, gelmez olaydım, diyerek tekrar ağlamaya başladı.
Köye gelen bir sağlık ekibi hepsini sağlık taramasından geçirmiş. Genç bir doktor teyzeyi ildeki sağlık ocağına çağırmış.
- Orada sana biraz daha bakmamız lazım teyze, demiş.
Teyze, burada derin bir nefes aldı, bir süre daha silindi.
“Gelemem kızım, benim oraya gidecek yol param bile yok, dedim. Güldü, hemen elini cebine attı, bana kağıt paralar verdi, gün söyledi. “Sen gel, dönüşünü düşünme teyze.” dedi bana, ben de geldim. Sabahtan beri hastane içinde arabayla bir sürü yere götürdü, ciğerlerimi çekti, kanıma baktı, sonra karnımı da doyurdu.
- Teyze sonuçları bugün çıkartırım ama birkaç saat beklemen gerekecek, benim de bu arada biraz işim var. Burada bekler misin, dedi bana doktor kızım..
Uzunca bir zamandır ziyaretime bile gelmeyen bir kızım var benim. Sizin burada oturuyor. O geldi aklıma.
- Sen beni merak etme, ben de bu arada kızımı görmeye giderim, dedim. Elini yine beyaz önlüğünün cebine attı, çıkardıklarını avucuma sıkıştırdı. Uzun süre elimi kapalı tutup eğildi, gülümseyerek: “Mutlaka gel ama, çok önemli.” dedi bana.
Zar zor geldim. Beşinci kata kadar dinlene dinlene çıktım. Kapıyı çaldım, uzun süre açılmadı, bir daha çaldım.
Kızım kapıyı açtığında bir süre şaşkın şaşkın baktı:
- Öfff anne ya!... Sen nerden çıktın şimdi, dedi bana. Birden ayaklarımın bağı çözüldü sanki. Kapı ağzında hemen olan biteni anlattım.
- Bugün benim de arkadaşlarım gelecek, evi ne güzel temizlemiştim, dedi. Söylene söylene içeri gitti, ben kapı dışında kaldım. Biraz sonra eski bir tahta sandalye getirdi, kapının içindeki taşlığa koydu: “Burada otur bari!...” dedi.
- Ben doktora gelecem diye bu sabah ezanında yıkandımdı kızım, temiz şeyler de giydimdi, evini kirletmem, dedim ama içeri giderken hâlâ söyleniyordu, beni duymadı bile.
Açık kapının içinde bir süre oturdum, bir daha yanıma hiç gelmedi.
- Burada kendi başına ne oturup duruyorsun eşek kafalı kadın, kalk, dedim kendi kendime. Usulca kalktım, dinlene dinlene beş katı indim, karşıya geçtim, siz geldiniz. Buradan nasıl gideceğimi de bilmiyordum ya! Sizi Allah mı gönderdi?”
Nefes almadan konuşan teyzeyi sessizce ve soru sormadan dinliyorduk. Arada bir arkadan eğilerek omuzumu, derisi kemiklerine yapışmış kuru eliyle dürtüklüyor, arada bir saçımı okşuyor: “Allah seni inandırsın!” diyordu, ben de kafamı sallıyordum sadece.
Direksiyondaki zorluğa rağmen çantamı açtım, içindeki bir miktarın tümünü teyzeye doğru uzattım. O almamak için direniyor, yemin ediyor, ben de onu üzmeden ısrar etmeye çalışıyordum. Sonunda cebelleşmekten vazgeçti.
Bir süre sessizlik oldu, sonra bir giysi hışırtısı işitildi. Yan gözle baktığımda teyzenin dizinden lastikli çorabını sıyırıp ayakkabısını çıkardığını gördüm. İkiye böldüğü paranın yarısını bir ayağının tabanına yerleştirdi, sonra da diğerine.
- Kardeşim çok hayırsız, gül gibi karısı vardı, o da çekemedi, bıraktı gitti. Bana kaldı, ne yapayım sokağa mı atayım? Eve gidince bütün ceplerimi karıştırır şimdi. Ben de buraya saklıyorum, daha akıl edemedi buraya bakmayı.
Çocukça bir hınzır gülüş geçti bir anda teyzenin minicik gözbebeklerinden, yüzüne yayıldı. Mutluydu.
Köylerine giden minibüs yerini tarif etti, bugün o ilçenin pazarıymış, oraya kadar kardeşiyle gelmişler, o da dağdan topladığı otları, mantarları satmaya getirmiş. Tanışıyoruz dediği kasabın önüne bıraktık onu. Adlarıyla çağırıp oradakilerle şakalaşmaya başlayınca doğru söylediğine inanıp öpüşe koklaşa ayrıldık. Arkamızdan hâlâ dua ediyordu.
Yol boyunca bize hikayesini anlatırken bir taraftan da ailemizi sorgulamıştı yorgun teyze. İşimi, evimi, oğlumun ne yaptığını… hepsini… Bu arada her cümlesinin başında sonunda dua ediyor, ‘Allah evladını kazadan, beladan korusun, size bağışlasın… Ayağı taşa değmesin… Yolu, kaderi açık olsun’… diyordu.
…………………………..
Yaz akşamları gün geç kararıyor ya, bunu fırsat bilerek ailecek yemeğe gittik, alacakaranlıkta siteye döndük, rampa başında, büfenin önünde durduk. Abonesi olduğumuz gazeteleri ve bazı ihtiyaçları almak için oğlum indi.
Rampanın üstünde dörtyol ağzının bizim tarafımızdaki apartmanın arkasından füze gibi bir ses duyuldu birden. O anda hızını kontrol edemeyen bir araba savrularak freni patlamış gibi lastikleri caddeyi çizerek, arkasında yanık lastik kokusu bırakarak yıldırım gibi döndü.
Birden zaman yavaşladı. O sırada oğlumun babasının bulunduğu taraftan arabaya yaklaştığını ve onunla konuştuğunu fark ettim. Yol çok dardı, yukarıdan gelen araba oğluma hasar vermeden geçemezdi. O da dondu, konuşmayı kesti, korku dolu gözlerle arabaya bakıyordu, kilitlenmiş gibiydi... Şok içindeydik.
Bütün bunlar birkaç saniye içinde oldu. O sırada arabada sağda oturan kişinin sesi geldi açık camdan: " Frene bas, frene... kır direksiyonu!...” İstediği yapılmayınca kendi uzandı ve var gücüyle direksiyona asıldı, sağa kırdı. Yol eğiminden dolayı olduğumuz yere doğru gittikçe yükselen bir dolgu zemin üzerine yapılan çocuk oyun bahçesine dalan arabanın burnu, toprağa saplandı ve ’zınk’ diye durdu!... Arabanın önü paramparça oldu, ortalığı büyük bir duman kapladı.
Önce arabanın sağ kapısı açıldı, 17-18 yaşlarında, bir genç indi. Biraz sonra sol kapı da açıldı, bacakları pedallara erişemeyen 8-9 yaşlarında bir çocuk zıplayarak aşağıya inebildi. Korkudan gözleri büyümüş, dili tutulmuş gibiydi. Anlamsız gözlerle etrafına boş boş bakıyordu. İkisi de büyük bir panik içindeydiler.
Amca yeğen olduklarını, arabayı babadan/ abiden habersiz aldıklarını anlatıyorlar, gelenlere ve bir taraftan da “n’olur bizi söylemeyin” diye yalvarıyorlardı.
Yaz akşamıydı, oyun bahçesi çocuk doluydu… O kadar çocuk çil yavrusu gibi bir anda dağıldı. Bahçe şimdi bomboştu.
Arabanın durduğu yerle oğlumun arasında iki üç adımlık bir mesafe vardı, çünkü tamponumuzu sıyırarak zemine saplanmıştı araba. Savrularak yönü yukarıya doğru çevrilen arabanın arka tamponu da oğluma değdi değecek mesafedeydi.
Oğlumun kurtuluşu gerçekten bir mucize gibiydi. Elim ayağım buz gibi olmuştu, nefes almayı unutmuştum sanki.
Oğlum beti benzi atmış bir yüzle eğildi, bir süre hiç konuşmadan bakıştık. Aklımızdan aynı kişi geçti!...
Teyze!..
08.11.2019 Serap IRKÖRÜCÜ