- 406 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KAZA GELİYORUM DEMEZ
Yarıl yıl tatilini geçirmek için köyümüz Karahacılı’ya gitmiştik. Tatilleri doğduğunuz yerde geçirmek bambaşkadır. Bu tatil boyunca, sevdiklerimizle hoş vakit geçirmek istiyorduk. Evet, öyle de oldu. Tatilimiz güzel ve dolu dolu geçiyordu. Tatilimiz bitmeden birkaç gün önce dönmeyi planladık. Artık tatilin son günleri gelmiş ve ayrılık zamanı başlamıştı. Ayrılmak zordu sevdiklerinizden, köyünüzden köyünüzün dağlarından bağ ve bahçelerinden. Gurbette yaşayanlardan hep şunu duymuşsunuzdur: “Köyümün çöplüğü gözlerimde tütmektedir. Köyümün tezek kokusunu hiçbir kokuya değişmem.” Diye.
Tatil dönüşü sabahı erken kalkmıştık. Sabah namazını huşu içinde eda ettik. Ahırda bulunan büyükbaş hayvanlarımızın yemini ve suyunu verdik. Hayvanların altlarını ve ahırı güzelce temizledik. Ahırdan hayvanlarımızı memnun ederek vedalaştık ve eve geldik. Hayvanların sevinçlerini bir görseydiniz. Sarı buzağı sevinçten uçuyordu. İnekler mutluluk şarkısı söylüyordu. Ahırın tavanlarına yuva yapan fareler sizi uyutup merteklerin arasında kayboluyordu. Örümcek bağlamış yıllanmış hezenler size tarihi anlatıyordu. Bu ardıç hezenleri çok emektardır. Anadolu’daki bütün evlerin yükünü omuzlarlar. Evlerin direkleri hep ardıç hezenindendir. Hakeza mertekler de öyle.
Ahırın yanında bir çeşme vardır. Suyu güldür güldür akar. Kışın suyu ılıktır yazın ise nispeten soğuktur. Çocukluğumuza şahitlik etmiştir bu pınar. Oluğa dayanıp az mı su içtik. Ahırdan ayrıldıktan sonra eve doğru geldik. Eve geldi mi televizyonu açtık haberleri dinlemek için. Haberlerde ülkemizin hava durumu hakkında bilgi veriliyordu. Hava durumunda; soğuk hava kütlesinin batıdan başlayarak, doğuya doğru ilerleyeceğini ve yurdumuzu etkisi altına alacağını söyleniyordu. …
Tatil dönüşü hazırlıklarına başladık. Ne kadar köyden erken hareket etmeye çalışalım desek de köyümüzden ancak saat 13:30’da ayrılabildik. Nihayetinde Akdağmadeni yolculuğu başlamıştı. Arabamıza eşyalarımızı yerleştirdik. Arabamızda dört çocuk ve dört de yetişkin olmak üzere toplam sekiz kişi vardı. Arabamızdaki yolculardan biri de üç aylık bebekti.
Yol güzergâhımızda bulunan, Çekerek ilçesinin Cemaloğlu köyüne ikindi üzeri ulaştık. Bu köyde imamlık yapan Muhammed Aktaş Hoca’nın camisinde ikindi namazını eda edelim dedik. Muhammed Hoca hem köylümüz hem de akrabamızdı. Muhammed Aktaş Hoca ve eşi bizi yemek yedirmeden ve çay içirmeden asla göndermeyeceklerini söylediler. Biz de onları kıramadık, ikramı geri çeviremedik. Burada yemek ve etli gilik yedik. Çaylarımızı içip sohbetten sonra bir saat gecikmeyle tekrar yola koyulduk.
Ben, hava durumunu devamlı takip eden biriydim. Coğrafya ve iklim bilgisini o kadar çok seviyordum ki anlatamam. Gezdiğim ve gördüğüm yerlerde en çok dikkatimi çeken bulunduğum yerin iklimidir. İklim adeta yaşamımın bir parçası haline geldi. Denizden yüksekliği 800 m rakımlı yerlere yağmur yağarken, yükseklere doğru tırmanırken, yağmur kar yağışı haline dönüyordu. Sorgun mevkiine doğru yolculuğumuz devam ediyordu. Dağları bembeyaz bir sis örtü gibi kaplamıştı. Bu beyaz sis, karın beyazlığı ile devam ediyordu. Araba zirveye doğru yaklaştıkça kar yağışı şiddetleniyordu. O bembeyaz sis örtüsü üzerimize çörekleniyordu. Adeta bulutların içinde yolculuğumuza devam ediyorduk…
Yollar artık karla kaplanmıştı. Bunun yanı sıra zaman zaman buzlanmalar da olmuştu yollarda. Gökdere Köyü’nü geçtik, heyelan bölgesinden de yaklaşık 100 veya 200 metre kadar uzaklaştık. Arabamız burada kar üzerinde patinaj yaptı. Bu patinaj ile yolun üst tarafındaki şarampole girdik. Kazayı hafif sıyrıkla atlattık. Allah’a şükür, arabada bulunan kişilerde yaralanma vb. bir durum yoktu. Bu kazada, arabamızın tamponunun bazı yerlerinde kırılmalar olmuştu. Cesaretimizi toplayarak arabamızı şarampolden yola çıkardık.
Kar, şiddetli yağmaya devam ediyordu. Bu arada cam silgeçlerinden biri bozulmaz mı? Bozulan silgeci yukarı kaldırdık ve emniyetli bir hâle getirdik. Yolumuza soğuk kış şartlarında kaldığımız yerden devam ettik. Arabamızın tekerlerinin zincirleri yoktu. Bu halde arabamız zirveye doğru yol alıyordu. Bu bölgenin zirvesi, Gökiniş Köyü mevkii idi. Buranın denizden yüksekliği (Rakım) 1450 m idi. Allah’a şükürler olsun Gökiniş mevkiine çıktıktan sonra zirveden inmeye başladık. Bu kış mevsiminin soğuk havasında, yollar karlı ve buzlu iken zirveden inmek de zordu. Arabanın kayma riski çok fazlaydı. Düşük vitesle ve asgari hızla zirveden aşağıya iniyorduk. Bu esnada zaman zaman frenleri yokluyordum. Çok şükür zirveyi kazasız belasız atlattık. Sorgun’un Çiğdemli kasabasını geçtikten sonra arabanın motoru çalışmıyordu. Motora gaz gitmiyordu. Araba bu sebeple hareket etmiyordu. Arabamız, yüz veya iki yüz metre ilerliyor daha sonra duruyordu. Yozgat Şeker Fabrikasını geçtikten sonra araba tekrar durdu. Biz burada beklerken köyümüzün minibüsüyle karşılaştık. Yanımızda bulunan çocuklardan birini köyümüzün arabasına verdik. Onlar da onu köyümüze götürdüler.
Kar şiddetini artırmaya devam ediyordu. Bizde Sorgun sanayisinde bulunan Test Oto servisinin telefonu vardı. Oto tamircisini aradık. Arabanın bozulduğu yere gelmesi için racada bulunduk. Sağ olsunlar, belirli bir süre sonra aracımızın yanına geldiler. Arabaya baktılar ve arabanın beyninin ıslak olduğunu, bu sebeple aracı sanayiye getirmemizi orada tamir edebileceklerini söylediler.
Arabada bulunanları Sorgun’da Eşki Hoca (Durmuş Hoca) dayımın evine bıraktıktan sonra sanayiye gittik. Eşki hoca tam hafızdı. İmamlıktan emekli olmuştu. O çevrede okutmadığı yetiştirmediği talebe kalmamıştı. Eşki Hoca kısa boylu, ela gözlü biriydi. Kızdığı zaman kaşlarını çatar, karşısındaki insanı korkuturdu. Tabi onda okuyanlardan onun sopasını tatmayanlar da yoktu. Sanayide ustalar, arabamızın beynini kuruttular. Buradan Araba zinciri aldık. Arabamızı sanayide ustanın yanına bıraktıktan sonra dayımın evine döndük. Bu gece Sorgun’da Eşki Hoca Dursun dayımın evinde kalmaya karar verdik.
Dayım tam hafızdı. Çok güzel Kur’an okur ve ilahi söylerdi. O âlim biridir. Onlarca, yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Gençlere Kur’an sevgisi vermiştir. Çevrede kendisine saygı duyulan biridir o. Dayımın evi sobayla ısınıyordu o gün ters yel esiyordu. Soba zehirlenmesi olma ihtimali çok yüksekti. Biz de tedbir davranarak önlemimizi aldık ve takdiri yüce Allah’a bıraktık. Gece Eşki Hoca dayımın evindeki misafir olarak kaldık. Burada sabah kahvaltısını yaptıktan sonra sanayiye arabamızı almaya gittik.
Arabanın tamponunu Sorgun’da Kaportacı Mehmet Usta’ya güzelce yaptırdık. Usta da işinin ehli. Yaptığı işi güzelce yapardı. Sanayide arabanın ön tamponu yaptıktan sonra, ön kaput kapağını kapadılar ancak çıt diye bir ses gelmedi. Biz, bunu o esnada fark etmedik. Ustanın tamirattan sonra kapağı iyice kapattığını sandık. Biz ustaya güvendik, arabanın kapağına vb. yerlerine bakmadık. Bu arada arabamızın sanayide iki yüz milyonluk masrafı çıktı. Sanayide ustayla vedalaşarak arabamıza atladık ve çocukların yanına geldik. Eşki Hoca dayım ve eşiyle vedalaştıktan sonra Soğuk bir havada çocuklarla yola koyulduk. Etrafta çok ayaz vardı, yollar ise buzluydu…
Arabada bulunan yedi kişiyle Akdağmadeni yolculuğumuza kaldığımız yerden tekrar başladık. Bu yolculardan dördü yetişkin, üçü de çocuktu. Bu gün kar yağmıyordu ancak hava şiddetli soğuktu ve ayaz vardı. Yollar ise buzluydu. Arabalar kızak gibi kayıyordu. Allah’tan anayolda kar yoktu. Arası sıra kar ve buz olsa da bu tedirginlik vermiyordu...
Araba yolda çok iyi gidiyordu. Zaman zaman süratli, yerine göre de yavaş ilerliyorduk kış şartlarından dolayı. Yollar şimdilik çok iyiydi. İlerledikçe yolda ne kar ne de buz vardı. Sorgun ile Akdağmadeni arasında bulunan Mahmatlı köyünü geçtik ve Peyik (Doğankent) kasabasına doğru ilerliyorduk. Peyik kasabasına üç kilometre kalmıştı. Yol düzdü iyide gidiyorduk. Her şey düzene girmiş derken, arabanın ön kaputu birden fırlayıp ön camımızın üzerine kapanmaz mı? Allah’tan arabanın ön camının üzerinde bulunan radyo vericisinin çubuğu kaputa engel oldu ve ön camımızın kırılmasını engelledi…
Arabanın ön kaputu camımızın üzerine kapanmasıyla yol görünmez oldu. Adeta karanlık bir yerde saatte yüz kilometrelik bir hızla gidiyordum. Panik olmadım. Kaput ön camımıza kapanmadan önce düz olan yolumuzun açık olduğunu görmüştüm. Ama şimdi ansızın yaşanan bu kaza sonucu hiçbir yeri göremiyordum. Arkama bakamıyordum. Yolda bu kadar hızla giderken, sağa az sapsam arabayı ya çakıla kaptıracağım ya buza ya da şarampole girecektim. Bu kaza, Allah korusun şiddetli bir kazayı tetikleyecekti.
Cama kapanan kapağın altında birkaç santimlik bir boşluk kalmıştı. Oradan az da olsa yolun çok az bir kısmını görmeye çalıyordum. Bu ışık bana hem cesaret veriyordu hem de inanç. Bu arada ani kararlar almam gerekiyordu. Arabada derhal vites küçültmeye başladım. İlkönce vitesi beşten dörde, dörtten üçe, üçten ikiye aldım ve arabayı yüz metre civarında durdurdum. Allah’a şükür ve niyazda bulundum. Rabbim canımızı bağışlamıştı bizlere. Yaşamamız için bize bir şans daha vermişti. Biz de bu şansı Allah’a kulluk yaparak değerlendirmeliydik. Canımız ve malımız, Allah’ın bize bahşetmiş olduğu bir emanetti.
Bu kaza esnasında cesaretli ve ani kararlı almasaydım, vahim sonuçlar olabilirdi. Yine panik içinde olsaydım, aynı sonuçla karşılaşmamız elden bile değildi. Nihayetinde Yüce Rabbimiz bizi korudu ve korudu. Bundan sonra Yüce Rabbime tevekkül ettim. Onun yardımı olmasaydı ben bir şey yapamazdım. Öldüren de dirilten de odur. Hayır da şer de Allah’tandır. Biz yüce Allah’a teslim olanlardanız. Müslüman olmamız bunu gerektirmektedir.
Arabanın ön kaputu çarpma sunucu iyi ki ön cam kırılmamıştı. Normal şartlar altında cam kırılırdı. Ben buna tek kelimeyle buradaki insanları Yüce Rabbim korudu diyorum. Kaput tavana çarparak orada kalmış, bizim arabayı durdurmak için bir parmak genişliğinde bir ışık bırakmıştı. Arabanın vitesi yüksekti. Kaza sırasında beşinci viteste idik ve saatte yüz km hızla seyrediyorduk. Kapanan kaputun altında bir parmak genişliğindeki boşluk bizleri hayata bağlıyordu…
Sabırlı ve kararlıydım. Yanımdakiler panik yapmadılar. Aksine beni cesaretlendirdiler. Allah’ın izniyle arabayı 100 veya 200 metre ilerledikten sonra durdurdum. Derhâl arabadan indik. Emniyetli bir şekilde arabada bulunan yolcuları kenara aldık. Arabamızın dörtlüsünü yakıp beklemeye başladık. Kazanın şokunu atlatmaya çalıştık. Trafik işaretlerinin ne kadar önemli olduğunu bu kazada gördük ve anladık. Arabanın dörtlüleri adeta arabaya bekçilik yapıyordu. Bu esnada servis ustasına telefon açtım. Olayı kısaca anlattım. O da bu duruma çok şaşırdı tabi ki. Kaput kapağını iyice kapattığını söyledi. Yarın sabah gel de bakalım dedi.
Kaza şokunu üzerimizden attıktan sonra tekrar yola koyulduk. Allah’a şükürler olsun çoluk çocuğumuza bir şey olmadan sağ selamet evimize geldik. Ertesi gün arabamızın tamiratını Akdağmadeni’nde yaptırdık.
Bu kazada hayatın ne kadar kısa ve ibret verici olduğunu anladım. Bütün işlerimizi geleceğe ötelemenin ne kadar yanlış olduğunu anladım. Ölüm ve hayatın aslında birbirine ne kadar yakın olduğunu anladım. İnsanlar, Yüce Allah’a ibadetlerini hep ertelerler. Derler ki; “Yaşımız genç, daha sonra namaz kılarız, oruç tutarız, hacca gideriz, zekât veririz, cihat yaparız.” vb. sözlerle avunur dururlar. Ta ki ölüm gelinceye kadar bu böyle devam eder durur. Ölüm geldikten sonra da iş işten geçmiştir. Ölümü ve ölümün vaktini getirmek bizim elimizde değildir. Biz, elimizde var olan zamanı güzelce değerlendirebiliyor muyuz?
Ey insanoğlu! Kendine gel. Ölüm gelmeden hayatın kıymetini bil. İki dünya için de çalış. Hele hele ahireti asla ihmal etme. Bu dünya hayatı için, ahiretini terk etme. Yaşam elinden hızla kayıyor. Bunu akledip düşünebiliyor musun? Nefsinin arzularına boyun eğerek yenilme. Doğrul ve silkin. Sen, yücelerin yücesi olabilirsin. Ya da kendini küçülterek, alçaltarak aşağıların aşağısı olabilirsin. Takdir senin elindedir. Ne mutlu Müslüman olup da Müslümanca yaşayarak iki dünyasını kazananlara. Unutma! Kaza geliyorum demez…
22.01.2006
Pazar Günü
Akdağmadeni/Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.