4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
712
Okunma
Kafa karışıklığını postmodernist bir kafede servis ediyordum. Bazı metinlerin kelimelere, gerçek kelimelere çok acıktığını fark ettim. Amerikan aksanlı İngilizcem ile onlara ne kadar global, ne kadar big bir patron olduğumu göstermek için mükemmel anekdotlar sıralarken hafiften Fransız dili de kullandım ki Avrupalı kelimelerimiz küsüp gitmesinler. Müşteri kaybetmek istemeyiz sonuçta değil mi? Yarattığım ambiyans mükemmeldi.
Bu kafede full time aynı şekilde hizmet vererek yeni jenerasyonu müşteri portföyümün arasında tutmaya devam ediyordum. İtiraf etmeliyim ki aldığım feedbackler her zaman baş döndürücü olmaya başlamıştı. Böyle ışıl ışıl yanan metinler arasında gezinen hangi modern cümle kendine oturacak yer bulamaz ki. Önlerine hemen astronomik rakamların küçük puntolarla yazıldığı bir menü koyup istedikleri her şeyi fast-food hizmetimizden sağlayacaklarını belirtiyordum. Çok havalı oluyor dostum böyle şeyler.
Müşterilerimize sağladığımız internet sayesinde sanal ortamda istedikleri gibi sörf yapıyorlardı. Bu karşılıklı diyalogların en aza inmesi, delikanların kavga potansiyelinin de azalması anlamına geliyordu. Hem üstelik daha az düşünen bir jenerasyon dini açıdan da etikmiş. Yeni jargonu ile sarıklı ulemalar böyle buyuruyorlardı. Artık nickname alan alemlere akıyor ki bildiğin gibi değil kanka. ‘’Online oldun, olmadın, çevirim içi sev beni, harika sörf yaparım, tüm kızlara chek-in. Aslen 50 yaşında, hem evli, çocuklu, bildiğin magandayım. Ancak nicknamemim m2dayı, tavladım tüm manitaları. Yalan benden sorulur. Ancak bir baksana bu kelime ne kadar cool. ‘’ diye devam edip giden günlük akışkanlıkların, alışkanlığa dönüştüğü kafemizde yer gök sıradan replikler, play-back bir dünya. Ama herkes ‘’çok mutlu’’ .
Online platformda kelimeler cümlelere karışıp zihinsel printler akışmaya devam edip giderken ice içeceklerden adını telaffuz edemeyeceğiniz türlü zırva isimlerle servis ediyorduk ki müşteri ‘’aslında ben bunu istememiştim’’ bile diyemesin. Anamızdan avokado ve mango ile doğduğumuzdan deniz mahsullü salatalarımıza en çok bu meyveleri yakıştıran cümle müşterilerimize keyiflerine uygun bir platform hazırlamak için her boku ekledik. Aromaları perfect yiyecek ve içeceklerimizden artık tüm sığ kelimeler çok memnundu Herkes, hep çok ‘’mutlu’’ .
Oysa postmodernizm bu demek mi? Anlam çokluğunun zamandan sıyrılmış, ironik üst metinlerden bahsediyor olmalıydık aslında. Mutlak bir zamandan arınıp gelmiş geçmiş tüm edebiyatı sevip kucaklayan bir anlatım biçiminden bahsediyor olmamız gerekmez miydi? Anlam karmaşasından çok cehaletin getirdiği tanım tanımaz ergen tavrımızın isyankar bir sığlıkla anlamsızlık yüklediği bu koca akımın bu hale geleceğini kim bilebilirdi ki!
Adso, Gülün Adı kitabında can bulurken kendi döneminin cesur yüreğidir. Tarikatların yaşam ivmesinde kan donduran yöntemlerle bir bebeğin çiğ çiğ yendiğini anlatan romanları yazanlar hangi soğuk içeceğin servis edileceğini düşünmüş olabilirler mi? Sormanın, sorgulamanın tek başına suç olduğu, karanlığın kurgusal tokadını sanal aşklarınızda aradınız mı? Önünüze konulan heyecanlı kurgunun içinde ortaçağın günümüze benzeyen yönlerini kaçırmıyorsanız sizi tebrik ederim. Postmodernizm beslenmeye devam ediyor ve edecek. Oysa Echo bu akımın karşısında bir yazar olarak postmodernizmin ta kendisi ile tarihe damgasını vurmuştur. Edebiyat sen ne güzel bir ironisin.
Calvino’nun ütopyalarını olumlu ve olumsuz her anlamıyla kana kana içerken bana kimse slm,nbr, bye bye demesin artık. Kendi kelimelerinden elektronlar yaratmış yazarlardan cümle kuramayan öykünmeci kalemlere ne ara geldik biz? Yansımaların, soyut algıların somut olanlarla kucaklaştığı koca bir evren olan edebi metinlerden üç cümlelik insanlara nasıl evirildik ki? Cümlenin kavradığı genişliğe, mükemmelliğe bakar mısınız: ‘‘Yanaşacağımız son liman, o cehennem kenti olacak ve giderek daralan bir spiral boyunca kasırga bizi orada dibe çekecekse her şey boşuna.’’
Yalnızlıktan bahsedenlere derim ki; sizin yalnızlık hakkında bildiğiniz hiçbir şey yok. Kelimelerinizin elliyi geçmeyen cümleleri ile konuşamıyorum sizlerle. Uzaklaşmak zorunda bırakıldığım sığ dimağlardan çok sıkıldım. Bir şey oluyor. Tam buldum sanıyorsunuz. Biri çıkıp geliyor ve ‘’artık tamam’’ diyorsunuz. Biri daha varmış. ‘’Benim gibi düşünen, benim anladıklarımı görebilen, benim baktıklarımı seçebilen biri daha varmış.’’ diyorsunuz. Bir hayale inanmakta edebiyata dairmiş meğer. Bilge Karasu gülümsüyor işte böyle anlarda mesela. ‘’şarkısız gecelerin olması için illa harp mi çıkması lazım abi?’’ diyorum ona. ‘’Kedileri sev’’ diyor bana,‘’kedileri sev’’ .
Okudukça yalnızlaşan insanların bir yerlerde beni anladığını umarak döküp saçıyorum içimden geçenleri. Çürüyen şeylerin kitabına biraz da umutsuzluk kitabından serpiştirince ortaya avokado ve mangodan yapılmış gibi olmasa da lirik bir salata çıksın istiyorum. Gerçek üstü şeylerin, gerçeğin zamanından koparılıp yazdığım zamanda okunduğunu ve sonra bir büyü gibi tüm zamanlara yayıldığını hayal ediyorum. Belki bir gün kendi manifestomu yayınlarken Marks gibi hiç evlat sahibi olmamış birinin ebeveyn tavsiyeleri verdiği biri durumuna düşmemeyi diliyorum. Motaigne aforizmaları gibi ayakları yere basan, zamanlar üstü bir ustalıkla yazılmış tek bir eserim olsa size söz veriyorum mango yiyeceğim.
Deniz...