7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
809
Okunma

"Hayatın anlamı bir mitse biz neden yaşamaya devam ediyoruz?"
Destination Wedding filminden.
Münafikûn sûresinin ilk ayetinin kısa bir meali şöyle: "Münafıklar sana geldiklerinde ’Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin’ derler. Allah da bilir ki sen elbette Onun Peygamberisin. Allah münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını da bilmektedir." Bu ayet-i celile bana hep şunu düşündürür: Bir sözün doğru olması için söylenilenin hakikat olması yetmez. Ya? Arkasındaki niyetin de doğru olması gerekir. Yani söyleyeninin de inanarak söylemesi gerekir. Eğer söz ’hakikat’ fakat söyleyeni o sözde ’sebatsızsa’ sözü onda ’yalana’ dönüşür. Münafıklar, Aleyhissalatuvesselamın nübüvveti gibi, varlığın en büyük bir hakikatine dair ne kadar ’doğrulayıcı’ şey söylerlerse söylesinler, bu onların ancak ’yalancılığını’ arttırır. Çünkü imanları yoktur.
Kendisine dürüst olmayan başkasına dürüst olamaz. Demek herşey imanıyla doğru oluyor. Arkasında bir iman bulunmadığında her sözün sahibi yalancıdır. Bu durum bize kenarından kenarından ’imanın hayatta nasıl bir değiştiriciliğe sahip olduğunu’ da fısıldıyor. Belki, Cenab-ı Hakkın, kalbimizdeki imanı amellerimizden daha fazla önemsemesinin bir nedeni de bu. Hayatla ne yapıldığını aslında iman söylüyor çünkü. Sözgelimi: Ateist bir insan hakları aktivistinin, yaptığı onca güzel faaliyete rağmen, köylü Mehmed Efendinin değerine ulaşamamasının hikmeti de burada saklı. Köylü Mehmed Efendi yaptıklarını/yapacaklarını ’inanarak’ yapıyor. Ondan sonsuzluğa uzanan hayırlar umarak yapıyor. Fakat ateist aktivistimiz aslında eylemlerinde riyakâr. Evet. Riyâkar.
Neden böyle söylüyorum? Çünkü şöyle düşünüyorum: İnanmayan bir insan doğru birşeyi yanlış bir amaçla yapmış oluyor. Bir ateist savaşları neden sonlandırmak ister? İçindeki fıtrî/insanî yanları inkâr etmeden şunu söyleyebilirim: İş ’nasıl inandığı’ noktasına geldiğinde aslında o bütün bu şeylerin ’boşuna’ olduğunu düşünmektedir. Kurtardığı bebekler büyüdüklerinde bir hiçlik üzere yaşayacaklardır. Bir hiçlik üzere öleceklerdir. Herşeyin sonu hiçliktir. Aktivistimiz ancak hiçliğe gidişin tarihini değiştirebilmiştir. Fakat, en nihayet, herşey hiçliğe gittikten sonra ’bir gün önce-yüz gün sonra’ muhabbeti hayat için ne farkeder?
Bir müslüman ise dünyadaki faaliyetlerini ’rıza’ ekseninde gerçekleştirir. Yaptığı şeylerin şu eksende doğru olduğuna imanı vardır. Kendisiyle ebede gideceklerine de imanı tamdır. Birşeyden Allah razı olduğunda o artık sonsuza taşınmıştır. Bu nedenle bir bebeği kurtarmak sonsuzlukta bir paye kazanmaktır. Bir savaşı sonlandırmak daha büyükçe bir payedir. Bunlar Cenab-ı Hakkın da kendisinden razı olduğu fiiler olarak yücedir. Cümlenin hiçbir parçasında çelişki duymaz. Küçücük resimleri binbir çabayla kurtarıp sergiyi ateşe atmaz. Bu yüzden sözü yalan sayılmaz. İslam hayrında tutarlıdır. İyiliğinde çelişki yoktur. Fakat inançsızlık, arada hakikat kokan ne kadar cümle kurarsa kursun, nihayetinde hepsini harman ateşine verir. Sözünde yalancı olur.
Arkadaşım. Bu ayetten hayatım adına aldığım (veya almam gereken) hisseye geleyim. İnanmadığım neyi eyliyorsam yazık oluyor. İnanmadığım bir projede çalışmak, inanmadığım bir kavgaya destek vermek, inanmadığım bir konuyu başkaları için ’mış gibi’ önemsemek... Hepsine ama hepsine yazık oluyor. Çünkü heba oluyor. Yazık olduğunu görüyorum. Yazık olduğunu hissediyorum. Heba olduğunu zaman da gösteriyor. Çünkü onlar benden kabul olmadığı gibi ben de onların neticelerinden kendimi hissedâr hissetmiyorum/edebiyorum. İkinci niyetlerim nedeniyle eylemlerimin ihlası ölüyor. Ben de her ölünün başında ’mış gibi’ harcadığım emeklere/zamanlara ağlıyorum. Zira, her neyi ’mış gibi’ yapsam, o da ölüyor. Yalancılığımı önce ben hissediyorum.