5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
849
Okunma

Halley kuyruklu yıldızı bilirsiniz yetmiş beş yılda bir dünyamızı ziyaret etmektedir. Dünyanın allak bullak olacağı inancını da beraberinde sürüklemez mi? Eski zamanlarda kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağından tutun da kıyamet habercisi olduğuna kadar türlü senaryolar üretilmiş bulunmaktadır. Kuşkusuz bu tip bahisler kuyruklu bir yalan imajı da uyandırabilir. Edebiyatımızda bir izdivaç hikâyesine de konu olan meşhur kuyruklu yıldızın en son 1986 yılında göründüğünü söyleyebiliriz. İnsanoğlunun dünyanın dört bir yanında aşkla bağlandığı futbol ateşini körüklemiş, dünya kupası meşalesini tutuşturmuş olabilir mi bilinmez ama bugüne kadar izlediğim nice dünya kupası içerisinde heyecanı en çok katlayanlardan biri belki de başta geleni Meksika 86 olmaktadır.
Gerçi 2002 dünya kupası milli takımımız parantezinde gönüllerimizde taht kuracaktır. Ancak dünyanın önemli bir bölümünde en çok konuşulan, mukayeselere sahne olan ikisi 1970 ve 86’dır demek mübalağa mıdır acep? İlginçtir her ikisinde de ev sahibi dünyaca ünlü kadın ressam Frida Kahlo’nun ülkesi Meksika olmaktadır. Bu anlamda sakın Meksika ateşi bir başka olmasın. Azteka stadının bir büyüsünden, tılsımından bahsetmek fazla mı fantastik olur? Tereddütsüz, futbol ve mitoloji başlığı altında da hayli söylenecek husus olmalıdır. Stadyumların bir tür modern tapınak olarak karşılandığı hallerde binlerce insanında bir nevi ayin yaptığını söylemek icap edecektir. Diğer yandan Kızılderili çağının Meksika gibi bir coğrafyaya silinmez damgasını vurduğunu düşünmek dahası tüm ruhuyla sindiği büyülü bir atmosfer bulmak sofistike ama bir hayli ilginç de olmalıdır.
Peki, 86 dünya kupasında neler oldu? İlk hatırladığım husus turnuva başlamadan önce yapılan bir araştırmadır. Şampiyonaya katılan bütün ekiplerin hususiyetleri bir bilgisayara yüklenir ve finali oynayacak iki takım sorgulanır. Cevap Fransa ile Danimarka olup Fransa’nın 2-1 galip geleceği yönünde bir netice kuşkusuz anlamsız değildir. 1984 Avrupa şampiyonu Fransa Platini’li kadrosuyla yine iddialı hazırlanmaktadır. Danimarka ise bir dönem Milli takımımızı da çalıştıran Sepp Piontek’in hocalığında önemli bir mesafe aldığı gibi dünya futboluna hücuma dönük varyasyonlar kazandırmaktadır. Açıkçası, oturmuş ve hem fizik gücü hem de teknik özelliği yüksek ekip dünya futbolunda çekinilen bir takım olarak gözükmektedir. Brezilya’nın 1982’de ki hayal kırıklığından sonra yeni arayışlar içerisinde olması, İtalya’nın yine bir önceki turnuvada kazandığı şampiyonluk sonrası kadroda yenilemeye gitmesi, dünya futbolunun gediklisi F. Almanya’nın ise yaşlı ve sakat oyunculara sahip bulunması gibi ögelerde kompüterin verdiği çıktıyı temelli inanılır kılmaktadır.
Öte yandan aynı sual turnuvaya iştirak eden yirmi dört takımın hocasına da sorulur. Farklı cevaplar içerisinde yalnızca Bulgar Milli Takımı hocası İvan Vutsov’un F. Almanya Arjantin tahmini yapması enteresandır. Sahi, final bu iki takım arasında oynanmadı mı? Bugün geriye dönüp baktığımızda neticeden sebebe gitmek suretiyle Bulgar hocanın düşünce yolunu herhalde izleyebiliriz. Arjantin’in ekip oyununda başarısı kadar Barcelona ve Napoli deneyiminden geçmiş bir Maradona faktörüne sahip olması yanı sıra F. Almanya’nın her hâlükârda turnuva takımı olduğu gerçeği üzerinde durmuş olabilir mi? Ne dersiniz?
Grup maçlarında öne çıkan sonuçlarla beraber sürprizlerde birbirini izlemektedir. İngiltere, Portekiz, Polonya ve Fas grubu en büyük şaşkınlığı uyandırır. İlk maçında İngiltere’yi 1-0 mağlup eden 84 Avrupa şampiyonası yarı finalisti Portekiz için o noktadan sonra ikinci tur çantada keklik değil midir? Ne ki, Polonya ve özellikle de şampiyona öncesinde sıra takımı olacağı düşünülen Fas karşısında alınan mağlubiyet Portekiz’i bir anda turnuvanın dışına iter. Öncesinde İngiltere ve Polonya ile de berabere kalan Afrika temsilcisi grup birincisi olarak ikinci tur vizesini alır. İngiltere ise zor anlar yaşamaktadır. Bütün iş Polonya karşısında alınacak galibiyete bağlıdır. 1974 ve 82’de dünya üçüncülüğü tecrübesi ve özgüvenine sahip olması yanında Portekiz’i mağlup edip Fas ile berabere kalan Polonya karşısında adalar ekibinin işi hiçte kolay değildir. Ancak birden bire açıl susam açıl tılsımı İngilizlere değer. Genç santrafor Lineker’in hat trick yaptığı karşılaşmayı kazanan İngiltere kendisini bir üst turda bulur. O devrin bonusu olan, gruplarda en iyi üçüncüler kontenjanıyla da Polonya tur vizesini alacaktır. Ne var ki çekirge bir sıçrar, iki sıçrar sözünün hükmüyle Polonya ikinci turda Brezilya’ya 4-0 mağlup olacaktır. Maçtan sonra ünlü Pele özdeyiş misali cümlesini “Papa Polonya’lı ama Tanrı Brezilya’dan yanaydı” şeklinde sarf edecektir.
İlk turda zorlu grupların başında F. Almanya, Danimarka, İskoçya ve Uruguay grubu gelmektedir. İlk maçında Uruguay Almanya’yı sertliğiyle yıldırır. Maç sonrası yakınan Almanların yanı sıra dünya medyası da bu Uruguay karşısında diğer takımların işinin oldukça zor olduğunu dillendirmektedir. Oysa tam tersi bir tablo cereyan edecektir. Danimarka, kompüteri haklı çıkarırcasına İskoçya galibiyetinin ardından Uruguay’ı hallaç pamuğu emsali atar. 6-1 inanılmaz bir skordur. Son maçında da F. Almanya karşısında galip gelen Danimarka ölüm grubundan birinci olarak çıkmasın mı? Bu durum ister istemez Danimarka İspanya maçını ikinci turun vitrinine çıkartmaktadır. Bir mucize daha gerçekleşir. 1984 Avrupa şampiyonasında Danimarka’yı ancak penaltılarla geçebilen İspanya bu kez 5-1 galip gelir.
Peki, bu nasıl gerçekleşir? Danimarka bir marka olmak yolunda emin adımlarla ilerlemiyor muydu? Hiç kuşkusuz İspanya’nın da Avrupa ve dünya futbolundaki yeri öne sürülebilir ve bugünden bakıldığında çok da mantıklı görünebilir. Oysa o dem gerçek bunun tam tersidir. Normal şartlarda Danimarka’nın turu geçmesi o günün muhakkak gerçeği olabilirdi. Ne çare ki, gerek maç öncesi ve gerekse sonrasında yapılan yorumlar olmaksızın anlamına varılabilecek gibi değildir. Genel bakış açısı Danimarka milli takımının taktiksel düzlemde bu duruma düştüğü ve bunun da müsebbibinin önemli ölçüde ünlü teknik adam Sepp Piontek olduğudur. Meksika’nın yaz mevsimine karşılık gelen sıcaklık ve nem baskısı karşısında Piontek hocanın takımını verimli oynatmadığı, maçlara göre elindeki taşları doğru ve etkili kullanmadığı yönünde kritikler o günlerin aktüalitesini belirlemektedir. Nihayet, İspanyolların tüm bu hususları kendi lehlerine çevirmelerinde dünya futbolunda bir genç yıldız etkili olacaktır. Emilio Butragueno’dan başkası değildir bu isim. Fırsatçılığı ile İspanyol futbolunda “El Buitre” Akbaba lakabı alacak olan Butregueno o gün dört gol birden atacaktır.
Bu arada, nem ve sıcaklık dedikte; dünya kupası başlarken bazı ünlü yıldızlar başta Maradona olmak üzere maçların oynanacağı saatlere itiraz edecektir. Sahi, karşılaşmalar neden Meksika saati ile 12.00 ve 16.00’da oynanır. Öyle ya, aklın yolu bir değil midir? Gece maçları o yıllarda insanlığın bilmediği bir husus muydu yoksa? Cevap çok basittir aslında. FİFA açısından televizyon gelirleri kriter alınırken futbolcuları kan ter içerisinde bırakacak uygulama tereddütsüz devreye girer. Meksika’da öğlen ve ikindi dünyanın önemli bölümünde ise akşam, gece yahut sabaha karşı olabilmektedir vesselam. FİFA başkanı Havelange futbolcular işlerine baksın der çıkar. Ne hazindir ki, kazanan ticari düşünce iken kayba uğrayan ise futbolseverlik olgusu olacaktır.
-DEVAM EDECEK-
L.T.