5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1342
Okunma

“Taze fesleğen kokulu kız Anjelik karanlıkta yol alırken korku ile arkasına, sağına, soluna bakıyor. Ahlaksız Dragane J den kaçarken tüm erkekler rakı ve tütün kokuyor. Kara kalpli kara adamların arasından karanlıkta hızlı adımlarla sıyrılmaya çalışan Anjelik korkudan gözleri fal taşı gibi açık hızlı adımlarla toprak ve taşlarla kaplı yolda koşarken, düşmemek için uzun eteklerini toparlıyordu.”
Neşeli, hoş sohbet, komşusunun kapıyı tıklatması ile oluşan kapı tokmağının tok sesi ile yorgun gözlerini okuduğu kitaptan ayıran Nida hanım dizlerinin üzerine alalade atmış olduğu ekoseli battaniyeyi yana doğru sıyırtarak kapıya yöneldi. Okuduğu romanı en heyecanlı yerinde bırakmak bütünüyle canını sıkmış olmasına rağmen uzun süredir hareketsiz kalmaktan uyuşan vücut bacak ve ellerini hareket ettirmenin iyi geldiğini düşünerek kapıya yöneldi.
Kapıyı açtığında Şadiye Hanım İstanbullu şivesi ile telaşlı, telaşlı lakin anlama bir şey katmayan, hatta hiçbir anlam bildirmeyen, ancak kulağa hoş gelen sözleri ile toplumdan kaçan, insanlar arasına karışmaktan çekinen oğlunu “Gördünüz mü? Gördünüz mü” diye arıyordu.
Boş ve cevapsız bir ifade ile Şadiye hanıma baktı. Sonra başını iki yana salladı. Hızla koşturan Şadiye hanımın arkasından birkaç saniye baktıktan sonra, kapıyı yine aynı tok sesi ile kapadı. Hızlı adımlarla tuvalete koşturdu.
Ufak bir rahatlamanın ardından mutfağa yöneldi. Buzdolabından çıkardığı domatesleri ince, ince dilimledi. Kettıl ile hızlıca bir sıcak su yaptı. İçine bitki çayı salladı. Mutfağın camından söyle bir dışarıya göz attı. Şadiye Hanım birilerine hızlı, hızlı bir şeyler anlatıyordu. Hızlı servis yapan motosikletli bir sürücü hızla gözden kayboldu. Camdan sonra tekrar mutfağa döndü.
Önceki gün aldığı ekmeği dörde böldü. Sonra bir çeyreğin içini açıp içine dilimlediği domates ve peynirleri koyduktan sonra hazırladığı sandviçleri bir tepsiye oturtup salona koştu.
Üçlü kanepenin ucuna oturup tepsiyi dizlerine oturttu. Kumandayı eline alıp televizyonu açtı. Haber kanallarında yine tatsız haberler dolu idi. Canı sıkıldı. Kanal değiştirip bir belgesel açtı. Sandviçini yemeye koyuldu.
Telefona uzandı. En son arama kaydı üç gün önce kızından idi. Şimdi sosyal medya vardı. Herkes birbirini oradan takip ediyor ancak bireysel olarak aramıyordu. Sıkıntı ile telefonu elinden fırlattı. Yemek tepsisini mutfağa bıraktı. Sonra hızlıca pantolon ve tişörtünü giyip sokağa fırladı.
Sokağın yemek dilenen kedileri önüne çıkıp, etrafını sarmış, her biri ayrı telden miyavlayıp sürünerek mama dileniyordu. Geçen senenin yavru kedileri biraz daha tombulca idi. Nida Hanım poşetinden çıkardığı kuru mamaları kedilerin önüne öbek, öbek döktü. Mama yiyen kedileri bir müddet seyretti. Bir kaçını sevdi, başını okşadı. Yolun karşısında koşuşan çocuk sesleri ile kendine gelip, emekli maaşını almaya bankaya doğru hızlı adımlarla koşturdu.
Önüne gelen ilk bankamatikten kartını içeri soktu. O da ne kartında hiç para yoktu. Üstelik eksiye de düşmüştü. Bir şey anlamadı. Bankadan içeri daldı. Soluğu gişe memurunun önünde aldı. "Param kalmamış, param kalmamış" diye yüksek perdeden bağırınca bankadaki tüm yüzler ona doğru döndü. Sonra aynı tüm yüzler duyarsızca önüne döndü. Bir gişe memuru hesabı inceledi. Soyulmuştu.
Bankadaki gişe memuru bu işin kopya kart ile yapıldığını, kartı iptal edeceklerini anlatırken Nida Hanımın gişe memurunu duymuyor, kulakları uğulduyor, gözünün önüne yapacağı ödemeler geliyordu.
Orada bulunan genç yaşlı, kadın erkek tüm yüzler cep telefonunda iken, Nida Hanım ne yapacağını bilmez halde. “Hayır olamaz” diye çığlıkla birlikte boylu boyunca yere doğru yığıldı.
Gözünü açtığında hastanede fesleğen kokulu bir hemşire başucunda nabzını tutuyorken, “Para devletindir ama hayatınız sizindir.” “Kendinize gelin hanımefendi.” Diyordu.
Nida hanım ise “Bütün emekli maaşım gitti.” diye sayıklıyordu.