15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1564
Okunma
Bu kelimeler beş yılın biriktirdiği yağmur damlacıkları aslında… Bazen gökgürültüsüyle, bazen gökkuşağının ardı sıra, bazen bulutların koynundan süzülürcesine, bazen de güneşin denizi öptüğü yerde biriktirdik aşkımızı… Yağmur damlalarının, buğulu camlarıma vurduğunda çıkardığı her ses yüreğimde bizim ritmimizi oluşturdu…
Seni yüreğimde besledim kozasından çıkacak kelebekciğin umudu gibi... Seni düşüncemde sahiplendim yuvasına kış için azık taşıyan karınca gibi… Hiç hesapsız verdim sana, ürkek ama senin gölgende cesaretlenen duygularımı… Şiirlerim, senin martılarını konuk etti küskün yılların ardına gizlenirken… Sessizliğin çığlığını dokundurdun dizelerime… Geçmişimin gri tonlarındaki sancılar, senin kucağında mavi ve beyazın ihtişamında dinlendi …Yalnızlığımın güçsüz kanatlarında güç oldun, karanlığın en koyuluğunda gizlenen ışık oldun….Her gece benimleydin..Yıldızlarını, dokunuşunu, nefesini hep hissettim..Hep büyüdüm büyüklüğünde…Aşkımı haykırarak, ağlayarak, özgürce, çıplakça söylediğim TEKimsin belki de…
Üzgünüm aşkım…Sen tarihini koynunda saklarken, geleceğimi sundun geçmişin hazine sandıklarının içinden….Biliyorum, sessiz çığlıklarım bedeninde yankılandı…Biliyorum, maviye döktüğüm ıslak hüznüm tuzlu bedenini daha çok eritti, acıttı…
Marmaranın koynunda raksederdi hüzne bulaşmış savaşçı arzularım… Ve hep en güzel dansı Kız Kulesine rağmen biz yapardık …Yunuslar taaa enginlerden bizi seyrederdi tebessümlerini yollarlardı.. O zaman anlardık ki gizeme inat aşk kazanacaktı belki de….
Yüreğim duygu kalabalıklarının soluk depremlerinde sarsılırken Heybeli de dinlendirmiştik yorgun, toz duman olmuş bedenimizi… Faytonu çeken atların nal sesleri içimdeki çocuğun sek sek oyununun sesine karışıyor coşkunun adı konmuş oluyordu… Faytoncu nasıl da gülmüştü benim çocukça çığlıklarıma… Çünkü o sessizlikte sesim, yağmur damlalarına karışarak yankılanıyor çıplak sessizlik benim mutluluk dolu çığlıklarımı ve gülümsememi giyiniyordu… Ve karşılıklı coşku alışverişi Heybeli yi bize boyamıştı Mavi ve beyaza…..
Topkapının surlarına bıraktım bana verdiğin ve yüreğime bağdaş kuran aşk dolu düş çiçeklerini… Onların yapraklarına gizlenen gizem tomurcukları beslerdi aşkımızı…Biliyorum; düş çiçeklerini sana koşan, yüreğini ve ürkekliğinin üşüyen kanatlarını sana çırpan başka ağıtlara da vereceksin… Onlar da senin düş çiçeklerinin dokunuşuyla yaşama daha mavi bakacak geleceğe adımlarını daha emin atacaklar… Surların dibindeki sokak çocukları kadar ihtiyacım var sana…Onların kimsesizlik içindeki herşeyisin… Benimse, üşüyen yanımın düş sıcaklığına kavuşmuş son halisin…
Hadi bana son bir defa sarıl ki duygularımdaki, bedenimdeki, yüreğimdeki kokun bana bir süre daha yoldaşlık etsin… Etsin ki hüzün bulutlarından, dikenleri yüreğime batacak bencillik kırıntılarından ve gri yağmurlardan korunabileyim...
Gidiyorum, üzgünüm aşkım…Beni mavi ıslaklığın olmadığı, topraklarını sarı taçlarıyla süsleyen başakların olduğu ufuklara uğurluyorsun… Ben giderken göğsün dalgalanacak, mavi ıslaklık hırçınlaşacak ve Boğaziçi ağlayacak…
Gidiyorum üzgünüm aşkım; İstanbul İstanbul İstanbul’ um…….
Beyaz Ağıt/Mehtap Altan
17.07.2007