9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1485
Okunma

Ablam benim. Yokluğu varlığı, acıyı tatlıyı, iyi günü, kötü günü paylaştığım ablam…
Gün oldu karanlıklardan beraber çıktık aydınlığa. Gün oldu gözyaşlarımız bir birine karıştı. Gün oldu tek kuruşu, bir dilim ekmeği bölüştük seninle. Güzel gözlüm.Gani gönüllüm. Ciğerparem.
Bacım, ablam, anam, her şeyim…
Bu gün 20 Temmuz. Kıbrıs Barış Harekâtının üzerinden 43 yıl geçmiş. O günleri beraber yaşadık... Beraber sevindik. Beraber meraklandık. Beraber üzüldük.
O günün en ilginç gecesini belki de sen yaşadın.Şimdi bir kez daha anlat. Biliyorum hüzünlenecek, duygulanacak belki de ağlayacaksın. Ama ilk defa ağlamana sessiz kalacağım.
SÖZ SENDE …:
“ 20 Temmuz 1974 gecesi. KAYSERİ. PTT’si telefon santralında bir arkadaşımla görevdeyiz. O yıllarda şimdi ki gibi iletişim kolaylıkları yok. Yanan küçük kırmızı lambalar, takılan fişler, yaptırılan konuşmalar. Gece sessiz. Çıt yok. Bu saatte sadece kırlarda cır cır böcekleri ötüyordur. Gecenin tek hakimi sokak lambaları. Fersiz ışıkları ile geceyi aydınlatmaktan yorgun düşmüşler. Onlar da nöbeti birazdan ışıyacak güne bırakıp, ilk akşama kadar dinlenmeye çekilecekler
Sabaha karşı duyduğumuz motor sesleriyle pencereye koştuk. Askeri konvoy geçiyor. Araçlardaki askerlerin başları miğferli. Ellerinde silah, sırtlarında büyük, yüklü çantalar. Haberlerde duyuyor, gazetelerde okuyoruz.. Kıbrıs karışık. O halde bunlar Kayseri’deki komandolar olmalı. Hava Üs’süne gidiyorlar. Oradan da uçaklarla Kıbrıs’a indirme yapacaklar belki de. Günlerdir bu söyleniyordu. Heyecanlıyız. Sevinçliyiz…
Arkadaşımla santral odasının balkonuna çıktık. Onları alkışlıyoruz. El sallıyoruz.
Beklemediğimiz bir şey oldu. Konvoydaki araçlardan birinden, bir asker ayağa kalktı. Beyaz bir zarfı bize göstererek attı. Arkadaşımla göz göze geldik.
“Ben iniyorum.”
Cevap beklemeden koşarak indim. Aldım geldim o zarfı. Üzerinde adres yazılı bir mektup. Bir süre arkadaşımla zarfa baktık. Aynı anda, aynı şeyi düşünüyorduk belkide;
“Açalım mı?”
Açtık. Yazılanlar hala bu gün ki gibi aklımda:
“ANAM BENİM !
BU SATIRLARI “HAZIRLANIN” EMRİNDEN SONRA YAZIYORUM.VAKTİM ÇOK AZ. DUYACAKSIN. ÖĞRENECEKSİN. BİZ KIBRIS’A GİDİYORUZ. BU MEKTUBU ŞİMDİ GÖNDEREBİLME İMKANIM YOK. ARAÇLARIMIZ PTT’ NİN ÖNÜNDEN GEÇERKEN YERE ATACAĞIM. BİRİ BULUR. BELKİ DE AÇAR OKUR. OKUSUN. AMA SANA MUTLAKA GÖNDERSİN. YILLARDIR BU ÜNİFORMAYI TAŞIYORUM. MAAŞ ALIYORUM. O MAAŞLA EVLENDİM. O MAAŞLA ÇOCUĞUMA, EVİME BAKTIM. O MAAŞTAN SANA PARA GÖNDERDİM. DEVLET BÜTÜN BUNLARI BANA;
“ BİR GÜN SANA İHTİYACIM OLABİLİR. HAKKINI O ZAMAN ÖDERSİN” DİYEREK YAPTI.
İŞTE O GÜN BU GÜNDÜR. GERİ DÖNEBİLİRSEM. SENİ ARARIM. GELİNİNİ TORUNUNU MERAK ETME ONLARA İYİ BAKARLAR. ŞEHİT OLURSAM DA ÜZÜLME. AĞLAMA. HAKKINI HELAL ET. HASRETLE ÖPERİM ELLERİNDEN.
Arkadaşımla sarıldık bir birimize. Ağladık. Dualar okuduk askerlerimize. Görevi teslim ettikten sonra, özenle kapattığım zarfın pulunu yapıştırıp posta bölümündeki arkadaşlara verdim.
Duygularım ayyuktaydı.
Beni duygulandıran zarf değil, mazrufdu :
“Bir gün sana ihtiyacım olabilir. Hakkını o zaman ödersin”. İşte o gün bu gündür.” Cümlesiydi.
İşte vefa buydu. Türk askeri buydu işte…
Üzgündüm.
Neden mektubun üstündeki adresi alıp da, mesleğimin sağladığı kolaylıkları da kullanarak annesiyle konuşabilmeyi düşünmemiştim? Daha sonra o insana ne olduğunu öğrenebilme imkanını niçin kaçırmıştım? İnsanlar beklenmeyen bir olay karşısında en doğru kararı o anda veremeyebiliyor. Bende de öyle olmuştu işte…
Yıllardır düşünüyorum. O asker eğer şehit olduysa; mekanı zaten nurdur. Gazi olarak döndüyse; torunlarına bırakacak bir madalyası vardır.
Aradan çok uzun zaman geçti.Yaşıyorsa; daha uzun, sağlıklı yaşasın. Eğer öldüyse; mekanı cennet olsun…
Yıllardır memleketimizin başından bela eksik olmuyor. Şehitlerin arkası kesilmiyor bir türlü.
YUNUS EMRE’nin dediği gibi:
BU DÜNYADA BİR NESNEYE YANAR İÇİM GÖYNÜR ÖZÜM
YİĞİT İKEN ÖLENLERE GÖK EKİNİ BİÇMİŞ GİBİ…
Gök ekinler biçilmesin artık. İçim yanıyor. Bu yangın senin, eşimin, yeğenimin asker olmasından kaynaklanmıyor. Bizler anayız. Yüreklerimiz kanıyor. Yıllardır taze fidanlar toprağa düşüyor.Bir çıkar, bir umar yok mu? Ama -üzülerek söylüyorum- bu sorunun kesin bir cevabı da henüz yok…
Canım ağabeyim. Beni bu anlamlı günde sayfanda misafir ettin.Bir anımı anlatmama aracı oldun. Sağ ol. Var ol.
SÖZ BENDE:
Senin bu anlattıklarının üstüne söz söyleyecek yürek kalmadı bende. Hoş geldin. Sefa geldin. Doğru söyleyeni, güzel söyleyeni başının üstünde taşır bu Defter…
Hürmetle, hasretle öperim ellerinden.