Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
Harun Aktaş
Harun Aktaş

Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Bir Gün*

Yorum

Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Bir Gün*

5

Yorum

6

Beğeni

0,0

Puan

2315

Okunma

Okuduğunuz yazı 20.7.2017 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Bir Gün*

Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Bir Gün*

Yazdıklarım kabuğunu dolduramayacak ağır bir travmanın eşiğinde. Kesin yargılardan kaçınarak hata yapma olasılığını elimden geldiğince düşürmeye çalışmak da korkarım ki benim elimde. Elimizde yazgımızdan başka ne kaldı, bizi ürküten? ‘’Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı, söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten’’ Böyle esip gürlüyordu şair. Artık sırtımız güvende ve duvara dönük. Bir yerden başlamanın kaçınılmaz mecburiyetini fazla hırpalamadan, içimizdeki kırıkları kanatıp dağıtmadan bunu yapabilirsek ne  âlâ
 
Kendisinden nasıl bahsedeceğimin hafif sıkıntısı var üstümde. Artık vakti geldiyse limandan ayrılmanın, iskele fora demenin akıbetini de sorgulamamalı hiç. Olan olur. Ve nihayet.  Akın Çokuğurluel’in ikinci romanı, ‘’Kırık Şeyler Ansiklopedisi’’ bozgun çığlıklar eşliğinde raflarda yerini aldı.

Dağıtıma geçmeden önce okuyabilme fırsatını yakalayan şanslı kişilerden olduğumu da hatırlatmakta hiçbir beis görmüyorum. Yani kitabın tevellüt sürecindeki koşuşturmanın meçhul bir tanığıyım desem, pek de yanlış olmaz. Şimdi ise matbu haliyle ikinci defa okumanın hazzını yaşıyorum. Bundan güzel başka ne olabilir ki. Kitabın kapak tasarımından etkilenmeye başlamış olsam da  ilk cümlesi beni derinden sarstı diyebilirim -bu cümlede sarsmak fiili lalettayin ağızdan çıkmamıştır-:

‘’Annem öldü benim’’s.7.
 
Çok berrak ve kışkırtıcı bir ilk adım cümlesi benim nazarımda. Eldeki delillerin toplanma serüveni uykumuzu kaçırsa da devam ettim okumaya. Kelimeleri kanırta kanırta sayfaları geçiyordum ki  ardımda bıraktığım onca kelimenin mayhoşluğuyla sayfaların arasında bir şeylerimi kaybettiğimi epey sonra fark ettim. Ne olacağı hiç umurumda bile değildi halbuki. Kendi ayaklarımın kelimelerin bıngıldayan yanlarına eşlik etmesi, beni elimde olmayan gark muharebesine sürüklüyordu çünkü. Dikkatimi dağıtabilecek her şeyden kaçıyordum olabildiğince. Bu aşamada neler hissettiklerimi, mübalağa etmeden anlatmanın huzursuzluğu etrafımı sarmış durumda. Zira sevdiği şeyleri-içimizdeki kırıklar dahil- abartarak haz almayı kendine şiar edinen biri için kolay olmasa gerek. Bu yolu tercih ettiğimize göre ayağımıza batan dikenlerden de dem vurmamalıyız. Kaldı ki abarttığım kadardır aslında okuduğum, sevdiğim ‘’şey’’ her ne ise.

Evet, elimizdeki bu roman, aynı zamanda bir dönemin karanlıkta kalmış kırmızı perdesini aralıyor. Bir cinayetin perde arkasındaki sırrın aydınlatılmasından ziyâde, o kavisli  düzenin tamahkâr yanını seriyor önümüze; fakat göze parmak sokmadan yapılıyor olması bizim için daha derin bir mevzu. Bu saydıklarımız mezkûr romanın, niçin elimizde olduğunun sebeplerinden yalnızca birkaçıdır aslında. Elbette bunlar kâfi gelmeyebilir bu romanı iyi yapmak için. Anlatım dili ve kırık şeylerin resmedilişi ve bu ‘’şeyler’’e dair bırakılmış dipnotlar, kısaca biçimin içerikle ahengi, başlıca celbedici edimleridir ve hatta aşk bile dahil buna. Hangi aşk ve neyin sadakati?

Okumak için tüm şartlar elverişli anlayacağınız. Kapımızı çalmasını beklemek, bizi telaşlandırmaktan başka ne halta yarayacak? Bunun cevabını merak ediyor olmamız, romanın sonunu ağzımızdan kaçırmak için yeterli bir sebep değildir maalesef. Sonuna kadar sebat etmeliyiz, her şey bitince aydınlığa kavuşacak nasılsa. Karar vermek veya bu kararı kritik etmek de okurun takdiri zaten. Bizim vazifemiz olanı olduğu gibi aktarmaksa başlasın çanlar çalmaya. Kimin için çalmadığını bilmekse başka bir tartışmanın konusu.
 
Romanın adından da anlaşılacağı üzere bir ansiklopedi. Öyle ham bilgilerle yoğunlaştırılmış bir madenden öte hammaddesi rafine edilmiş şikeste bir eserdir. Bazı sorular sorulabilir tam da burada. Fakat bu sorulara doyurucu cevaplar vermek için elimize almadan romanı, ne anlatırsak anlatalım eksik kalır.  Hani olur da bir çağrışım olursa, bunu hatırlatmak  boynumuzun borcu. Gerçi edebiyatın nazlı anlarından  kim bilir daha hangisini çağrıştıracaktır, buna karşın keşke bu şekilde izah etmeseydik diye kaçınılmaz bir hayıflanmayla örtüyoruz üstümüzü. Kelimelerin kaybolan anlamlarını aramak bile bize heyecan aşılıyor doğrusu. Altını çizdiğim sarsıcı bazı cümlelerin, özellikle bir tanesinin elimden sımsıkı tutmuşçasına beni  terasa kaçırmasını hangi duyumun mahurluğuyla izah edebilirim:
 
‘’…Bir erkeğin sevdiği kadının gözlerine bakarken hayatta neler kaçırabileceğini ilk babamdan öğrendim’’s.26.
 
 Bunları niçin mi alıntılıyorum gaddarca. Aşk var demeye dilim varıyor varmasına da, lâkin bunu nasıl itiraf edeceğimi bir türlü beceremiyorum. Bir eylemcinin âşık olmadan önceki son sekiz günü beni fena halde tedirgin ediyor. Hasan’ın bizi ardında sürüklemesini aşkın kırmızı karartısına değişmeyeceğimizi de itiraf etmek bize düşer. Bir şeylerin değişeceğinin muştusunu hissettiriyor olsa da Hasan, peşinden sonuna kadar sürükleyip götürdü acımadan biz okuru. Karakterin, yani Hasan’ın iç ağrısını kendi ağrımız belleyerek pervasızca işledik tenimize. Aşkın peşinden gitmenin onarılmaz hafif yanı bizi olduğumuzdan daha güçlü kıldığını sanırım söylememize lüzum yok, bu ahval ve şeraitler dahilinde. İyi de kırmızı çiçekli kızı, nasıl olur da Kırmızı Saçlı Kadına’a benzetirim tavırları omzumda bir yük, an itibarıyla. Renklerin kadınlar üzerindeki serüveninin bu kadar derin olabileceğini de ummazdım. Sadece bir renkten mi ibaretti yoksa bu benzetiş, yoksa benim hüsnü kuruntum muydu bilemedim? Hangisi olduğu gerçeğini şimdilik es geçelim istiyorum. Nereden, nasıl baktığımızın gece sayıklamalarımızdan daha önem arz ettiğini biliyorum. Fakat asıl hakikat, kırmızı çiçekli kızın, romanın en az Hasan kadar toparlayıcı kişisi olduğudur bizim için. Açıkçası burası  beni daha çok ilgilendiriyor. Teknik açıdan ne denilebilir ki, yüklemin bazen isimfiil olduğu rastlantısından başka. Bu kısmın da İsviçre bilimadamlarına düşmediğini söylemeyi kendime görev addederim.
 
Astarı kararmış yılların arasından sızarak bize ulaşan bu romanın, elbette bizi tatmin etmeyecek yanları olacak. Hiçbir şeyin kesinlik kazanmadığı, ölümlerin vicdanımızın yakasından eksik olmadığı böylesine bir zamanda, bu tatminsizlik bile göze batmayacaktır. Varsa eğer böyle bir yazgı. Yazmayla geç tanışan genç; ama kalemi keskin bir yazardan, kırık şeylerin üzerimizdeki izdüşümleri takip etmek biz okurlar için nimet olsa gerek. Yukarıda dilimiz döndüğünce, sarf ettiğimiz her kelimenin altını hakkını verircesine doldurmak bizim başlıca meselemiz aslında, kim bilir. Bunun için olsa gerek hakikatin bizden istediği vicdan da içimizde saklı duruyor. Biz bunları diyoruz ya, içimizdeki kırıkların sesi yüzümüzü daha gürültülü betimliyor. Zaten bu romanda, sadece şeyler’in hapsedildiği hayattan öte bize ana karakterin bir amaç uğruna  nasıl bedel ödediğinin çıplak hakikatini vuzuh bir anlatımla yüzümüzü tarayarak seriyor önümüze yazar. Kulağımızın perdeleri delik.  Nasıl olur dediğimiz o bedbaht sancıların, karanlık yollarına ışık tutarak, daha iyi anlamamıza imkân tanıyor. Fakat bazı şeyler hep değişiyor. Hep.
 
 Ve ‘’bazı şeylerin değişmesi için acılar bile kâfi gelmiyor’’s.28. Nedendir bilmiyorum ama tam da böyle bir sancı nüksediyor bir yanımızda. Onca acıdan sonra bu da geçer diyebilme cüretini gösterebilmenin acziyeti içinde debelenip duruyoruz. Oysa acının dindiği yok. Zaten unutursun, bu da geçer gibi sözlerin pek de iyi gelmediğini bilir insan, gene de omzundaki yükün  biraz olsun azalmasını bekler. Bir kaybedişten bahsedebilir miyiz peki? Tutunamayan diyebilirim belki, korkum iliklerime kadar inmeye müsaade ederse şayet. Büyük taşlar eleğin içinde birbirine çarpıyor şimdilik. Zaman da bunu fırsat bildiğinden çabucak geçiyor damarlarımızdan fışkırarak. Ne istediğimizi, niçin okuduğumuzu, yazardan ne beklediğimizi biliyor olmanın rahatlığıyla kendimizi kelimelerin akışına bıraktık ne de olsa. Yıl içinde yayınlanan yüzlerce kitabın arasında bunu fark edip okuyabildiysek, kendimizi bahtiyar hissetmeliyiz. Zira iyi bir şey yapmanın sevinci ağır basacaktır bünyemizde. Elimize geçmeyip, bulamadığımızı, farkında bile olmadığımızı düşünelim bir an, yaşadığımız hayat gene aynı bulvar üzerinde devam edecektir, bu da doğru. Ancak ihtimaller üzerinde ahkâm kesilmenin genzimize pek de iyi gelmeyeceğini unutmuyor muyuz?
Sahi bu romanı niçin okuduk, niçin okumalıyız? Bunu sorduk ve fakat şunu da söylüyoruz:

‘’… Her şey gözünde anlamsızlaşırdı. Bombaların öldürdüğü çocuklara şaşırmadı. Ülkeler işgal edildi, aldırmadı. Gazeteciler öldürüldü, ayakkabıları delik, görmedi. Tuhaf saplantılı bir aşktı onunkisi. Annem ölürken bile- ince hastalık diye geçiştirdiler bunu- onun her geçen gün eridiği, içinin çekildiğini görmedi. İnlemelerini duymadı. Çocukluğumun o en masum dönemlerinde bir erkeğin, sevdiği kadının gözlerine bakarken neler kaçırabildiğini ilk babamdan öğrendim…

… Babam, anneme olan büyük aşkından başka hiçbir şey görmedi. Annemi bile.’’
 s.26.
 
 

 —

kırıknot: Kırık Şeyler Ansiklpedisi, Everest Yayınları, I. Baskı, Haziran 2017, s.222


Paylaş:
6 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kırık şeyler ansiklopedisi ve bir gün* Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kırık şeyler ansiklopedisi ve bir gün* yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Bir Gün* yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
hena
hena, @hena
21.7.2017 18:32:20
Kitaba dair merak uyandıran güzel ve etkileyici bir yazı.tesekkurler.
nâ-gehân
nâ-gehân, @n-gehn
21.7.2017 02:36:30
10 puan verdi


Hayranlık ve merak uyandıran bir tanıtım yazısını okumaktadır bu sayfayı açan her kişi, bundan hiç şüphe yok..ve buna kimsenin de itirazının olacağı sanmıyorum.

İçtenlikle yazıya dökülmüş satırların, tanıtımı yapılan kitaba bir şey ekleyip eklenmediğini ise umursamıyorum şu noktada. Zira yazı, kendince o derece doyurucu ki kendinizi kitaba yabancı hissetmiyor adeta evvelinde okumuş da üzerinde sohbet ediyorcasına bir yakınlık hissediyorsunuz.

Bi de şu “İsviçreli bilimadamları” nın cümleye kattığı soğukluk ve tatsızlık olmasa idi.
Konu dışından birilerinin konuya dahil olması kadar yersiz ve itici geldi, her ne kadar o bölüme şerh getirmişlik gibi olsa da…yazının ruhuna basitlik katması hasebiyle dahilini yersiz buldum.

Kitaba dair bir beklenti içinde değilim esasen. Dolayısıyla ben, bu yazının üzerimizde bıraktığı hissi kâfî görüyorum bir okuyucu olarak.



Tekrar tekrar belirtmek gerekir: Kitap, oldukça iyi tanıtılmış ve güzel yorumlanarak okuyucuya sunulmuştur.


Tebrik ediyorum, Saygılar.



Evvel
Evvel, @kuskun-cicegim
20.7.2017 14:03:23
Hasan'ı ve Kırmızı Saçlı Kadın'ı ben de merak ettim doğrusu.

Ansiklopediden payımıza düşeni almalı.

Kadınlar ve renkler...düşünmeli ...
Believe-TülA(y)slan
Believe-TülA(y)slan, @believe-t-layslan
20.7.2017 11:50:34
10 puan verdi
Dışardan okumuştun yazınızı en çok sonunu beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.




Normalde Türk yazarlarını okumuyorum genelde tek düze çoğunlukla
Not: Metin Akdeniz ve Gule hariç
Fakat bu kitabı alıp mutlaka okuyacağım mutlaka.



Öyle güzel bir anlatım olmuş ki almazsam aklım takılı kalıp başka bir şeye odaklanamaz.





Teşekkürlerle saygı gülücük kuşlarıyla.






-Belıeve- tarafından 7/20/2017 4:42:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Den(iz)
Den(iz), @den-iz
20.7.2017 10:37:39
Öyle bir kitap yorumu yapmışsınız ki bu kitabı mutlaka okumalıyım diyorum.Ancak öte taraftan beklentimi en üst düzeye çıkarmış durumdasınız. Dili bu kadar iyi kullanarak bir kitabı önümüze seren bir yazıdan sonra kitap yorumunun altında kalabiliyor bazen. Umarım bu kez olmaz. Mutlaka okuyacağım.

Çok güzel bir yazıydı gerçekten. Her kelimesini keyifle okudum .Tarzınıza ve hiç hatasız dili kullanımınıza hayran kaldım. Teşekkürler.

Sevgilerimle...
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL