14
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1489
Okunma


Arabalar… Arabalar… Kimini ayırıp üzen, kimini kavuşturup sevindiren arabalar. Ovalarda, bahçede oynayan çocuklar gibi coşkulu, yokuşlarda, gelinine kızan kaynanalar gibi homurtulu arabalar…
Çok yoğun, çok çalkantılı bir hafta geçirdim. Şimdi Amasya-Isparta yolundayım. Yasladım başımı otobüsün camına. Bazen ışıklı, bazen karanlık yollardan geçiyor, o günleri yeniden yaşıyorum.
EFSANE AŞKLARIN ŞEHRİ AMASYA. GÜLE GÜLE. YİNE GELİN.
Bundan bir hafta önce. Kaderin bir toprak parçasında bizi bir araya getirdiği 13 kişiyi, on üç karakteri uzun uğraşlar sonucu ikna ederek, bir inşaat firmasıyla daire karşılığı sözleşme imzalamaya razı ettim. Mutluyum. Isparta’ya geri döneceğim. Hey hat… Gelen bir telefon beni yüreğimden yaraladı.
“Ağabeyin komada çok hasta.”
Hüzünlüyüm. Telaşlıyım. Meraktayım.
Düştüm Kayseri-Amasya yoluna…
ÇORUM. LEBLEBİ DİYARI. HİTİT İMPARATORLUĞUNUN BAŞKENTİ HATTUŞANIN ŞEHRİ.
Ağabeyim. Ailemizin en büyüğü. Otoriter, fedakâr, kavgalarımızda ağırlığını koyup arabuluculuk yapan, borçlandığımızda bulup buluşturup bizleri düze çıkaran ağabeyim. Babamızın ölümünden sonra bizlere babalık yapan ağabeyim.
Gittim yoğun bakımda gördüm. Bir sürü kablolar, hortumlar bağlamışlar. Gözleri kapalı. Ancak bir dakika izin var görmeye. Gençliğinde O da güreşirdi. Onun sırtını yere getirmeye sadece o zalim hastalığın gücü yetmiş. O nu o halde görünce semeleştim. Aptallaştım. Ayrıldım yanından. Hükmüm gözyaşlarıma geçiyordu . Yağmurlara inat ağladım, ağladım…
Benden sonra ablam girdi yanına. O benden daha metanetlidir.
“Ağabey ben geldim. Ağabeyimde geldi. Bizlere hakkını helal et” demiş.
Çenesi titremiş. Elini oynatmış.
Üç gün sonra acı haber geldi. Bu dünyadaki vakti dolmuştu ağabeyimin.
Ben, ağabeyimin oğlu, oğlunun oğlu üç nesil indirdik ağabeyimi mezara.
Yattığın yer nur olsun ağabeyim. Babam…
ANKARA…ANKARA GÜZEL ANKARA…
Yüreğimiz Buruk, gözlerimiz yaşlı taziyeleri kabul ettik.
“Abla ben çok bunaldım. Ne olur biraz dışarı çıkalım.”
Yeşilırmak kenarında yürüyor, eski günlerden bahsediyoruz. O da ne? Kaldırımda bir genç kız yatıyor. Yanında boş ilaç kutuları birde valiz var. Ablam eğildi dinliyor.
“Ağabey yaşıyor. Ben112 yi arayacağım.”
Aradı da. Ambulansı beklerken benden kâğıt kalem istedi. Kâğıda:
“Ambulansı ben çağırdım. Seni merak edeceğim. Ne olur kendine gelince beni mutlaka ara. Telefon numaram. ….”
“Abla başımıza iş alırız. Yapma”
İkazlarıma aldırmadan kâğıdı baygın kızın cebine koydu.
Biraz sonra ambulans geldi. Görevliler akibeti ile ilgili bilgi vermeye yetkili olmadıklarını söylediler.
İki gün sonra ablam arandı.
“Ağabey o kız. O kız…”
Telefonun sesini açtı.
“ Çok teşekkür ederim. Size ne diyeceğim teyze mi, abla mı?
“Ne dersen de kızım. İstersen adımı söyle. Ama ne oldu sana bana onu anlat.”
O onlatırken, biz de dinlerken ağladık.
“ Ben Urfalıyım. Amasya Üniversitesinde okuyorum. Urfa’dan ilk defa Amasya’ya okumak için çıktım. Üst sınıflardaki bir erkek arkadaş bana yardımcı oldu. Zamanla arkadaşlığımız aşka dönüştü. Onunla beraber oldum. Okullarımız bitince evlenecektik. Ben diğer iki kız arkadaşımla aynı evde kalıyordum. Memlektimden para gelmiyordu. Onlarda da yoktu çünkü. Aylarca arkadaşlarıma kira ve yiyecek borcum birikti. Sonunda kavga ettik. Beni evden kovdular. Erkek arkadaşımın evine gittim. Evinde başka bir kız vardı. Beni kabul etmedi. Çaresizdim. Ne yapacağımı bilemiyordum.Memleketime de dönemezdim. Beni öldürürlerdi. En iyisi onları bu dertten kurtarayım istedim. İntihar etmeye karar verdim. Keşke benim kurtulmama sebeb olmasaydınız. Ben şimdi ne yapmalıyım ?”
O kızcağız bilmiyordu ne yapacağını. Peki biz biliyor muyduk? Bizde bilmiyorduk. Ama ben şunu çok iyi biliyorum. Ablamı tanırım. O kızın peşini bırakmaz. Aldığı üç kuruşluk emekli maaşıyla o kıza sahip çıkar.
KAYMAKLI LOKUM VE SUCUK DİYARI AFYON.
Amasya da olduğum süre içerisinde ablamla beraber diğer ağabeyimde kaldık. Üç yıl olmuştu yengem vefat edeli. Ağabeyimin yalnızlığa tahammülü kalmamış, evlenmek istiyordu. Azerbaycanlı bir bayanla tanışıp evlendiler.
Hani Nazım Hikmet Abidin Dino’ya:
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” demiş ya!
Hakikaten mutluluğun resmi yapılamıyormuş. Aşk ta ölüm gibi bir şey işte. Ne zaman hangi yaşta nasıl geleceği hiç belli olmuyor. Birbirlerine aşıklar. Çok tatlı konuşuyorlar:
“Seni severem Bılal. Sen de beni sevirsen?
“Ben de seni severem Sevil. Hem de özümden çok severem…”
Allah mutluluklarını daim etsin. Ağızlarının tadı bozulmasın.
GÜL DİYARI ISPARTA.
Geldim evime. Bilgisayarım bana küsmüş.
“Ben burada biblo muyum? Bir ayı aşkın bana uğradığın yok. Sen ne yazdın da ben yayınlamadım?
“Haklısın. Hayat Çin felsefesinin sembolü Yin ile Yang gibi. Acı tatlı, iyi kötü, keder sevinç v.s.
Belki bundan sonra eski samimi günlerimizi yine yaşar, yine Edebiyat Defterinde yazılar yayınlar, yazılar okur yorumlar yaparız. Barıştık mı?
“Barıştık…”
NOT: Dikkatinizden kaçmamıştır. Ben kız kardeşime abla, o da bana ağabey diyor. Bir yanlışlık yok.
Ben ondan yaşca büyüğüm. O da benden nüfus kayıtlarına göre büyük. Babam O nu benden
büyük yazdırmış erken gelin olsun diye. Beni küçük yazdırmış askere geç gitsin diye. O yıllarda
görüş öyleymiş demek ki…