23
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2412
Okunma

Yine senin şarkını dinledim Ramazan. Yine nereden biliyordu, diye ağladım. Nerden biliyordun oğlum sen öleceğini? Hala kızgınım sana. Gitme demiştik. Öldürecekler demiştik. Hak yol dedin. Tamam, dedim. Ama biz daha 17 yaşındaydık Ramazan. Dostu düşmanı seçecek yaşta değildik. Biz tertemizdik. Ne cennet tasası diyorduk, ne cehennem. Sadece Allah’ın rızası. Her Allah diyeni bizim kadar masum sanıyorduk.
Ramazan, davamıza hırsızlar sahip çıktı biliyor musun? Bizim kanımız döküldü, canımız alındı. Namusumuz çiğnendi yerlerde. Dünyanın en güzel çiçekleriydik oysa. Çiçekler postallardan korkmadı. Yılmadı. Öyle durdular durmaları gereken yerlerde. Kimseye zarar vermediler. Hatta kimse bile olmayan şeylere...Sonra arkalarında onlara sahip çıkan bir halk da yoktu. Hatta ailelerimiz bile bizi yolumuzdan döndürmeye çalışmadı mı? Devlet kutsaldı onlar için. Her ne sebepten olursa olsun asi olan evlattan vazgeçilebilirdi ama devletten geçilemezdi. Vakti gelince toz duman dağıldı. Biz kazandık. Sen göremedin. Fakat dumanın altından sahipleniciler çıktı. Korkunç planları olan, ne cennet tasasında ne cehennem korkusunda ne Allah rızasında olmayan birileri türedi içimizde. İyi ki göremedin be kardeşim.
Seni deli çocuk. Beni aranıza almamıştınız. Hepinizi utandırdım. Ben o okuldan atıldım ve 12 yıl sonra geri dönüp diplomamı aldım biliyor musun? Sen sınıfın birincisiydin. Sen mezun olamamışken ben olmuşum ne olamamışım ne. Ne garip diyarlara sürüklendik Ramazan. Neye üzülüyorum biliyor musun? Keşke Ramazan….Keşke sınav kağıdımı açsaydım o gün sana. Ama biliyorsun ben korkağım. Hocadan korktum anlıyorsun ve kırgın değilsin değil mi? Nerden bileyim seni son görüşüm olduğunu?
Cenazene giderken Serkan başını otobüsün camına vurdu defalarca. Sakinleştiremedik. Cam kana bulandı. Evet Serkan. Hani şu bizle hiç konuşmayan öteki tarafın çocuğu. “Neden hep masumlar Allah’ım” diye bağırdı hep. Onun tayfa da oradaydı. Hepimiz sana ağladık Ramazan. O zaman yani yirmi bir yıl önce düşmanlık bugünkünden daha mertti. Hepimizin içinde daha güzel günler için heyecan vardı. Ulan biz ne bilirdik istikbal mücadelesini. Özgürlük savaşını. Sadece kalbimizdeki o saf heyecanla ve imanla ve aşkla kaldırdık başımızı. Göğe başımızı kaldırdık ama gökyüzüne hiç baş kaldırmadık. Ne onlar ne biz. Çok ağladık diyorum sana. Hele o kanlı gömleğini astıkları ağacın önünde annene başsağlığı dilerken. Annen Nur kim diye sordu. Korktum, benim diyemedim. Sanki seni ben öldürmüşüm gibi. Birileri beni işaret etti. Annen gülümsedi. Ne dedin oğlum benim için kadına. Sonra bize şehit edildiğin gece gördüğü rüyayı anlattı. Ona peygamberin yanına gittiğini, ağlamaması gerektiğini söylemişsin. Ama ağladı.
Ramazan öyle olmasaydı keşke. Vursalardı hiç değilse. Öyle, başın bir yerde gövden başka bir yerde. Sen bunu hak edecek bir şey yapmamıştın. Kimse bunu hak etmez. Kalbim acıyor. Ben istikbali gördüm ve özgürlüğü. Sen toprağın altındasın. Seni tembel. Oysa şimdi ihtiyacımız vardı sana. Davamızı çalan, ekine sahip çıkan hırsız kargalara karşı.
Dünya çok pis bir hal aldı Ramazan. Sen kurtuldun.
Ben sana umduğumuz gibi çıkmayan istikbali anlattım. Şimdi sen söyle orası umduğumuz gibi mi?
Birgün görüşeceğiz kardeşim. Hem de yakında bir gün…
Ramazan Otağ on yedi yaşında Fırat Üniversitesi öğrencisiydi. Sabah namazından sonra küçük çocuklara Kuran öğretiyordu.
Sakalı beline değen kara suratlı adamlarca defalarca kendi bölgelerinde Kuran öğretmemesi için uyarılmasına rağmen o dinlemedi.
Bunun bedelini kafasının kesilmesiyle ödedi. Onunla birlikte beş yaşında bir çocuğun da başı kesildi. Bir çok çocuk da yaralandı. Cinayetleri işleyen hala bulunamadı.
Hizbullahın yaptığı yanına kaldı.