5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2774
Okunma

KAHVE VE KAHVEHANELER OLMASAYDI HİÇ BİR DEVRİM GERÇEKLEŞEMEZDİ.
Evet..Oldukça iddialı bir söz ile başladım bu gün. Bunun sebeplerini yazının ilerleyen paragraflarında göreceksiniz
İngiltere demiştik. Oradan devam edelim.
Osmanlı tahtında Kanuni Sultan Süleyman’ın oturduğu dönemde 1533 yılında İngiltere’de Kral VIII. Henry’ nin binbir badirelerden sonra evlendiği Anne Boleyn adındaki kadından bir kızı olur ve bu kıza Elizabeth adını verirler. Lakin Elizabeth o kadar teni beyaz bir kızdır ki babası VIII. Henry ’ Ne lan bu. İnsan mı hayalet mi belli değil’ Diyerek bu kızı ortadan kaldırmaya kalkar ancak Anne Boleyn’in ’ Majesteleri ! Onu öldürme beni öldür’ Diye yalvarmaları üzerine ’ Ey madem. Öyle olsun’ Diyerek kendisini boynuzlayan Anne Boleyn’i idam ettirir.
Elizabeth, babası Henry’nin ceza sahasına fazla girmemeye dikkat göstererek hayatını devam ettiriken baba da nihayet 1547 de cartayı çeker Elizabeth 17 yalındayken... Tahta bir başka hatundan olan dokuz yaşındaki oğlu Edvard geçer. Lakin Edvard da henüz 16 yaşındayken terk-i alem eyler. Tahta ise yine Elizabeth’in üvey kardeşlerinden biri olan Mary geçer ( İngiltere tarihinde ilk kez bir kadın tahta geçmiştir.) Lakin Mary’nin ömrü de uzun olmaz. Onun da ölümüyle tahta Elizabeth geçer. ( 17 Kasım 1558 )
Elizabeth tahta geçtiğinde Osmanlı tahtında Henüz Kanuni vardır. Sonra Selim ve nihayet Murat padişah olur. Murad-ı Salis ( Üçüncü Murad ) nam bu Osmanlı Padişahı her ne kadar dedesi Kanuni gibi bir savaş adamı olmasa da, tek bir savaşta ordularının başında yer almasa da onun döneminde Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
Avrupa dünyasında ise en güçlü devlet İspanya’dır ve hem İngiltere, hem de Fransa, İspanya tehdidi ile karşı karşıyadır.
Osmanlı’nın - pek kaale almasa da- tek rakibi İspanya olduğu için Katolik İspanyollara karşı Protestan Fransızların ve İngilizlerin destekçisi olur sürekli olarak.
İşte bu politik ortamda İngiltere tahtına o bembeyaz kıçını koymuş olan Elizabeth, Osmanlı Devletine yakınlaştıkça yakınlaşır. Osmanlı Devleti dünyanın süper gücüdür.
Osmanlı Padişahı III. Murat’a, Valide Sultan Nurbanu’ya, eşi Safiye Sultan’a, hocası Sadeddin Efendi’ye, vezirlere, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya bolca hediyeler gönderdiği gibi bir mektupla yağ çekmekten de geri durmaz. Hatta der ki ’ Biz protestanlar da aynen siz Müslümanlar gibi resim ve heykellere tapmayız. Bizde de yasaktır bunlar.’
Padişah hemen cevabı yollar: ’"Siz dahi südde-i sa’adetime ita’at ve inkıyada sabit-kadem olup, ol caniblerde vakıf ve muttali olduğunuz ahbarı arz ve ila’m etmekden hali olmıyasız."
Yani ’ Siz madem ki Osmanlı’ya güvendiniz ve bağlandınız, bundan kelli size karada da denizde de ölüm yok. Arkanızda ben varım. Murat’a güven, gerisini merak etme sen ’
III. Murat bununla da kalmaz 1581 de bir anlaşma imzalar İngiltere ile. Bu anlaşmaya göre İngilizler, Osmanlı hakimiyetindeki topraklarda ve denizlerde serbestçe ticaret yapacak, İngiliz gemilerine yapılan bir saldırı Osmanlı’ya yapılmış sayılacak. Varsa yüreği yeten dokunsun İngilizlere de göreyim
Ancak bununla da kalmaz.
III. Murat adeta tarihin seyrini tamamen değiştirir. Bu gün İngiltere dünyanın en güçlü devletlerinden biri ise bunu çok büyük ölçüde III. Murat’a borçludur zira 1588 yılında İngiltere’nin İspanya ile yaptığı savaşta Osmanlı Devleti İngiltere’nin yardımına koşmuş, İspanya’nın yenilgisini sağlamış ve I. Elizabeth ile birlikte İngiltere dünyanın başına bela olma yoluna giriş yapmıştır. ( Ah Murad ahhhh.İngilizlerin ileride bu milletin başına nasıl bir bela olacağını bilseydin yine de yapar mıydın o antlaşmayı ve o yardımı acaba?)
Evet...III. Murat- Elizabeth ilişkileri sonunda Türkler kahveyi İngilizlerle de tanıştırdılar.
Burada ilişkiler derken bazı fitnebazların zannettiği gibi III. Murat ile Elizabeth arasında hiç bir şey olmamıştır zira Elizabeth bakire olarak geldiği bu dünyadan bakire olarak gitmiştir. Ona İngilterede ’ bakire Kraliçe’ derler ve azize mertebesindedir.Hoş III. Murat’la karşılaşmış olsalardı da bekareti bozulmazdı zira Safiye Sultan oylum oylum oyardı Elizabeth’i. Ayrıca insanların özel hayatı bizi ilgilendirmez. Yani Kraliçe Elizabeth bakire olarak ölmemiş olabilir. Koskoca kraliçeye kim bekaret testi yaptırabilir ki? Değil mi ama...
Haydaaa. Bu konuya da nereden girdik yahu. Konu kahve değil miydi?
Ancak kahve, her yerde olduğu gibi İngiltere’de önceleri öyle hemen büyük ölçüde rağbet görmedi. İngilizlerin ’ Türk Böğürtleni’ adını verdikleri kahveyi zevkle içenler olduğu gibi onun zararlarından bahsedenler de vardı ki mesela 1605 yılında yazılmış “Historia Vitae et Motris” adlı esede kahvenin zararlarının anlatılmış olması, kahve aleyhinde de söylentilerin olması sebebiyle kahve İngiltere’ye I. Elizabeth döneminde girmiş olsa da ilk kahvehanenin açılışı 1637 yılını bulur.
1637 yılında bir Türk tarafından ’Oxford kahve Kulübü’ adında bir kulüp kurulur. Şehirde ise 1650 yılında ’Angel Kahvesi’ adlı bir cafe açılır
1652 yılında Pasgua Rose adlı Ermeni asıllı bir kadın, bir başka arkadaşıyla Cornhill bölgesinde ’ Türk Kaffası’ adlı cafe’yi açar.
Ancak...
Ancak kahvehaneler giderek çoğalırken bu sosyal kuruma karşı olanlar da vardır ve aynen şöyle demektedirler:
“Kahvehane sıradan bir tekke, iyi arkadaşlıkların sofuluğa döndüğü, kötü idareciliğin maskaralığa büründüğü, tüm gün çalışan amelenin cebindeki son kuruşu harcamak üzere geldiği, içki içmeyenlerin şöhret bulduğu, Nuh’un gemisi misali, küçük insanlar, kravatlı beyler gibi hayvanların mekânı; küçük zihinlerini geliştirmeye çalışanların özgüvenle konuşmaya çabaladığı, sürekli olarak bir şeylerden şikâyetçi olan ve sağa sola çamur atan yeni yetme eleştirmenlerin yarenlik ettiği bir çocuk yuvası; tüccara tonlarca kazanç sağlayan malzemenin kuruş kuruş satıldığı bir mekân; müdavimler gazete parası vermekten kurtulur, aynı paraya hem haber hem kahve içer, bilgisiz çerçi misali politikacılar buralarda buluşur, birbirlerine hakaret ederler ve halk sonsuz hikâyelere ve anlamsız nedenlerle bunları dinler, hiçbir işe yaramayan ilanlar yine hiçbir işi olmayanların ellerinde dolaşır; çul içindeki küçük insanlar kilise ve devlet işlerini çözen birer yüksek mahkeme hâkimi edasında boy gösterirler, parlamentoya karşı çıkarlar devlet idaresini ele almaya kalkarlar”.
(Şimdi yukarıda büyük harflerle yazdığım cümlenin sebebi sanırım daha iyi anlaşıldı. Ama ileride başka örnekler de vereceğim.)
Aynen Osmanlı’da IV Murat döneminde 1633 yılında olduğu gibi İngiltere’de de 1666 yılında çıkan büyük Londra yangınının sebebi olarak cafeler ileri sürüldüğünden hepsinin kapatılması söz konusu olur İngiltere’de. Ancak artık halk o derece alışmıştır ki kahveye, bırakın kapatılmasını, bu yangından sonra sayıları daha da artar. Yine bu arada çok ilginç olan husus açılan cafelere verilen isimlerdir. Mesela “Türk Kafası”, “The Jerusalem kahvehanesi”; “Karakafa”; “ Oryantal Puro Divanı”; “ Sultan”; “ Sultan Kafası”; “Süleyman Kahvehanesi”; “Büyük Murat” bunlardan sadece bir kaçıdır.
İngiltere konusunu kapatmadan önce yine ilginç bulacağınız bir notu ilave edeyim:
Denildiğine göre bu cafelerden bir tanesinin içinde Sultan 4. Murat’ın bir büstü bulunmaktaydı ve altında, kahveyi yasaklamasından dolayı “Osmanlı İmparatorluğunu yönetmiş gelmiş geçmiş en büyük tiran ” yazmaktaydı.
1600 lü yılların sonlarına doğru sadece Londra’da 2000 Cafe bulunmaktaydı.
Ve son olarak bir İngiliz anonim şiiriyle İngiltere ve kahve konusuna nokta koyup diğer bölümlere geçelim. İşte o şiirin Türkçe tercümesi:
Bir Kahvehanenin Karakteri
Ve eğer Muhteşem Murat’ı görürseniz
Başında şapka yerine bir kavuk,
Ya da kıyafetini giymiş bir Padişah,
Ya da bir Sultan’ın resmini,
Ya da John’un o imrenilen kıvırcık kellesi,
Ya da Büyük Moğol tahtında,
Ya da Yunanlı Konstantin,
Ki on dört yıl boyunca
Büyük Paşa için kahve yapan tek adamdı,
Misafirlerini hiç göremese de;
Ve eğer bir kahve fincanı görürseniz
Askıda asılı, Türk cezvesinden doldurulmuş
Bulutları örmüş, etrafında nargileler,
Mumlar, tapalar ve bu tip eşyalar
Ve bilinen işaretler ( ki burada yazılandan daha fazlası),
Ki gören gözler açıkça söyler
İşte orasıdır, kahveyi sattıkları yer.
[Anonim, 1665-İngiltere]
Peki Fransa’ya nasıl gitti kahve ve kahvehaneler?
1669 yılı civarında Türk elçisi Süleyman Ağa tarafından 14. Louis erkânına ve Paris sosyetesine tanıtılır kahve.
Türk geleneklerinde olduğu üzere, kendisini ziyarete gelenlere ikram eder kahveyi ve Güneşin Kralını da kahveyi denemeye ikna eder. Ancak Kral sıcak çikolatayı tercih etmiştir!
İtalya yoluyla ilk kez Lyon’da kullanıldığı bilinen kahve bu kez Paris’te 1686 yılında açılan kahvehaneyle halka da sunulmaya başlanır.
İlk kahvehaneyi açan şahsın Sicilyalı Francisco Procopio de Coltelli olduğu söylenir. İşte o kahvehane bugün hala çalışmaktadır.
O kadar ün kazanmıştır ki kahvehaneler, müdavimleri arasında Voltaire, Diderot ve Robespierre, Balzac, Beewthowen de bulunmaktadır. Öyle ki, Paris’teki kahvehaneler olmasaydı ve Fransız devrimini gerçekleştiren şahsiyetlere toplanacak mekânlar sağlamasaydı, Fransa’nın günümüzde hala monarşiyle yönetilen bir yer olacağını iddia etmek yanlış olmaz. Fransız demokrasisinin kahvehanelerde planlandığı bilinen bir gerçektir.
Bir kahvehanede ise düello yapmak için ayrı bir oda tahsis edilmişti! Bir diğerinde ise dünyanın ilk hareketli filminin galası yapılmıştı.
Kahve artık sadece soylular değil halk arasında da tutulan bir içecektir. Fransa’da yerleşik Osmanlı Ermenileri ve Rumlar kahve ve ilgili adetleri Fransızların öğrenmesinde en büyük etken olurlar. Pascal adlı bir Ermeni’nin ise Paris’te ilk perakende kahve dükkânını açtığı bilinir.
Kahve artık politik ve sosyal çevrelerin merkezine oturmuştur. Paris jet sosyetesinden Madame de Sévigné, Osmanlı elçisinin davetine katıldıktan sonra hissettiklerini “Kahve ve kahvehaneler” adlı kitapta şu sözlerle ifade eder. “ Kahve içmek çılgın bir moda; modern yazar Racine gibi o da bir gün unutulacaktır”.
Oysa ne kahve ne Racine unutulmuştur.
Yıllar sonra 1886 da icat edilen ve günümüzde dünyada ulaşılamadık ülke bırakmayan coca cola bile kahveyi asla unutturamadı.
Devam edecek.