4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
968
Okunma

Hey gidi koca dünya hey!
Neler gördün geçirdin ve neler yaşadın ademoğlunun yaratılışından bu günlere değin kocamışlığının hakkını vererek.
Oysa başın ne kadar dinç için ne kadar huzurluydu bu yaratıklar üstünde tepinmeye başlamadan önce.
Her şey nasıl da değişti gelişti biçimlendi. Senin hafif eğik gövdenin öküzün boynuzlarının üstünde durduğu teorisinden bu yana.
Miadını dolduran çekip gitti yerini yeni gelenlere bırakarak.
Kendi tarihinin tozlu sayfalarında derin uykuya daldı.
Ve giderek bütünüyle unutuldu geçen zaman içerisinde.
Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi “Bir akan zaman var bizleri alıp sürükleyen.
Bir de duran zaman var. Her şeyin bitip tükenmesi..
İnsanlar arasında haberleşmenin ilk elektrikle çalışan buluşuydu Telgraf.
Annesi Zübeyde Hanım’ın oğlu ATATÜRK ’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilmesi dolayısıyla çektiği tebrik telgrafı:
“Milletin hakkınızdaki bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız kardeşinle beraber alnından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz." 27 Eylül 1921”
William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz 1837 yılında teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başarmışlar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesi ortaya çıkmış.
1843’te Samuel Morse da telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ni geliştirmiş.
Her icat gece gündüz verilen sonsuz emeğin uğraşın deneyimin ve akıl yormaların sonucunda insanlığa sunulmuş hiç kuşkusuz. Hatta eve davet edilen konukları. Çalışma yerindeki meslektaşları unutacak kadar.
Merak ediyorum doğrusu?
Acaba kaç kişi başta insan sağlığına hizmet eden o harika alet /aygıt makine ve ilaçlarların yardımıyla sağlığına kavuşurken. Bunları insanlığa kazandıranları minnetle yad ediyor ve hayır duayla anıyor “Pis Gavurlar!” demek yerine..
Ülkemizde İlk Posta Teşkilatı Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak Osmanlı Devleti’nin halkın ve yabancıların posta ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Nezaret olarak 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuş..
İlk Postahane ise İstanbul’da Yeni Camii avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmış.
İlk memurlar Süleyman Ağa, tahsildar Sofyalı Ağyazar Türkçe dışında yazılmış gönderilerin adreslerini tercüme etmek üzere mütercim olarak atanmışlar.
1843 yılında telgrafın icadını müteakip 11 yıl sonra Türkiye’de de telgraf hizmeti başlamış ve bu hizmeti disipline etmek üzere 1855 yılında ayrı bir Telgraf Müdürlüğü kurulmuştur.
1871 yılında ise Posta Nazırlığı ile Telgraf Müdürlüğü birleştirilerek Posta ve Telgraf Nezaretine dönüştürülmüştür.
O günleri yaşayanlar bilir. Telgrafın dört gönderme şekli vardı.
1 Normal
2 Acele
3 Yıldırım
4 Özel Ulak
Telgrafın gidiş süresi ve ücretlendirilmesi bu seçeneklere göre yapılır. Ücret sözcük sayısı ile belirlenirdi.
Bunlar genel bilgiler ve uygulanan işlemler.
Ya direkler arasına çekilen telgraf tellerine konan kuşlar bu konma emrini kimlerden almış. Bu güzel türkünün
sözlerini hangi çapkın kuş kimin için yazıp bestelemiş?
İşte bunu bu güne kadar hiçbir kuş ağzından kaçırmamış insanların bakla ıslanmayan şom ağızlarına karşılık.
Şimdi ne kuşların konduğu o telgraf tellerinden ne de hani maazallah şaşırıp da yar üstüne yar sevecek olanların kurşunlanabileceğinden habersiz bir kuşak var aramızda.
Oysa ben çocukluğumun o uzun tren ve buram buram hakiki benzin kokan makinelerini tanıdım gördüm ve hiç unutmadım. Ekmek arası yediğimi kaşar peynirinin kokusu hala durur taptaze o eski kaşar peynirlerine inat.
Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Ya Abdullah YÜCE?
Hala kulaklarda çınlıyor o muhteşem besteleri ve sesi.
Uzayıp giden o tren yolları
Uzayıp giden o tren yolları ahh
Açılıp sarmayan yârin kolları
Uğurlar kızları nazlı dulları
Babamın her tayininde düştüğümüz taşlı topraklı keskin virajlı uçurumlu yolların kenarlarındaki beyaz fincanlı telgraf direklerinin üstüne dizilmiş kuşları derin hüzün ve hayranlıkla seyrederken…Geride bıraktığım bütün herkese ve her şeye selamlar yollardım her biriyle ayrı ayrı…
Vee..
Gel zaman git zaman derken bu haberleşme türü de yerini bin bir çeşit elektronik aletlere cep telefonlarına ve istediğiniz anda dünyayı önünüze seren ve adına internet denen akıl almaz akıl küpüne bıraktı.
Bırakırsa bıraksın. Bana ne!
Ben çoktan piyasadan silinen eski kaset-çalar radyomda dinliyorum Müzeyyen SENAR’ımı
Tüm duyguların tüm mevsimlerin tüm güzel insanların ve geri gelmeyecek zamanların anısına…
Telgrafın Tellerine Kuşlarmı Konar
Herkes Sevdiğine Böylemi Yanar
Gel Yanıma Yanıma Da Yanı Yanı Başıma
Şu Gençlikte Neler Geldi Garip Başıma
Telgrafın Tellerini Arşınlamalı
Yar Üstüne Yar Seveni Kurşunlamalı