16
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
1716
Okunma

‘’Bir ebabil kuşu döker kanatlarını çatılara…’’
Ne zaman o köşe başından geçsem hissettiğim aynı duygu…
Gözlerimi kapatsam o an ya da uyusam… Yok olacak belki içime doğup beni sarsan bu ait olmama hissi… Ama kaçamıyorum işte, kaçmak istemiyorum belki de..Yüzleşmek istediğim bir reddediş,terk edip gidenlere özgü o başına buyrukluk…
Zaten hep bu değil miydi istediğim?
Birazdan bir kapı aralanacak önümde,çok eski mektubu yeniden açıp okumayı isterken zarfı dakikalarca izleyip okumadan masada bırakmak gibi...Hissettireceği duyguya hazır olduğunu düşünürken kaçmaya çalışmak gibi...Çoğu zaman seçeneklerden birini seçmek gerek belki de ama okumadan,yalnızca dokunmak bir kağıda.. Dokunmak gibi anılara..
Bir kağıt en fazla ne kadar yaralar ki bir insanı?
Nihayet kapıyı açıp içeri giriyorum sessizce,tüm nesneler bana bakıyor, bakışlardan yüzümü yere düşürüyorum. Duvarlar nasıl dönsem önümü kesiyor,hemen pencereye koşuyorum,derin bir nefes alıyorum yoğun bakışları ardımda bırakıp…en ufak bir hatırayı bile reddediyor zihnim,her nesne taşıdığı hatıra ile adeta savaşıyor ruhumla,yok hayır yenilmeyeceğim bu defa.Esiri olmayacağım geçmişin...
Gitmeliyim.
Ama O...
O’nu görmeliydim,beni sımsıcak bakışlarıyla karşılamalı yine,buz tutmuş yüreğimi bakışlarıyla ısıtmalı şimdi,o’nu görmeden gidemem.
Hızlıca çıkıyorum anıların darmadağın olduğu evin kapısından…
Geride mi kaldı şimdi her şey? Kapının ardında mı?Bu kadar kısa mı sürdü yüzleşmek?
Öyleyse neden ruhumda hissettiğim bunca ağır yük?
Sessizce yol alıyorum o’na doğru…Vardığımda bir portakal çiçeği ilişiyor gözüme,daha erken değil miydi?Yalancı bahar uğramış benden önce buraya,eskiden yaptığım gibi portakal ağacının altında durup bir yaprak koparıyorum,yaprağı parmaklarımla ezip kokusunu içime çekiyorum. Duruluyor ruhum bir an içinde bulunduğu karmaşadan.
Hazırım artık o’nunla karşılaşmaya,kapıyı çalıyorum.Biri açıyor kapıyı,bakışları yabancı değil,daha az önce o evdeki nesnelerin bakışı…Yüzümü çevirip gösterdiği yere yöneliyorum,evin sessizliği ürkütüyor beni.İçimde birden beliren kaçma isteği…Hayır,dönmeyecektim.
Ve işte birkaç adım sonra karşımdaydı o…Uyuyor muydu? Sesi duyunca yüzünü çevirip baktı,yüzü ışıdı beni tanıyınca,gülümsedi..Solgun yüzünde her zaman huzur bulduğum tebessüm..Gözlerim ellerine takılmıştı.
Yorgun sesiyle:
’’Az kaldı,birazdan bitecek,sevmiyorum ama şu serumları…Sen nasılsın?’’
‘’İyiyim’’diyorum yalnızca.
Yavaşça ilişiyorum yatağın kenarına,her şey gibi iliştiğim yatak bile rahatsız ediyor beni,ikimiz de konuşmuyoruz,sadece bakışıyoruz,gülümsüyor bana bakarken,elimde kahve saatlerce hikayelerini dinlediğim zamanları düşünüyorum,her yanına gelişimde çantama gizlice bir hediye bırakıp haberi yokmuş gibi davrandığı zamanları anımsıyorum.Serum bitiyor,uzandığı yerden doğruluyor,daha rahat şimdi.
Kahve içmedin bugün,diyor gülümseyerek..sana anlatacaklarım var demek oluyordu bu.Kahve içmemiştim, ama o an kahve aklıma gelmemişti bile.O ise her zaman yaptığı gibi hatırladığı bir anısını anlatmaya başlıyor aynı heyecan ama solgun sesiyle.Hiç bölmeden her zamanki gibi sessizce dinliyorum o’nu.Böyle anlar bizim en güçlü bağlılık duygusunu hissettiğimiz zamanlardı,sarılmaktan da öte.
O anlatıyordu hep,ben dinliyordum.Bulunduğum ortamda hissedemediğim aitlik duygusu,yabancılığın en ufak bir hissi yoktu ruhunda,hep bir ışık vardı içinde umuda yol alan ve eksiltmeden anbean çoğalttığı yaşam sevinci…Düşünüyorum da sevinçleri ve umutları kime kalır, bir insan giderken?
Anlatacakları bitince yavaşça kalkıyorum yerimden, gitmeliyim artık, diyorum.Hiç değişmeyen gülümsemeyle:
Beni merak etme,diyor.
Sarılmıyoruz,elini tutmuyorum bile.Bakışlarını izliyorum,uzun uzun bakıyor ,gülümsüyoruz ikimiz de...
Sessizce ayrılıyorum yanından,
Dışarda yağmur yağıyor.
Hâlâ portakal çiçeği kokuyor avuçlarım...