3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
555
Okunma
Beşiktaş ve ardından Kayseri’deki "menfur" saldırıların henüz sıcaklığı içimizde iken,akşam saatlerinde Ankara’da da Rusya Büyükelçisine "mendeburca" bir suikast düzenlendi ve Büyükelçi de maalesef hayatını kaybetti.
Üstelik katil de güvenliğimizi emanet ettiğimiz bir polis memuru çıktı.
Şaşırdım,üzüldüm ve haberleri izleyerek olayı anlamaya çalıştım /çalışıyorum.
Oysa hayat bize şunu net olarak öğretmiş olmalı artık.
Ne terör,ne de suikastlar bir mücadele aracı ve yöntemi değillerdir,olamazlar,olmamalılar da.
Gelenekleri sosyolojik bir "olgu" olarak çok önemserim.
Çünkü deneme,yanılma yoluyla ortaya çıkmış sonuçlardır.Arkalarında yüzlerce yıllık birikim ve belki koca bir tarih de vardır.
Bir yığın görüşüne "itiraz" ettiğim Hegel dahi,geleneğin önemine dikkat çekmekte,özetle,aklın geleneğe çok şey borçlu olduğunu ikrar edebilmektedir.
Ülkemizde görev yapan "Büyükelçiler"in can güvenliği bize emanettir.
Onları korumak da bizim "görevlerimiz" arasındadır.
Şimdi hangisine yanmalıyız ki?
Misafirperverliğimize gelen halele mi,Rusya ile "bozulan" ilişkilerin tam düzelme "potasına" girdiği zamanda böyle bir olayın meydana gelmesine mi?
Ya da dilimize pelesenk ettiğimiz "Elçiye zeval olmaz" atasözümüzün tarihin çöplüğüne "hoyratça" atılmasına mı?
Sahi hangisine yanmamız gerekir ki?