6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
895
Okunma

Efendim, insanın aslında bir beli vardır ama her nedense beli ağrıdığında ‘Ah bellerim bellerim ‘’ der.
Evet..Lafa böyle başladığıma göre bu gün bel ağrısından bahsedeceğim.
Hani Türk erkek ve kadınlarının neredeyse yarısında var olan bir rahatsızlıktır fıtık. Hele bir de benim gibi bir ömür boyu vücudunuzun tüm yükünü tek ayağınız taşımışsa, hele benim gibi mesleğiniz ayakta icra edilen bir meslekse ve siz o mesleğe ömrünüzün otuz üç senesini vermişseniz yaşınız altımışı aşınca hatta daha öncesinden belinizde fıtık oluşması kaçınılmazdır..
Şimdi denilebilir ki ‘’Hocam ! Öğretmendiniz. Sınıfınızda bir masa ve oturacağınız bir sandalye vardı. ‘’ Doğrudur. Ama eğer bir öğretmen sınıfta oturursa öğrenciler ayağa kalkar. O bakımdan kendi hesabıma ben hiç bir zaman oturan öğretmenlerden olamadım.
Haa Öğretmen demişken: Bu gün öğretmenler günüydü..
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ‘e 24 Kasım 1928 de Başöğretmen Unvanı verilmişti ama gel gör ki 1980 İhtilaline kadar hiç kimsenin aklına bu günü Öğretmenler Günü olarak anmak ve kutlamak gibi bir şey gelmemişti. İhtilal cuntasınınmış nasip ve kısmet.
1980 İhtilalinden sonra paşa bir Milli Eğitim Bakanımız oldu: Hasan Sağlam. ( Yav hakket bizim hiç öğretmen Milli Eğitim Bakanımız olmadı galiba.)
Sağlam paşa , sağlam bir emir ( Ki biz ona genelge diyoruz) gönderdi tüm Milli Eğitim Müdürlüklerine. Milli Eğitim Müdürlükleri de okullara : ’’ Bundan kellü 24 Kasımlar, Öğretmenler Günü olarak kutlana’’
İşte o sene yani 1981 de ben üç senelik bir öğretmendim. 12 Eylül 1980 günü pek çoğu toparlanarak analarından emdikleri süt burunlarından dökülmüş olan pek çok sağcı ya da solcu öğretmen arkadaşım 1981 de de mızıldanmaya başlamışlardı ‘’ Bu ne ya. Bu resmen dayatma’’ Diye ama dediğim gibi bunlar dışarıya kadar ulaşmayan mızıldanma türü sessiz sitemlerden öteye gidemiyordu. Daha bir kaç sene önce ‘’ Kahramanmaraş olaylarını protesto etmek için derslere girmiyoruz’’ Diye doğrudan doğruya kaymakamlığa dilekçe veren cesur arkadaşlar şimdi süt dökmüş kedi misali İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden gelen ‘’ 24 Kasım 1981 Günü ilçemiz sinemasında sahneye konmak üzere Cevat Fehmi Başkut’un Paydos adlı eserinde görev almak üzere her okuldan gönüllü öğretmenlerin listesi yapıla ve en kısa zamanda bu liste İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne iletile’’ Emr-i Şerifi mucibince ‘’ Bennn..Ölümü öp bennn.’’ Diye piyeste görev kapmak ya da doğrudan doğruya rol almak için yarışıyordu adeta.
Hay Allah. Yahu..Fıtıkla başladık nerelere geldik… İnsan yaşlanınca böyle dağıtıyor işte…
Evet efendim. Ne diyorduk?
Tamam hatırladım.
Çıkarın kağıtlarınızı. Yazılı yapıyorum. Tek bir sorum var bilene beş, bilemeyene sıfır.
Yazın…Soru: Atatürk’e 24 Kasım 1928 de Millet Mektepleri Başöğretmenliği verilmiştir. Peki 24 Kasımın yine Atatürk’le ilgili bir başka önemli tarafı nedir ?( Bakalım bu sorunun cevabını bilen ya da merek eden olacak mı?)
Yok yaa. Burada kalmamıştık. Neydi? Hah tamam hatırladım..
Avrupa Birliği Parlamentosunda Türkiye’nin üyeliğine red kararı çıkmış bu gün. Eyvah ki eyvah… Gel de şimdi fıtık olma. Namussuz herifler. Bula bula bizim Öğretmenler gününü mü buldunuz red kararı vermek için?
Şimdi korkum ne biliyor musunuz?
Vatandaşın biri paylaşmış bu haberi Bir başka vatandaş da altına yorumunu yazmış: ‘’ % 50 Koyun sürüsü sevinsin!!!’’
Bu demektir ki sevinen bir %50 koyun sürüsü var. Yani insan olan(!), İnsan sürüsü bu habere son derce üzülmüş. İşte benim korkum da burada başlıyor. İster misiniz şimdi bu %50 lik insan(!) sürüsü ‘’ Hep öğretmenlerin uğursuzluğu yüzünden’’ desinler? İster misiniz Avrupa Birliğine giremeyişimizin kabağı da gelsin biz öğretmenlerin başında patlasın.? Dahası bu %50 lik insan(!) sürüsü bu günü yani Öğretmenler Gününü ‘’ Milli Yas Günü ‘’ ilan etsinler?
Ah ulan Avrupa Parlamentosu ben sana ne diyeyim. Sürüm sürüm sürün inşallah. Kaç tane gözün varsa hepsi birden kör olsun. Nan’a muhtaç kalasın inşallah. Varımız yoğumuz bir günümüz vardı onun da içine ettin.
Şeyyy..Bu arada söylemeyi unuttum. Biz aslında çooook uzun yıllar önce, bundan tam 160 sene Önce Avrupa Birliğine girmiştik biliyor musunuz?
Şimdi ‘’ Ohaaa be hocam ! 160 sene önce Avrupa Birliği mi vardı?’’ Diyenleriniz olacaktır ama vardı valla. İnanmazsanız 1856 Tarihli Paris Antlaşmasına bakın.
30 Mart 1856 da imzalanan Paris Antlaşmasında bir madde aynen şöyle diyordu:
‘’ Osmanlı Devleti bir Avrupa devletidir. Toprak bütünlüğü Avrupalı Devletlerin garantisi altındadır.’’
Yani?
Yani 1856 da Biz Avrupa Devleti olarak kabul edilmişiz ve toprak bütünlüğümüz Avrupalı Devletlerin garantisi altına girmiş. Daha da özeti. 1856 Yılında Avrupa Birliğine ( Henüz ismi olmasa da ) girmişiz.
Ama sadece 21 sene sonra Ruslar o meşhur 93 Harbinde canımıza okuyup taa Çatalca önlerine kadar geldiklerinde toprak bütünlüğümüzü garanti altına almış olan devletler sadece durup seyretmişler.
O da yetmemiş.
Bir Avrupa Devleti olduğumuz ve toprak bütünlüğümüz Avrupalı devletlerin garantisi altında olduğu halde
1915 İstanbul Antlaşması
1915 Londra Antlaşması
1916 Sykes- Picot Antlaşması
1916 Petrograt Protokolü
1916 Mac Mahon Antlaşması
1917- . Saint Jean de Maurienne Antlaşması .
İle Osmanlı Devletini nasıl paylaşacaklarını tasarlamışlar aralarında.
İşte %50 lik koyun sürüsü bunun farkında olduğu için %50 lik insan sürüsünden farklı olarak Avrupa Parlamentosun bizi Avrupa Birliğine almayacak olmasına ‘’ Çok da tınnn’’ Diyorlar.
1981 yılında da hiç aldırmıyorduk Avrupa Birliğine mi giriyoruz yoksa Avrupa Birliği mi bize giriyor diye. Çünkü o yıllarda tamamen Kenan Paşa girmişti alayımıza. Hem de koluyla bacağıyla. Avrupa Birliği diye bir şey de hiç kimsenin gündeminde değildi. Meğer kapısında bekleşiyormuşuz da haberimiz bile yokmuş.
1981 de nerede öyle babayiğit ki çıksın ‘’ Ne oyunu kardeşim. Ben bu dayatmayı kabul etmiyorum’’ desin. Sıkardı biraz. Hatta biraz değil bayağı bayağı sıkardı… 24 Kasım 1981 günü sahneye çıktık, seke seke oynadık Paydos’u…
Yahu yine dağıttım galiba. Konumuz fıtık değil miydi?
Efendim fıtık aslında’’ iç organlardan birinin bir parçasının, çoğunlukla da bağırsağın bir bölümünün, bulunduğu boşluğun çeperlerinde doğal olarak bulunan ya da sonradan olma bir delikten dışarı taşarak deri altında bir şişkinlik oluşturması.’’ na denirmiş.
Aslında tedavisi kolay bir rahatsızlıktır.
Bacaklarınızdan ağaca asılıp güçlü bir kişi tarafından hızla aşağı doğru çekilmek, keski ve tokmak ile tam fıtığın üzerine orta sert şiddette vurarak dışarı fırlamış olan bağırsağın içeri girmesini sağlamak, elektrik süpürgesinin vakum gücünden faydalanmak başlıca tedavi yöntemleridir. Bu kadar basit bir tedavisi olmasına karşın hâla bazı vatandaşların evlatları ne diye 6 sene Tıp, altı sene de ihtisas için toplamda on iki sene bu tedaviyi öğrenmeye çalışırlar Tıp Fakültelerinde, onu da anlamış değilim.
Bu arada ben bir şey daha keşfettim.
Bilgisayar karşınında tuzlu-susamlı kraker yeyip meşrubat içerken bir taraftan da işte böyle yazılar yazmak fıtığa son derece iyi geliyor. Mesela sabahtan beri ağrıyan belim, şu anda hiç ??? Yok ara sıra zonklama var ama sabahki, ya da öğlenki hele hele ikindi üzeriki ( Türkçemi seveyim ))))) ) kadar değil. İkindi ile akşam arası neredeyse düz duvara tırmanacaktım belimin ağrısından..
Sebep?
Ah onu hiç sormayın.
Meslektaşlarımın pek çoğu bu gün bir yerlerde eğlenirken ve sanki bana nispet yaparcasına yediklerinin içtiklerinin fotoğraflarını yayınlayıp beni daha da bir fıtık ederken ( Sanki Avrupa Birliğinden şutlanmanın üzüntüsü yetmiyormuş gibi (!) ) Ben bu gün, hemi de bu mübarek günümüzde ne yapsam iyi? Sabahtan akşama kadar ev temizliği yaptım efendim.
Bir elimde elektrik süpürgesi, ötekinde paspas. Bir mutfakta bulaşık yıkıyorum, bir tuvaletin fayanslarını ovuyorum. Döküntüleri toplama, marleyleri silme, yağları ovma derken… ‘’Ah bellerim bellerimmmm’’
Bu ağrı sızı içinde her ne kadar saçmaladıysak affola.