10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1183
Okunma

Bu yazı dolayısıyla bana çok küfür eden olacak, biliyorum ama yine de yazmadan geçemedim.
-------------------------------------------------------------------------------------
Evet..Son bir kaç aydır benim her sözüme, ettiğim her kelama karşılık olmak üzere -yazdığım yazının altında yorum olarak değil de- başlı başına ayrı bir araştırma ya da makale yazısı yazılması gibi bir moda başladı.
Oysa ben kısa bir yazımda ‘’ Ben lafı arif olana bir kere anlatırım. Bundan böyle haklı olduğuma inandığım konularda bile olayı yılan hikayesine döndürmeyeceğim’’ diye tavrımı net bir şekilde açıklamıştım ve bir arkadaşımın da dediği gibi ana kulvarım olan mizah yazılarına son sür’at devam etme niyetindeydim.
Böyle bir açıklamaya rağmen benim üstelik de bu sitede değil başka ortamlarda ettiğim kelamların bu siteye taşınması, adım kullanılmasa da bana ithafen yazıldığı çok belli olan yazılar işin doğrusu bir taraftan hoşuma gitmiyor da değil. İnsanlar bir şeyleri araştırıyorlar hiç olmazsa… Ya da daha önceden bildikleri bazı hususları diğer insanlarla paylaşıp konu hakkındaki kendi görüşlerini ortaya koyuyorlar.Ama..İşin bir de aması var maalesef.
Şimdi bu yazıyı yazmama sebep olan konular nelerdir kısaca onu izah edeyim.
Birincisi: Ben bir başka platformda dedim ki ‘’ Biz Kurtuluş Savaşını yedi düvele karşı kazanmadık’’
Bu söz Kurtuluş Savaşımızı küçümsemek olarak ilan edildi.
Yani ‘’ İnönü Savaşları diye bir savaş olmadı’’ Diyenlere karşı amansız bir mücadeleye girip bir sürü küfür ve hakarete maruz kalan, bir sürü düşman kazanan ve bu arada pestili çıkan ben, Kurtuluş Savaşımızı küçümsemiş oluyordum(!) ‘’Kurtuluş Savaşımız yedi düvele karşı kazanılmadı’’ demekle.
Ben ne demişim peki tam olarak? Çünkü söylediklerimin bir açıklaması var elbette.
Benim dediğim şu: ( Bahsi geçen yazıda daha farklı ifade etsem de tam olarak demek istediğim ve dediğim şu: )
I. Dünya Savaşında İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Kanada, Avustalya, Yenizelanda hatta Hint askerlerine karşı aynı anda savaştık. Aynı anda ifadesinin altını çizelim. Yedi düvele karşı savaşmak demek hepsiyle aynı anda savaşmak demektir benim için ve evet biz I. Dünya savaşında yedi düvelin ( hatta daha fazla düvelin) hepsiyle aynı anda savaştık. Yani hiç bir cephede bir savaş bitti, hemen ardından bir başka cephede savaştık diye bir durum söz konusu değil. Tüm cephelerde aynı anda savaşmışız.
Öyle yedi düvele karşı tek başına da savaşmadık işin doğrusu. Yanımızda Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan vardı. Yedi düvele karşı dört düvel olarak savaştık. Haaa eğer I. Dünya Savaşına katılan tüm İtilaf devletlerine karşı savaştığımız varsayılırsa yedi değil yirmi sekiz düvele karşı savaşmış oluyoruz (!)
Savaştık ve yenildik. Yenildiğimizin belgesi olarak da 30 Ekim 1918 de Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzaladık, 10 Ağustos 1920 de Sevr antlaşmasını imzaladık.
Yani 1914-1918 yılları arasındaki I. Dünya Savaşı denen bölümde yenilmişiz. Bizi yenenler ve Mondros Ateşkes antlaşması şartları gereğince BİZİM OLAN toprakları işgal edenler kim? İngiltere, Fransa, İtalya… Rusya Mondros Ateşkes Antlaşmasından daha önce yine 1918 de Tüm İtilaf Devletleriyle İmzaladığı Brest- Litowsk antlaşmasıyla daha önce işgal ettiği topraklarımızın neredeyse tamamından çekilmiş.
İtalyanlara karşı tek mermi atmamışız bu işgal döneminde… Adana, Urfa, Maraş ve Antep şehirlerimizi ilk işgal eden ( Sonra bilindiği gibi Fransızlara terk ederler) İngilizlere karşı tek mermi atmamışız. Musul’umuzu, Kerkük’ümüzü, Kudüs’ümüzü işgal eden İngiliz’e karşı da tek mermi atmamışız. Ne zaman? 1918-1922 Yılları arasında. Yani Kurtuluş Savaşı dediğimiz o büyük savaşta.
İyi de Kurtuluş Savaşı dediğimiz savaşta biz kime mermi sıktık?
Evet..Mondros Ateşkes Antlaşmasından kısa süre sonra İngilizlerin desteği ile - hiç de hakkı olmadığı halde - Önce İzmir’i, sonra diğer Batı Anadolu illerimizi işgal eden Yunanlılara karşı sıktık kurşunu. Ama 15 Mayıs 1919 da ilk ve tek kurşun sıkıldıktan sonra ikinci kurşunu sıkabilmek için 6 Ocak 1921 e kadar bekledik. Çünkü elimizde doğru düzgün bir ordu yoktu. Ordunun 253 bin kişilik er ve erbaşını sadece Çanakkale’de şehit vermiştik. Sarıkamıştaki şehit sayımız 90 bindi. O sebeple 15 Mayıs 1919 dan 6 Ocak 1921 e kadar beklemek zorundaydık ki bu bekleme esnasında başta Kürt ayaklanmaları olmak üzere ayaklanmalara karşı savaştık. Ayrıca ismi daha sonra maalesef vatan hainleri ile birlikte anılacak olan Kazım Karabekir Paşa Doğuda Ermenilerle savaştı ve 3 Aralık 1920 de imzalanan Gümrü Antlaşmasıyla biraz nefes alıp ‘’Ohhhh’’ dedik. Çünkü elde onun idaresinde olan 15. Kolordu dışında düzenli bir ordu henüz yoktu.
Bu arada daha önce İngilizlere tek kurşun atmamış olan Maraş, Urfa, Antep, Adana, Fransızlara karşı ayaklandı. Çünkü Fransızlar doğrudan doğruya milletin namusuna tasallut ediyorlardı. Ayrıca Fransız bayrağı altında Ermeniler ‘’ Ay doğacak, gün doğacak, Maraş Ermenistan olacak’’ türküleri söylüyordu.
Evet..Ermeniler dışında Fransızlara karşı amansız bir mücadeleye girdik. Şahin Bey Katma Köprüsü üzerinde delik deşik edildi bu mücadeleler sırasında. 10 Yaşıdaki Kamil şehit edildi ve daha niceleri. Ama Antep’ten Fransız’ı söküp atamadık.
Sonra döndük nihayet Yunan’a 6 Ocak 1921 I. İnönü, 30 Ağustos 1922 Büyük Taaruz ve Başkomutanlık meydan Savaşı… Onun da hakkından geldik.
Bu kısmı uzatmayacağım. Bana 1918 - 1922 yılları arasında yani Kurtuluş Savaşı dediğimiz o dönemde İngiltere ile yaptığımız bir tek savaşın ve kazandığımız zaferin adını verecek olan arkadaşımın ellerinden öpeceğim. Rusya ile yaptığımız ve kazandığımız bir tek zaferin adını verecek olan arkadaşımın da ve İtalya karşısında kazandığımız bir zaferin adını verecek olan arkadaşımın da ellerini öpeceğim. Daha önceki işgalciler içinde sadece Fransızlara karşı mücadele etmişiz ama onları dahi topraklarımızdan atamamışız.
Özellikle İngiltere’ye karşı kazandığımız bir zafer yok. Oysa Lozan’da özellikle İngiltere ile yapıyoruz tüm pazarlığı. Ve ben diyorum ki ‘’ İngiltere’ye karşı kazandığımız hiç bir zafer olmamasına karşılık Lozan’da onların elinden bu günkü Misak-ı Milli sınırlarımızı neredeyse tam olarak almışız. Sevr ile kıyaslandığında çok daha mükemmel bir sonuç elde etmişiz o halde Lozan bir hezimet değil zaferdir’’ Ama böyle demem de yani Lozan hezimet değil zaferdir’’ demem de yeterli olmuyor ve Kurtuluş Savaşımızı küçümsemiş oluyorum(!)
Ha şimdi denilebilir ki ‘’ Hocam. Ülkemizi işgal eden Fransa mesela Sakarya savaşından sonra Ankara antlaşmasıyla işgal ettiği topraklarımızdan çekilmişse, İtalya işgal ettiği topraklardan II. İnönü Savaşından sonra çekilmişse bu durum aynı zamanda onlara karşı kazanılan bir zafer değil midir?
Sadece çekildiklerine bakarsanız doğru. Niçin çekildiklerine bakarsanız yanlış.
Bu devletler çekildiler çünkü Fransa’nın gözü zaten işgal ettiği topraklarda değildi. O günün şartları için düşünün Antep, Urfa, Adana, Maraş ne işine yarayacak? Onun gözü İngilizlerin elinde olan petrol bölgelerinde. Zaten İtilaf Devletlerinin diğer İttifak Devletleriyle hemen barış Antlaşmaları yapmalarına karşın Türklerle ta 10 Ağustos 1920 yi beklemelerinin sebebi de bu paylaşma konusundaki anlaşmazlıklar değil miydi? Öte taraftan dikkatiniz çekerim: Fransa dört ilden çekildiği halde Hatay’dan niçin çekilmedi? Çünkü Hatay önemli. Doğu Akdeniz’in kontrolü söz konusu.
Peki İtalya? Şimdi adını yazıp da rencide etmeyeyim. Bir ilimizi sadece yüz askerle işgal eden İtalya da kendisine verilenleri değil İzmir’i yani Batı Ege’yi İstiyordu. O da küskündü İngiltere’ye. II. İnönü zaferinden sonra da turist gibi geldiği ülkemizden turist gibi gitti.
İngiltere?
İngiltere alacağını almış zaten. Biraz daha, hani olur da Türkiye Yunanistan’ın elinde kalırsa ( en azından batı kesimleri) sömürge yolları üzerinde kendine gebe bir Yunanistan’ın olması çıkarlarına daha uygun olacağı için ileri sürmüş Yunanı ama işte bu noktada istediğine ulaşamamış. Lakin asıl alacağını almış olduğu için çok da kıymeti harbiyesi yok onun için Yunanlılar karşısında kazandığımız zaferin. Musul- Kerkük’ü tekrar geri almak gibi bir amacımız olmadığı sürece sponsoru olduğu Yunan karşısında kazandığımız zaferin pek de korkulacak tarafı yok onun için. Bizim de İngilizlerin eline geçmiş toprakları geri almak için ne emelimiz var ne de dizlerimizde derman.
İşte bunları anlatıyorum ve ‘’ Kurtuluş Savaşımızı yedi düvele karşı kazanmadık ‘’ Diyorum.
Yanında üç tane devlet daha varken, düzenli bir ordun varken yedi düvele karşı yenilmişsin. Orduların dağıtılmış. Tüm cephelerde en az 500. 000 askerin şehit olmuş, silahın yok cephanen yok, yiyecek ekmeğe muhtaçsın ayrıca daha önce birlikte savaştığın devletler de yanında değil yani tek başınasın ve yedi düvele karşı savaşıp zafer elde ediyorsun????
Kısacası…Sözümün arkasındayım. Ancak Kurtuluş Savaşımızı küçümsediğim iddiasını da asla kabul etmiyorum.
Balkan Savaşlarında Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ gibi daha düne kadar Osmanlı’nın şamar oğlanı olan devletlerin karşısında perişan olmuş olan bir ordunun bir kaç yıl sonra üstelik elinde doğru düzgün silahı, askeri olmadığı halde - aynı anda olmasa bile- Ermenilere, Gürcülere, Fransızlara ve Yunanlılara karşı yaptığı bir mücadelede artı bir taraftan da Kürt isyanları, kendisine karşı yapılan diğer isyanlar sürerken elde ettiği başarıyı küçümsemek insanın gözlerini kör eder. Klavye başında şakır şakır yazı yazdığı parmaklarını kurutur. Her kim de bu zaferi küçümserse. Bu zaferde Mustafa Kemal’in rolünü görmezden gelmeye kalkarsa o kişiden bırakın tarihçi olarak bahsetmeyi insan olarak bile bahsetmek mümkün değildir.
Ama. Bana ‘’Yunanlıları Anadolu’ya İngilizler sürdü, ABD gemileriyle İzmir’e çıkarma yaptılar, besinlerini Fransa temin ediyordu, atlarının nalları Belçika’dan, kullandıkları silahlar İngiltere’dendi, tüfeklerinin ucundaki süngüler İsveç çeliğindendi. Ayrıca gerek Ermeniler, gerek Kürt isyancılar, gerekse diğer isyancılar hep İngiliz silahları kullanıyorlardı. Bu işi İngilizler ve diğer emperyalistler tezgahlamıştı; Dolayısıyla da biz yedi düvele karşı tek başına savaşmıştık’’ Denirse?
Yok denmez sanırım. Küçümsenmesine asla tahammül edemedikleri Kurtuluş Savaşımızda, zaferi ille de Lenin’in gönderdiği toplara, tüfeklere, paralara ve emperyalistlere karşı birlikte bir mücadeleye bağlayanlar ‘’ Yedi düvele karşı zafer ’’ deseler de ‘’Yedi düvele karşı tek başına kazanılan bir zafer’’ diyemezler en azından.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
İkinci mevzu:
Ben Yukarıdaki heykelle ilgili şöyle bir yorum yapmıştım kendi face book sayfamda:
MAŞALLAH OLMASINA MAŞALLAH DA AKLIMA BİR SÜRÜ SORU TAKILDI ŞİMDİ
1- ÇİN NİÇİN ATATÜRK’ÜN HEM DE BU BOYUTLARDA BİR HEYKELİNİ YAPTIRSIN Kİ?
2- BİR ÜLKE BİR BAŞKA ÜLKENİN LİDERİNİN HEYKELİNİ ANCAK O ÜLKEYE YAĞ ÇEKMEK İÇİN YAPTIRIR. PEKİ ÇİN’İN TÜRKİYE’YE YAĞ ÇEKMESİ İÇİN BİR SEBEP VAR MIDIR? AYRICA TÜRKİYE’NİN YÖNETİMİ ŞU AN İTİBARİYLE ATATÜRK’Ü PEK DE SEVMEYEN BİR İKTİDARIN ELİNDEYKEN ATATÜRK HEYKELİ GİBİ BİR OBJE İLE TÜRKİYE’YE ŞİRİN GÖRÜNMEK AKIL VE MANTIKLA İZAH EDİLEBİLİR Mİ?
3- ATATÜRK’E NİÇİN ÇİN MİLLİ KIYAFETLERİ GİYDİRİLMİŞ?
4- ASLINDA BAŞKA SORULARIM DA VAR AMA NE SORACAĞIMI OKUYANLAR TAHMİN ETMİŞTİR SANIRIM
5- YİNE DE MAŞALLAH DİYELİM DE NAZAR DEĞMESİN.
Çok değerli arkadaşım özellikle 2. Maddeye bozulmuş ve kendi yazdığı yazısını ‘’ Atatürk’ün heykellerini dikmek putperestlik ya da Türkiye’ye yağçekmek değildir. Ona saygının bir sonucudur.’’ Diye noktalamış.
İşin doğrusu kabul ediyorum ki yağ çekmek ifadesi maksadını aşan bir ifade olmuş. Çünkü tam olarak söylemeye çalıştığım şey şuydu: ‘’ Bir ülke bir başka ülkenin devlet adamının heykelini o ülke ile iyi ilişkiler kurmak, dostluğunu pekiştirmek için diker’’ Ha belki bu ifade de yanlış olurdu eğer öyle yazsaydım. Yani bir ülke bir başka ülkenin büyük devlet adamlarının heykellerini sırf o insanlara duyduğu saygı dolayısıyla dikmiş de olabilirdi. Onu da kabul ediyorum ama uluslar arası ilişkilerde hiç bir zaman -arkasında bir çıkar olmadan- şirinlik gösterisi yapılması diye bir şeye de inanmadığım için olayı biraz da dediğim gibi maksadımı aşarak ‘’Yağcılık’’ olarak ifade etmiştim.
Putperestlik ise asla benimle ilgili bir konu değil. Pek çok değişik görüşe sahip olan arkadaşlarımdan biri ‘’ Çin de Putperest değil miydi?’’ Diye yorum yapmış ki cevap bile vermedim. Hatta ‘’ Atatürkçüyüm ama Leninistim, Atatürkçüyüm ama Hdp ye oy verdim’’ Diyen bazı arkadaşlarımdan daha tutarlı biri olmasına karşın cevap vermedim bu arkadaşa.
Atatürk heykelleri karşısındaki saygı duruşunu hiç bir zaman putperestlik olarak görmedim. 33 senelik öğretmenlik hayatım boyunca yüzlerce defa öğrencilerimi saygı duruşuna bizzat ben davet etmişimdir. Ayrıca Atatürk heykelleri karşısında saygı duruşunu putperestlik olarak görsem daha dünkü yazımda Mahmut Efendi cemaati için söylediğim sözleri söylemezdim şeyhlerinin huzurunda bir an durmayı bin senelik ibadetten daha hayırlı gördükleri için. Onlara bir yerde ‘’Asıl putperest sizsiniz’’ demezdim.
Ama?
Ama madem ki Atatürk heykeli dikmek, ya da bir başka ülkenin büyük devlet adamının heykelini dikmek ona sevgi ve saygının bir ifadesidir o halde birileri bana 1938- 1950 yılları arasında yani Milli Şef İsmet İnönü döneminde neden bir tane bile Atatürk heykeli dikilmediğini izah etsin.
İsmet Paşa Atatürk’ü sevmiyor ve saymıyor muydu? Olabilir mi böyle bir şey?
Atatürk heykeli diktirmek Atatürk’e sevgi ve saygının bir ifadesi ise şöyle mi demeliyiz? İsmet Paşa Atatürk’e karşı oldukça sevgisiz ve saygısız biriydi. Onun döneminde tam on iki sene bir tek Atatürk heykeli dikilmedi. Hatta Atatürk’ün Nutku on iki sene boyunca bastırılmadı, dağıtılmadı. Buna karşılık Adnan Menderes ülkeyi tekrar Atatürk heykelleriyle donattı. Nutuk onun zamanında tekrar basılıp dağıtılmaya, satılmaya başlandı. Anıtkabir’in yapımı ve Atatürk’ün ebedi istirahatgahına taşınması Adnan Menderes döneminde oldu. Hatta Atatürk’ü Koruma Kanunu diye bilinen kanun bile Adnan Menderes döneminde çıkarıldı. O halde Adnan Menderes en büyük Atatürk severdir. Türkiye’nin en büyük Atatürkçüsü Adnan Menderestir. Bu mudur yani?
Bunları geçtim Türkiye çok mu saygısız bir ülke? Öyle ya bizim ülkemizde bir yabancı devlet adamının heykeline ben hiç rastlamadım. İnşallah birileri çıkar da ‘’Hocam, Eskişehir’de bir balmumundan heykeller müzesi var. Orada pek çok ünlünün balmumu heykelleri var’’ Demez. Ya da ‘’ Hocammm. Hocammm. Hocammm. Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’ın, Kerhaneciler Kraliçesi Matild Manukyan’ın, Baş Fetöcü Nazlı Ilıcak’ın mezun olduğu Notre Dame de Sion Fransız Lisesinin bahçesinde Padişah Vahdettin döneminde yaptırılan Papa 15. Benedicht’in heykeli var’’ Demez. Evet..Bildiğim kadarıyla bir tane numunelik var ama onu da Osmanlılar yaptırmış. Başka varsa -ama büst filan değil heykel diyorum- bildiren arkadaşım olursa memnun kalacağım derken aklıma geldi. Taksim anıtındaki rolyefler içinde iki Rus generali var. Onların dışında bilmiyorum. Demek ki Osmanlı döneminde Papa 15. Benedicht’den Cumhuriyet döneminde ise iki Rus generali olan Mihail Vasilyeviç Frunze ve Kliment Yefremoviç Voroşilov’dan başkasını saygıya layık görmemişiz (!)
Yani kısaca çok açık ve bariz bir şekilde fotoşop olduğu belli olan bir fotoğrafa direkt olarak ‘’ Bu bir fotomontajdır. Sazan gibi atlamayın.’’ demeyip bunu daha farklı bir şekilde izah ettik diye Atatürk düşmanı olduk vesselam.
Vay efendim Atatürk’ün Küba’da bile heykeli varmış…Biz yok mu dedik muhterem? Dünyanın dört bir tarafında, hatta haritalarda bulmanın neredeyse imkansız olduğu küçücük Dominik Cumhuriyetinde bile Atatürk heykelinin var olduğunu bilmeyecek kadar cahil miyiz?
Ne kadar Atatürkçüyüm ne kadar değilim, her ne kadar bu konuda hiç kimseye hesap vermek zorunda olmasam da ille de bir fikir sahibi olmak isteyenler sitedeki ‘’Atatürk kimdir’’ Başlıklı yazımı ya da ‘’ EDEBİYAT DEFTERİ SİTE HALKI ! UYUYOR MUSUN ! YOKSA BENİ DUYUYOR MUSUN?
Başlıklı yazılarımı okusun. ( Özellikle ikinci yazıyı okumanızı tavsiye ederim) Linkler aşağıda:
1- www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=87255
2- www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=139551
Uzun sözün kıssası:
Her sözüme bir makale , bir araştırma yazısı yazılması gururumu okşamıyor değil ama kabak tadı da vermesin yani.
RESİMLER:
1- Yazımda bahsi geçen meşhur heykel işte bu.
2- Şişli ilçemiz sınırları içindeki Notre Dame de Sion Fransız Lisesinin avlusunda bulunan Saint Esprit Kilisesi önündeki Papa 15. Benedicht heykeli.
3- Taksim zafer anıtı. Resimde orak-çekiç işaretli olanlardan soldaki Frunze, sağdaki Voroşilov