11
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2148
Okunma

Evet…Bu gün sizlere - çok daha fazlasını bildiğim halde - iki adet dehşet sahnesini anlatacağım.
Önce birincisinden başlayayım.
Adıyaman Menzil tarikatını duymayanınız yoktur sanırım. Bu tarikatın şeyhleri oldum olası oldukça zengin insanlardır. Öyle olduğu halde tarlalarında çalıştırmak üzere ırgat tutmazlar. Bizzat gözlerimle şahit olmuşumdur. Tarikat mensuplarından biri ( Ki sofi denir onlara) ya da bir halife ( Şeyhin baş adamları) seslenir: ‘’ Sofiler arpa, buğday biçilecek’’ Sofiler içmekte oldukları çayı, yemekte oldukları yemeği bırakır, ellerine tırpanı alıp koşarlar tarlalara.
Bir gün yine tarlada ot biçip bu otları bir dama doldururken sofilerden biri içinden ‘’ Şeyhim neden bu otları bize biçtiriyor ki. Keramet eylese de otlar kendiliğinden biçilip dama doldurulsa’’ Diye düşünür. Bu arada Şeyh birden bire tarlanın ortasında belirir ve ‘’Sofiler çok yoruldunuz gelin çay için, az dinlenin’’ der. Sofiler işi bırakıp çay içerler. Az sonra kalkıp tekrar tarlaya gittiklerinde ne görseler iyi ? Bütün otlar biçilmiş ve samanlığa doldurulmuş.
Eeeeeee?
Efendim ondan sonra şeyh genelde tüm sofilere ama özelde içinden bu habis düşünceleri geçiren sofiye hitaben şunları der : ‘’ Gördüğünüz gibi biz istersek otları meleklere de biçtiririz. Ama maksadımız bu sevaba siz nail olun. O bakımdan size biçtiririz.’’
Evet…Orada otlar, arpa, buğday hep - sevabına nail olmak, bu muhteşem sevabı meleklere kaptırmamak için- sofiler tarafından biçilir.
Bu tarikatta şeyh sizin günlük zikir limitinizi de belirler ki bu limit en az beş bindir. Yani elinize bir tesbih alacak, yüzünüze bir örtü örtecek ve o örtünün altında dilinizi hiç kıpırdatmadan günde beş bin defa ‘’Allah’’ diyeceksiniz. Burada bir yanlışlık yok bence. Allah’ı zikretmenin nesi yanlış olabilir ki. Ancak olayın devamı var.
Eğer zikri tamamlayamazsanız ne olur?
İşte bu husus çok kötü. Zira şeyh sizi görüyor. Öyle ki farzedelim siz yatak odanızda eşinizle birlikte zikir çekiyorsunuz. Lakin beş bini tamamlayamadınız… Şeyh sizin yatak odanızda…Tamamlamadığınızı görüyor. ( Vay röntgenci vay, yatak odamda ne işi var? Demeyin maazallah helak olursunuz.) O her şeyi kalp gözüyle görür zaten. Şeyh baktı ki zikir çekmek yerine eşinizin kolundan çekiyor ve ‘’ Di haydi yahu. Gel de biraz da ahh, ohhh çekelim’’ dediniz. İşte o an iki şey yapmak zorunda kalıyor: 1- Sizin yarım bıraktığınız zikri kendisi tamamlıyor. Tabii ki bu şeyhi hayli yoruyor. 2- ‘’ Bir hatır, iki hatır, üçüncüde vur yatır. Bu herif benim verdiğim zikirleri çekeceğine gözümün önünde avradıyla sevişiyor deyyus’’ Deyip sizi tarikattan atıyor ki maazallah.
Yani efendim Semi ve Basar sıfatları ( Her şeyi işitme, duyma ve görme ) sadece Allah’a ait sıfatlar değil(!) Şeyhde de var bu sıfatlardan. Öyle karınızın koynunda zevkü sefa yapıp sonra ‘’ Ben zikirlerimi tamamladım’’ Demeniz mümkün değil.
Ayrıca bu tarikatta şeyhlik ve tabii ki evliyaullahlık ( Allahın veli kulu olmak ) Babadan oğla geçen bir makam. Şeyhin her erkek evladı doğar doğmaz evliya. ‘’ Yunus Emre bir dergahın mensubu olabilmek için neden kırk sene dergaha, hem de düzgün odun taşımış?’’ Diye bir soru aklınıza bile gelmiyor, gelse bile ‘’Enayiliğine doymasın’’ Deyip geçip gidiyorsunuz.
Dehşet sahnelerimizin birincisi buydu. Ama bu kısım o kadar da dehşet değil. Asıl dehşet şimdi okuyacaklarınız.
Bu sefer İstanbul’dayız. Mekanımız İsmail Ağa Cemaati nerede toplanıyorsa orası ( İşin doğrusu yerlerini bilmesem de sanırım şu meşhur İsmail Ağa camii olmalı )
Önce cemaatin imamlarından biri başlıyor konuşmaya. Ama öyle basit bir cami cemaatine hitap etmiyor. Ortam oldukça kalabalık.
Her neyse… İmam ya da halife, ya da hoca artık her ne zıkkımsa cevherlerini yumurtlamaya başlıyor:
‘’ Bir evliyaullah’ın huzurunda bir an durmak ihlas üzere yüz elli sene ibadetten efdaldir’’
Yani?
Yani diyor ki özet olarak ‘’Bir evliyanın huzurunda saygı duruşunda bulunmak Allah’ın huzurunda tam bir teslimiyetle yüz elli sene namaz kılmaktan daha hayırlıdır’’
Şimdi tabii ki itiraz edenler olabilir ‘’ Yahu adam öyle bir şey dememiş. Mesela namaz kelimesi geçmemiş konuşmasında. Kıçından uydurma’’ diye .
Gelin bir daha bakalım.
Ne demiş daha da kısaltırsak?
‘’ Evliyanın huzurunda olmak yüz elli sene ibadetten daha hayırlıdır.’’
Peki namaz ibadet değil midir? Elbette ibadettir. Namazda kimin huzurunda olur Müslüman? Allah’ın…Bu durumda bahsettiğim imam ‘’ Evliyanın huzurunda olmak yüz elli sene , günde beş defa Allah’ın huzurunda olmaktan, yüz elli sene oruç tutmaktan ( o da ibadet çünkü), yüz elli sene Hacca gitmekten, yüz elli sene zekat vermekten, kelime-i şehadet getirmekten, kurban kesmekten, zikir çekmekten, hayır hasenatta bulunmaktan, Kur’anı okuyup anlamaktan vs. daha hayırlıdır demiş olmuyor mu?
Ama durun. Daha da dehşetli olacak sahnemiz.
Aynı cemaatdan bir başka imam geliyor kürsüye ve çıtayı çok daha yükseltiyor. Hatta Mevlana’yı referans olarak gösterip diyor ki: ‘’ Mevlana, Mesnevi adlı eserde Allah dostlarıyla bir oturuş, bir an, bin sene riyasız ibadetten daha efdaldir demiştir.’’ [ Oysa Mevlana tam olarak şunu demiştir: "Ben yaşadıkça Kuran’ın bendesiyim( Kölesi) ,Ben Hz Muhammed’in ayağının tozuyum.Biri benden bundan başkasını naklederse;Ondan da bizarım,o sözden de bizarım(şikayetciyim)]
Yani ikinci imama göre öyle yüz elli sene filan değil. Tam bin sene…
Orada bulunan hiç bir Allah’ın kulu ‘’ Ohaaa ulan. Yüce Allah Kutsal kitabı Kur’anı indirdiği gece için bile ‘’ Leyletülkadri hayrün min elfi şehr’’ Yani ‘’Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır’’ demiş de bin sene dememişken sen nasıl olur da bir evliyanın suratını görmenin bin seneden daha hayırlı olduğunu söyleyebilirsin?’’ Diye sormuyor. Öylece mal mal dinliyor ve bekliyorlar. Neyi mi bekliyorlar? Azz sonra.
İmam efendi bakıyor ki hiç bir Allah’ın kulu ‘’ Oğlum bir karar verin. Yüz elli sene mi, bin sene mi?’’ Diye sormuyor; o gazla devam ediyor: Hem de elindeki bir kitabı göstererek:
‘’ İmam Rabbani demiştir ki ‘’ Bu tarikat-ı Aliyyenin ( Bu büyük tarikatın ) büyüklerini meth-ü sena etmek hususunda ( övmek hususunda) ciltler dolusu kitap yazsam yazdıklarım denizde bir damla bile olamaz . Allah bizlere bu büyükleri anlamayı nasip eylesin.’’
Yani İmam Rabbani güya kendi içinde bulunduğu Nakşibendi Tarikatının büyükleri için ‘’ Ben onları övmek için ciltler dolusu kitap yazsam bu yazdıklarım denizde bir damla bile olamaz’’ Demiş.
Yine kimse sormuyor. ‘’ Hocam, İmam Rabbani niçin Allah’ı ve Hz. Muhammedi övmek için ciltler dolusu kitap yazsam’’ dememiş de ‘’tarikat büyüklerini övsem demiş ‘’ diye.
Cemaat sadece ve sadece gözlerini bir balkona dikmiş vaziyette bekliyor.
Veeee… En dehşet sahne:
İmam , bekleşmekte olan insanlara yeterince gazı verdikten sonra nihayet beklenen evliya bir tekerlekli sandalye içinde balkona çıkarılıyor. Bu elbette Mahmut Hoca. Yahu güldürmeyin beni. Hababam sınıfının Kel Mahmut’u değil. İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu… Nam-ı diğer Mahmut Efendi.
Her ne kadar dilimizde ‘’ Ofludan evliya, koyma avluya’’ diye bir tabir olsa da bu Oflu evliya balkonda göründüğünde millet saygı duruşu pozisyonu alarak mübareğin huzurunda bir an durmak suretiyle bin senelik ibadet sevabını bir kaç dakika içinde bolca depoluyor.
Hiç kimsenin aklına ‘’ Ulan biz değil miyiz Atatürk’ün heykelleri önündeki saygı duruşu için putperestlik diyen’’ şeklinde bir soru takılmıyor.
Öyle bir soru takılmadığı gibi şu soru da akıllarına takılmıyor:
‘’Ulan biz her gün en az kırk kez, beş vakit namazımızın her rekatında Allah’a hitaben İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în, yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz demiyor muyuz? O halde burada ne işimiz var? ‘’
Ya da ‘’ Madem bu vatandaşın yüzünü görmek, huzurunda bulunmak bin senelik ibadetten daha hayırlı o halde her gün sabahın o erken saatlerinde sıcak yatağımızdan, kıçına sarıldığımız karılarımızın sıcaklığından vazgeçip buz gibi soğuk suyla abdest alarak niçin namaz kılıyoruz ki’’ Diye sormak da gelmiyor.
Ama en dehşeti şu:
Hiç birinin aklına ‘’ Yahu biz Allah’a ortak koşuyoruz. Hatta bırak ortak koşmayı bu adamı Allahtan üstün tutuyoruz’’ Diye bir soru gelmiyor. Öyle ya Mahmut Hoca’nın huzurunda bir an bulunmak, Allah’ın huzurunda bin sene bulunmaktan daha efdal ise Mahmut Hoca Allahtan daha üstün olmuş olmuyor mu?
Dehşet bununla da sınırlı değil aslında.
15 temmuz 2016 tarihinden bu yana devamlı Fethullah Gülen’i ve onun mel’anetlerini konuşuyoruz değil mi? Bu mel’anetleri konuşurken de bu adamın dini kullanarak insanları nasıl kendine kul-köle yaptığını, hatta bu ülkenin bir Cumhuriyet savcısının onu resmen Mehdi ilan ettiğini konuşuyoruz öyle değil mi? Peki bu saydığım evliyaullahların (!) Fethullah Gülen’den farkı ne?
Fethullah Gülen yine insaflıymış da kendini mehdi ilan ettirmiş. Bu bahsettiklerimin biri meleklere emir veriyor, ötekinin suratına bakıyoruz bin senelik ibadetten daha hayırlı iş yapmış oluyoruz. Yani adamlar mehdiliği çoktan aşmış direkt Allahlık mertebesine ulaşmışlar(!) Ama devletimiz ‘’ Hooop. Durun ulan, siz de kimsiniz. Ne halt ediyorsunuz?’’ Diye sormadığı gibi yeni yeni Fetölerin ortaya çıkmasını önlemek için kılını kıpırdatmıyor.
Adnan Hoca ve mür-itlerine dokunulmuyor, Mahmut Efendi ve taraftarlarına ‘’Dur’’ diyen yok. Diğer tarikatlara ‘’ Hemşerim sen ne ayaksın?’’ Diye soran yok. Müslim Gündüz ve Aczmendilerine ‘’ Ulan sen bir binanın kapısına nasıl olur da Aczmendi Dergahı diye tabela asarsın. Bu ülkede hâla yürürlükte olan bir kanun var’’ diye soran yok…
Sözlerimi beynini başka insanların cebinde taşıyan kardeşlerime hitap ederek tamamlayayım.
Kardeşim !
Camide ya da evinde günde en az kırk defa ‘’ Allahım. Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz’’ Diyeceksin ve yardımı Allah’tan dileyeceksin, sonra da işi daha garantiye almak için (!) Şeyh efendinin huzurunda bir an bulunmanın o her türlü yardımı beklediğin Allah’ın huzurunda bulunmaktan çok çok daha makbul olduğuna inanacaksın? Yok böyle bir kurnazlık. Yok böyle bir beleş cennet. Yok böyle bir Müslümanlık.
Safını ve yerini belirlemelisin Safın ya Allah’ın yanı ya şeyhinin yanıdır. Şeyhin huzurunda durmakla bin senelik namaz ibadetinden daha hayırlı bir şey yaptığını düşünüyorsan Şeyhinin yanında ona kul olacaksın. Yok eğer Allah’ın huzurunda durarak ibadet etmek ve böylece cennete gitmek istiyorsan o şeyhin huzurundan ayrılacaksın.
‘’Zekerim makatta, canım cennette’’ diye bir şey yok. ‘’Şeyhin eteğine de yapışayım, Allah’a da sarılayım. Nasılsa ikisinden biri cennete kesin sokacak beni. Amasya’nın bardağı, biri olmazsa biri’’ Şeklinde bir din anlayışı yok. Böyle bir kurnazlık yok.
Camide ‘’Allah’ım yalnız senden yardım isterim’’ deyip daha sonra şeyhe koşarak ‘’ Aman bu gün mübareğin huzurunda şöyle bir kaç dakika saygı duruşunda bulunayım da hani olur ya Allah yardım etmezse bari şeyhim bizim g.tü kurtarsın’’ diye Allahtan şüpheye düşmek, buna karşılık şeyhten medet ummak yok.
Senin yatak odana kadar girip zikir mi çekiyorsun yoksa eşinle cinsel ilişkide mi bulunuyorsun diye 7/24 seni röntgenleyen( !) bir şeyhe ihtiyacın yok.
Kısaca, bırak Müslümanlığı yer yüzünde böyle bir din yok. Sen hem Allah’a ortak koşacaksın, bir şeyhin huzurunda bulunmayı Allah’ın huzurunda bulunmaktan daha efdal göreceksin hem de ‘’ Ben Müslümanım’’ Diyeceksin. Yok böyle bir Müslümanlık.
Bu arada en son sözüm de sayın Cumhurbaşkanıma olsun.
Sayın Cumhurbaşkanım !
İleride bir gün yine ‘’ Beni yanıltmışlar’’ Dememek için ve Allah korusun bir başka yanılgının faturasını milletçe çok ağır bir şekilde ödemememiz için şu işlere bir el atın artık. Bu ülkede başka bir 15 Temmuz’un olmasını ne sen istersin ne bu millet ister öyle değil mi?
RESİMLER:
1- Çağrı filminin en muhteşem sahnesi.
2- Mahmut Efendi ve bir müridi
3- Mahmut Efendi ve bir başka müridi
4- Menzil sofileri… Kimileri zikir halinde, kimileri de uyku. ( Her ikisi de ibadet… O Yüce makamda(!) hangi hal üzerine olursanız olun ibadet (!) )
5- Cumhurbaşkanımız ve Mahmut Efendi.
NOT: Olayla ilgili şu videoyu seyredebilirsiniz.
/163571153808974/videos/679067042259380/?hc_ref=NEWSFEED