7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1267
Okunma

Bakışlarım karışık, ruhum karışık, aklım karışık… Gözlerim çaresizce karanlığı yara yara bakıyor ufka. Omzuma düşen Eylül’ün sarı yapraklarının, ayaklarımın altında ezilişine aldırmıyorum bile. Yaprakların hışırtısı dişlerimin gıcırtısına karışırken, homurdanışlarım kulaklarımı tırmalıyor.
Çok yoruldum!
Çok bunaldım!
Çok sıkıldım!
Alıp başımı uzaklara gitmek istiyorum artık. Hiç kimseye haber vermeden, hiçbir iletişim aracını yanıma almadan, hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yerlere…
Biliyorum; her kesin derdi kendine büyük, herkesin omuzlarındaki yük ağır; ama ya benim derdim? Bana göre herkesten çok daha ezici benim sıkıntılarım.
Altında ezildiğim yeterince ağırlık yokmuş gibi, insanların gönlünü eyle, laf dinle, laf anlat; bir de anlattıkların karşındakinin umurunda bile olmasın ve önümdeki dağ gibi hayat aşılmayı beklesin…
Beladan uzak durmak mümkün mü bu gezegende?
Siz ne kadar kendi halinizde, köşenizde dursanız da bela gelip buluyor sizi. Bulmakla kalsa iyi; bir de belanın cezasını size fatura ediyor hayat.
Kimsenin işi gücü yok mu? Var! Öyle bir iş güç ki; kendi dertsizliklerini anlatmak tüm çabaları ve sizi de o dertsizlik diyarına sürüklemek sözüm ona.
Çözümün varsa kendine sakla! Sorunların mı var? O da kolay! Al sorunlarını, git başka yerlerde sızlan. Bırak herkesi kendi haline kardeşim!
İnsanlar hep mi kaybettiklerinin değerini sonradan anlar? İlla ki bir şeyler kaybolup, parçalara ayrılıp, zincirler koptuktan sonra mı sıkı düğüm atma çabası başlar?
Ne olur yani önceden bilinse değerler? Ne olur o sıkıntılar hiç yaşanmamış olsa?
Günün sıkıntılarını geride bırakıp akşam eve döndüğünde; sizi seven, özleyen birinin dizlerinin dibinde oturmak, birlikte sarılıp uyumak kim istemez ki?
Kimileri için sıradan ve sıkıcı şeyler bunlar. Bir bilseler nasıl da lüks oluyor içinde sevgi, sadakat, güven olan bir ilişkiye sahip olmak. Paha biçilmez bir değeri anlamak için illa önce kayıp mı etmek, ayrılıklarla paramparça mı olmak gerek?
Yalnızlığın ve sevgisizliğin ne denli soğuk, yoran, acıtan, kocaman bir kaos olduğunu yaşamadan hiç kimse bilemez. Her zorluğun, her sıkıntının tek başına üstesinden gelmek, tek başına ve güçlü olarak ayakta kalmak kolay mı? Her derdi tek başına halletmeye o kadar alışırsınız ki; yalnızlık kaderinizdir artık. Hayalleriniz bile hep tek kişiliktir. Sevinçleriniz, hüzünleriniz hep tek sarılır, kendi içinizde çölleşip gidersiniz hayat parkurunda.
Artık zamanınızı ve hayatınızın akışını düzenleyen, sürekli tersine akan bir kum saatiniz vardır. Ne kadar dengede tutmaya çalışırsanız çalışın, hep kaybeden akışkan taraf siz olursunuz. Geriye kalan elinizdeki bir kaç ufak kum tanesidir artık.
İnsan en çok sevdiklerinden kırılıyor; en çok dostun güllerı kanatıyor yaralarınızı ve en çok “Üzmez” dedikleriniz parçalıyor sizi.
İlişkileri ayakta tutmak, hep yapıcı olmak belki de bu yüzden çok zor.
Eski bir valizi kaldırım taşlarında sürükleyerek, alıp başımı gitmek istiyorum bu şehirden. Eskiden ne kalabalık, ne olumlu hayallerim vardı. Kırıldıkça öğreniyor insan, yalnız ve bencilce hayal kurmayı.
Sessizlikle cehaleti, sakinlikle kabulü, şefkatle zayıflığı asla karıştırmıyorum artık.