9
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1112
Okunma


Musikî tarihimiz böylesi bir tadın ancak Kalamış’tan alınabileceğini gösterir. Şüphesiz eski Yeşilçam filmlerinde ve Yahya Kemâl Beyatlı’nın şiirlerinde örneklerini görebileceğimiz bir zamanların İstanbul ve Boğaz çevresi dâhilinde düşünmek ve hâtta hissetmek gerekecektir. Kalamış adlı eserin Güftekârı Behçet Kemâl Çağlar ve Bestekârı Münir Nurettin Selçuk’tur. Gazel bölümünün esere sonradan ilave edildiği belirtilmelidir. Açıkçası bugün baktığımızda gazel bölümü olmaksızın aynı tadı alamayacağımızı söyleyebiliriz.
Tam da yazımızın başlığını taşıyan son yıllarda kaleme alınmış bir kitaba rastlamakta ayrıca ilgi çekici olmalı. Ayşe Kulin’in “Bir Tatlı Huzur” adlı kitabı Münir Nurettin Selçuk’un yaşam öyküsü üzerine kuruludur. Kitap ünlü musikî üstadımız hakkında ilginç bilgiler verir. Musikî tarihimizin Duayen isimlerinden biri olarak verdiği eserler yanında kişisel ve sosyal hayatının motifleri de karşımıza çıkmaktadır.
Hemen belirtmeliyim ki, bu yazıda büyük sanatkârımızın hayatındaki bazı hususlardan bahsederken konuyu magazine etmeyi amaçlamıyorum. Tamamen biyografik mahiyette not düştüğümü söyleyebilirim. Bu noktada şu soru sorulabilir: Bir sanatçının hayatı, eserine dâhil midir? Kolay bir soru olmadığı söylenebilir. Kuşkusuz sanatsal birikimini ele alırken sanat kriterlerinin dışına çıkmamak gerektiği kanaatindeyim. Hele ki, Münir Nurettin gibi bir sanatkâr söz konusu olduğunda duygusal bakmak pahasına bu hususa öncelik veririm. Zaten eserini özel yaşantısından ayrı düşünmekteyim. Ancak tanınmış kişilerin özel yaşantısı ile ilgili bilgilerin gündeme gelmesine karşı değilim. Yalnız bu bilgilendirmenin değerli bir sanatkârın sanatını gölgeleme amacıyla yapılmasına elbette taraftar değilim.
Ayrıca yazımda bilhassa musikî kavramını kullandığımı söylemeliyim. Sözgelimi Türk sanat müziği ya da sanat müziğimiz gibi tâbirlerden kaçınıyorum. Çünkü müzik ve musikîyi farklı alanları kapsayan kavramlar olarak anlıyorum. Elbette kelimelerin bir iç dünyası, tarihi ve kültürel arkaplanı vardır. Sözgelimi sebil ya da selsebil; Osmanlı’da hayır amaçlı inşa edilen çeşmelerdir. Oysa günümüzde bu kelimeler hatalı bir yaklaşımla yıpranmışlığı vurgulamak için kullanılmakta. Yıkık dökük, harabe hâline gelmiş bir yapıdan söz ederken selsebil olmuş deniliyor. Yani yapının ilk inşâ edildiği, hizmete açıldığı hâline karşılık gelen bir kavram bugünkü bozulmuş-yıpranmış hâli tanımlar biçimde kullanılıyor.
Yine bir başka üstad Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri ile Münir Nurettin Beyin eserleri arasındaki organik bağa değinebiliriz. Çünkü başta da belirttiğim üzere Münir Nurettin Selçuk’un birçok eserinin güfte altyapısı Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleridir. Şüphesiz Yahya Kemal’de büyük bir şair olmanın yanı sıra Türkiye’de kültür ve sanat dünyasını uzun yıllar yönlendirmiş önemli bir isim olmaktadır.
1900-81 yılları arasında yaşamış olan Münir Nurettin Selçuk hakkında edindiğimiz önemli bir bilgi sahne ve konser düzeni açısından getirdiği yenilikler olmalıdır. Sahnede dönemin resmi ortamlara mahsus giyim özellikleriyle de bütünleşen bir tarzda smokin giyinmesi yanında, tek başına okuması, mikrofon kullanmadan ve ayakta okumaya dayalı icra üslubu, tıpkı bir tiyatro salonunda örneği görülebileceği gibi çıt çıkmaması, bırakın içki servisini çay içmenin bile mümkün olmaması gibi esaslar getirecektir.
Münir Nurettin Bey’in gençliğinde profesyonel anlamda sporla da uğraştığı görülüyor. Fenerbahçe spor kulübü bünyesinde kürek çekmenin yanında futbolda oynar. Bu devre yurt dışında eğitim gördüğü devreyle birlikte sona erecektir.
Diğer yandan, Münir Nurettin Selçuk’un hayatının gençlik yılları Cumhuriyet tarihimizin ilk zamanlarına ve dolayısıyla Atatürk dönemine karşılık gelir. Bu devirde Atatürk ile yaşadığı ilginç olaylar da vardır. Bir defasında Atatürk’ün bulunduğu bir mecliste konser verirken söylemekte olduğu şarkıya mırıltı düzeyinde eşlik eden Ata’nın kulağına eğilerek “şarkıyı yanlış okuyorsunuz Paşa hazretleri benim de dikkatimi dağıtıyorsunuz” der. Ancak bu olaya kızan Atatürk bir müddet Münir Nurettin Bey ile görüşmez. Daha sonraki bir tarihte konser vermeksizin yalnızca sohbet etmek maksadıyla huzuruna çağırır.
Yine bir defasında Atatürk, yemekli bir mecliste Münir Nurettin Beyden ilâhi okumasını talep eder. Ancak ünlü musikî adamımız “şu an alkollüyüz Paşa hazretleri, eğer yanlış okursam kendimi hiçbir zaman affetmem” demektedir. Bunun üzerine Atatürk’de “Peki çocuk o zaman patlat bakalım bir Rumeli türküsü” şeklinde karşılık verir. Bir defasında da Atatürk, Münir Nurettin Beyin bu tip itirazlarına duyduğu tepkiyle ilginç bir istekte bulunur: “Münir Bey, şu bardağı başınızın üstüne koyarak karşıda durun” der. Münir Nurettin Bey bu isteği yerine getirir, bardağı başının üstüne koyarak belirli bir mesafede durur ve bekler. Atatürk tabancasını çıkararak nişan alır. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanırken bir patlama sesi duyulur. Ancak kurşun bardağa değil arkadaki direğe isabet eder. Atatürk “sesin gibi cesaretini de ispat ettin” der. Bu olayda dikkate değer bir nokta da Münir Nurettin Beyin bu esnada gözlerini kırpmayan bir sükûnet içerisinde bulunması olacaktır.
Münir Nurettin Bey, Enise Hanım ile evlilik yapar. Bu evlilikten Merâl adında bir kız evladı olur. Biyografisinden edindiğimiz bilgiler ışığında, zevcesi Enise Hanım bir eski zaman hanımefendisidir. Münir Nurettin Bey de evine, hanımına ve kızına düşkün bir insandır. Ta ki, Tiyatro sanatçısı Şehime Erton ile tanışıncaya kadar. Bu birliktelikten iki oğlu olur. Bunlardan biri de hepimizin bildiği üzere Timur Selçuk’tur.
Münir Nurettin Bey, Şehime Erton ile beraberliği yıllarında evliliğini bozmaz. Enise Hanım ise bu ilişkiyi bilmesine rağmen durumu metanetle karşılar. Hatta yıllar sonra Münir Nurettin Beyin genç Timur Selçuk ile verdiği konseri izleyen Enise Hanım daha sonra “Münir, bu genç çok yetenekli onunla daha çok ilgilenmelisin” diyecektir. Enise Hanımın vefatı büyük sanatçımız için tam bir yıkımdır. Hâtta konser vereceği bir gün kızı Merâl’i de yanına alarak hanımının mezarını ziyaret eder. Soğuk bir kış günü olmasına ve konser vereceği günler kendisine çok dikkat etmesine rağmen mezarlıkta uzun süre kalır, hıçkıra hıçkıra ağlayarak hanımından af diler. O gece verdiği konserde de ilk defa seyircilere hitaben kendisinden ve hanımından bahseden bir konuşma yapar. Ardından da sanat musikîmizden hanımınında sevdiği şarkılardan okur.
Büyük musikî üstadımızın geniş bir değerler yelpazesi olduğu görülür. Musikî tarihimizi çok iyi bilmesi ve kendine özgü bir yorumla sunması yanında; Batı ülkelerinde gördüğü eğitim, klasik müziğe olan beğeni ve ilgisiyle kendini göstermektedir. Atatürk ile zaman zaman yaşadığı kırgınlıklara karşın Cumhuriyet döneminin değerlerine sahip çıktığı da görülmektedir. Diğer yandan Münir Nurettin Bey geleneksel değerlere ve kültür mirasımıza bağlılık duyduğunu da çeşitli vesilelerle gösterir. Bu konuda yaşanmış bir olay şöyledir: 1970’lerin başlarında Paris’te bir konser verecektir. Konserden önceki gün Büyükelçiliğimizce onuruna verilen Resepsiyona katılır. Ancak ertesi gün Paris Camiine bağlı bir salonda verilen konsere Büyükelçimiz Hasan Esat Işık Bey ve diğer yetkililerimizin katılmaması üzerine Münir Nurettin Bey duyduğu rahatsızlığı “Batı dünyasının en büyük müzikal eserleri kilisede icra edilir, biz maalesef çağdaşlığı yanlış algılıyoruz” sözleriyle dile getirecektir.
Buraya kadar Ayşe Kulin’in bir incelemesinden hareketle rahmetli sanatçımız Münir Nurettin Selçuk’un musikî tarihimizde müstesna bir yere sahip olduğundan ve bu durumu belirleyen unsurlardan söz ederken; özellikle sahne düzeninde ve icra üslubunda yaptığı değişikliklerle dikkatleri kısa sürede üzerinde topladığından bahsettik. Bereketli bir sanat hayatı sürdürmesinde üstün yeteneği ve aldığı eğitimin yanı sıra geleneksel dönemlerden devraldığı büyük bir hazineyi işlemiş olması ve yaşadığı dönemde de bestelerine altyapı oluşturan başta Yahya Kemâl Beyatlı olmak üzere döneminin ünlü şairlerinin eserleriyle kendini gösteren bir şiir zenginliğine sahip olunması etkili olmaktadır.
Bütün bunların dışında söylenebilecek en önemli husussa; bir sanatçının ve eserlerinin büyüklüğünü değerlendirirken kalıcı olabilmenin ne kadar belirleyici bir unsur olduğudur. Hani derim ki, üzerinden nesiller geçmesine rağmen hayatiyetinden hiçbir şey kaybetmemesi önemle üzerinde durulası bir hususiyet olmaktadır.
L.T.