12
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2251
Okunma


Evet değerli dostlar. Bir önceki bölümde Ahlak Bilgisi, Sağlık Bilgisi, Turizm, Müzik, Beden Eğitimi ve Astronomi gibi dersleri anlatmıştım. Bu bölümde de diğer dersleri anlatayım.
Ancak anlatmaya geçmeden önce hemen belirteyim: Ben olumsuzlukların da olumlulukların da hatasını ya da sevabını hiç bir zaman şu okul, bu okul diye okullara yüklemiyorum.
Daha açık ve net konuşayım:
Bu gün düz liselerden, diğer meslek liselerinden, Anadolu liselerinden ve Fen liselerinden yetiştirdiklerimiz içinden kaç tanesi Merkür’e ayak basıp, Güneşten çakıl taşı toplayarak ülkemize döndü ise, diğer okulların öğrencileri ne kadar manitalarına Plüton’da randevu verip kız kaçırma söz olduğunda Uranus’a kaçırdılar, yani uzayın anasını ağlatıp bu ülkeyi çağ üstüne çağ atlattılarsa İmam-Hatip Liseleri de aynı ölçüde yaptılar bunu.
Ben hâla Fen Lisesi mezunu olup da Aya’a ayak basmış bir Türk tanımıyorum.
Yani daha da açık konuşuyorum:
Bu gün bile Anadolu Liseleri ( Artık Düz lise kalmadı. Hepsi Anadolu Lisesi oldu. Tabii Anadolu Lisesinin de bir anlamı kalmadı.) İmam-Hatip Liselerinden kat kat fazladır ama hâla aya ayak basan astronot yetişmiyor o okullardan. Yoksa yetişiyor da İmam-Hatipliler gelip ‘’Aman sakın aya maya çıkmayın. Zinhar çok günahtır.’’ diyerek madden ve manen ellerini kollarını mı bağlıyorlar?
İşte gökyüzü, işte labaratuvarlar. Buyursun yapsınlar. ‘’ Yapma ‘’ Diyen mi var?
Neyse…Psikolojiden başlayacaktık değil mi?
Psikolojiden başlayacaksak benim bir psikologun odasındaki kanapeye uzanıp geçmişe dönmem lazım.
Vakvak Sadi yine elini çenesine dayamış…
El niçin çenede? Uyumasın diye. Aksi halde kafayı dayaycak masaya başlayacak horlamaya.. Hababam sınıfının Akil Hocası bile bizim Pskoloji öğretmenimiz Vakvak Sadi’den daha canlıdır. Hatta Hababam Sınıfı adlı dizide genelde Bakırköylü gençler, hatta bizim liseden arkadaşların oynadığını hesaba katarsak ( Hayta İsmail mesela., Benim biraderin sınıf arkadaşıydı.) Akil Hoca örneğinin ya da o okuldaki diğer hocalardan herhangi biri için bizim Sadi Beyin örnek seçildiği kesindi.
‘’Allah rahmet eylesin’’ Diyorum peşin peşin zira yaşıyorsa 100 yaşında filan olmalı.Vakvak Sadi ya kafasını sıraya dayar uyur ya da?
İnanmayacak ve ‘’Sami Hoca kurgu yapıyor yine ‘’ Diyeceksiniz ama kesinlikle bu bölümde tek satır kurgu yok : Vakvak Sadi bir Psikoloji öğretmeniydi ama bize derste İsmet İnönü’yü anlatırdı.
İsmet Paşa ‘’ Bizi aç koydun’’ Diyene ‘’ Evet belki sizi aç koydum ama babasız koymadım.’’ Diye cevap vermiş.
Mesela yukarıdaki olayı Sadi Hoca’dan öğrenmiştik.
Yanlış anlaşılmasın. İsmet Paşa’yı da birileri mutlaka öğretmeliydi bu ülkenin evlatlarına ama bu bir psikoloji öğretmeni olmamalıydı bence. ( Yanılyor da olabilirim. İddia etmiyorum. Çünkü 12 Eylül 1980 sonrasında her branştan tüm öğretmenlerin Atatürk’ü öğretmelerinin (!) çok faydasını gördü bu millet (!) Hâla da görüyor(!) )
Efendim, Psikoloji oldum olası okullarda dış kapının mandalı bir ders olmuştur: Bu yüzden de bizim öğrencilik yıllarımızda da günümüzde de sadece 10. Sınıflarda görülen bir derstir ve haftada iki saattir ( O bile değişmedi.) Ve dahası Psikoloji, Mantık, Sosyoloji ve Felsefe gibi dersler branş öğretmeni olmayan derslerdi. Biz yine de şanslıydık ki iki defa okuduğum 10. Sınıfta iki ayrı Psikoloji Dersi öğretmenimiz oldu.
Psikoloji hep dış kapının dış mandalıdır ama Eğer ki üniversitede öğretmen olmak üzere okuyorsanız, lisede bu adam yerine koymadığınız iki saatlik ders, yanına başka tayfalar da alarak başınıza bela olur. Yanına aldığı en önemi tayfası tabii ki Pedagojidir. Ha, bir de Eğitim Bilimleri diye bir şey varmış. ( Neden varmış dediğimi az sonra anlayacaksınız.)
Fakültede resmen kelleyi koltuğa almış, okul açık olduğu her gün ve saat mutlaka okula gitmişimdir. İlle velakin bu kadar devamlı bir öğrenci olmama rağmen Psikoloji, Pedagoji, Eğitim Bilimleri ve Teknolojisi, Ölçme ve Değerlendirme ( Bu son ikisi var mıydı ondan bile emin değilim. O derece ilgisizim bu derse.) Derslerine kesinlikle girmiyorum. Oysa öğretmen olacaklar bu dersi mutlaka görmek zorunda. Diplomanızın arkasında ‘’ Pedagoji eğitimi görmüştür’’ Diye bir ibare yoksa öğretmen olamıyorsunuz.
Hal böyle olmasına rağmen daha pek çok arkadaş gibi bu derse asla girmiyor, tüm ağırlığımızı Tarih derslerine veriyoruz.
Bir gün. Sadece bir gün ‘’ Prof, devam karnelerini imzalayacak bu gün ‘’ Dendi. İlk ve son kez Prof Dr Sabri Özbaydar. Hoca’nın dersine girdik pek çok arkadaşla. Bir saat ders dinledik, Devam karnemizi imzalattık ve pedagoji eğitimimiz tamamlanmış oldu.
Sonra?
Sonra sınavlar tabii ki.
Kendi branşım olan derslerde Prof, Doç ve Asistlerin ‘’ İşte alnından öpülecek adam’’ Dedikleri ben, Pedagoji sınavında çaktım resmen. Ama sallamadım. İlk sınava öylesine girmiştim zaten. İkinci kez pedagoji için sınava girerken bizden yaşlı abilerimiz ellerimize içinde yüz soru ve cevabı olan kağıtlar verdi ve ‘’ Çalışın bu sorulara’’ Dendi.
Çalıştık.( Daha doğrusu ezberledik ezberleyebildiğimiz kadar ) Gerçekten de gelen sorular bizim kağıtlaraki sorulardı. Velhasılı kelam artık bizim de diplomamıza ‘’ Pedagoji eğitimi görmüştür’’ Yazılacaktı. Ki yazıldı. Bu arada sizler de nasıl bir Pedagoji eğitimi gördüğümüzü sanırım takip etmişsinizdir.
Evet..Artık öğretmendik. Bizlere rehber öğretmenliğini yapacağımız sınıflar emanet ediliyordu. İyi de Rehber Öğretmen nedir? Ne iş yapar? Yenilir mi içilir mi bildiğimiz yok tabii ki. Allahtan tecrübeli Öğretmenler devreye girip ‘’ Otobiyogarafi ‘’ ile başlayan, ‘’Sosyometri, kimdir bu vs testlerle devam eden bir anketler sürecinde bize yardımcı oluyorlar.
Ah anketler ahhhh. İnanın bana hiç birinin zerre kadar faydası olmadı. Ne bana, ne öğrencilere… Sadece ‘’Rehberlik Dosyası’’ Dediğimiz dosya daha kabarık görüldü ve o dosya ne kadar kabarık görülürse o kadar takdir gördük okul müdürlerimizden ya da müfettiş amcalardan.
Mesela o dosyalarda yazardı: ( Hâla da yazar )
Baba Sağ mı: Sağ
Ana Sağ mı: Sağ
Anne Baba bir arada mı ?: Hayır.
Öğrenci kimle oturuyor?: Kim denk gelirse.
Ailenin geçimini kim sağlıyor?: Bazen baba, bazen anne, bazen ben, bazen diğer kardeşler.
Eviniz Kaç oda?: İki.
Kaç Kardeşsiniz?: Sekiz.
Aylık kazancınız ne kadar?: 300 Tl.
Kendinize ait çalışma odanız var mı?: Dalga mı geçiyorsun? İki göz evde kendime ait çalışma odası ha?
Neyle ısınıyorsunuz?: Ne bulursak
İleride ne olacaksınız: Doktor.
İki odada anne dahil dokuz kişi ikamet ederse, bu ailenin aylık kazancı 300 Tl ise,( Bu tabii ki gerçeği yansıtan bir rakam değil ama yine de açlık sınırında pek çoğu) Öğrencinin kendine ait bir çalışma odası yoksa bu evden doktor moktor çıkmaz. Bunu bilirsiniz ama evi üç odalı, aylık kazancı hiç olmazsa asgari ücret, yapamadığınız gibi sekiz kardeşi dörde indirmeye, boşanmış ana babayı tekrar evlendirmeye de gücünüz yetmez. Sadece ‘’Aman çocuklar evlendiğiniz zaman ha babam de babam çocuk yapmayın’’ Dersiniz ve kutsal aile bağlarının kutsallığını vurgular ‘’ Aman boşanmayın. Boşanmak kötüdür’’ Gibi içi boş cümleler kurarsınız.
Komiktir: Öğrenciyi tanıma amacına yönelik olarak bir çok faaliyet yapar, dosyalar dolusu evrak tanzim edersiniz ve öğrenciyi tanırsınız da daha sonra(!) Hatta kendi çocuklarınızdan daha iyi tanırsınız, daha doğrusu tanıdığınız sanırsınız. Çünkü hiç ummadığınız, çok da çalışkan bir kız öğrenciniz bakarsınız yıllar sonra barlarda konsomastris olarak çalışıyor. Ya da ‘’ Senden hiç bir şey olmaz’’ Dediğiniz öğrenciniz dört beş tane han sahibi iş adamı olmuş.
‘’Yalansa yalan deyin ‘’ Diyerek özellikle ben yaşlarda tüm öğretmen ve öğrenci velilerine soruyorum:
Veli olarak okula öğrenciniz ile ilgili olarak pek gelmezdiniz ya, farzedelim ki geldiniz. Durum aynen şu olmuyor muydu? ( Şimdi belki değişmiştir diye ben yaştaki öğretmen ve öğrenci velilerine soruyorum)
-Hocam’ Ben Ahmedin ya da Ayşenin Velisiyim. Bizim çocuğun durumu nasıl?
-Hımmm maalesef karedeşim çok zayıf.
-Yaaa demek çok zayıf. Bu durumda ne yapmamız gerekiyor hocam?
-Çocuk bol bol derslerine çalışsın. Derslerini ihmal etmesin. Çocuğnuzla ilgilenin biraz. Biz üzerinde o kadar duruyoruz ama sizin de durmanız lazım . Yani tek başına biz çocuğun üzerinde durduğumuz takdirde istediğimiz gibi bir pestil olamıyor. Sizin de üstüne çıkmanız, birlikte bir güzelcene pestil etmeniz gerekiyor.
Bu değil miydi?
Sırf sokaktaki herhangi bir insanın da rahatlıkla söyleyebileceği ‘’ Derslerine sıkı çalışsın’’ Cümlesini duymak için gelirdiniz veli toplantılarına. Ya da sırf bu sözü duymamak, ve bir de tabii ki ‘’ Allah rızası için bir sadaka’’ Diye dilenen okul müdürleri, okul aile birliklerinden yakayı kurtarmak için hiç semtine bile uğramazdınız okulların da benim peder gibi çocuğunuz hangi sınıfta onu bile bilmezdiniz.
Bizim. Ya da benim diyeyim, faydalı olduğum alan okul içinden çok dışı oldu ilk görev yerimde. Öğrencilerin evlerine gitmek, tahta kasalar üzerinde kurdukları sofralarında domates, peynir, zeytin yemek. Onlar için taze fasülye yemeği yapmak, birlikte muhabbet eylemek, işte bunlardı..Bunları da ne Fakültede Sabri Hocam ne de Lisede Sadi Hocam öğretmişti bize. Mesleğin içine girdiğimiz andan itibaren pişmeye, yani öğrenmeye başlamıştık.
Ya aslında tecübeli öğretmenlerin öğrettiği bir şey de değildi bu. Yumurtasından çıkan Caretta Caretta kaplumbağasının sanki o yumurtanın içinde suya koşmayı ve yüzmeyi öğrenmiş gibi denize koşması misal, bizim de sanki fıtratımızda vardı ne bileyim? Haa ‘’ Bu maaşa bu kadar ‘’ Diyen öğretmenlerimiz de yok değildi tabii ki.
Ama zamanla bazı şeyler değişti. Hele de benim emekli olmama yakın senelerde… Artık sınıf rehber öğretmenliği yine vardı ama aynı zamanda okullarda Rehber ve Psikolojik danışman öğretmenler de görev yapmaya başladı. Yani çocuklarımız daha bilgili, bu işin tam eğitimini almış ehil kişilere emanet ediliyor, problemler onların da yardımıyla daha kolay çözülüyor… muydu…a…ca…ba?
Bakalım.
Hiç kimseyi rencide etmemek için yer ve şahıs ismi vermeden anlatacağım.
Daha önce A şehrinde tanıdığım bir Rehber ve Psikolojik Danışman Öğretmen arkadaşımı şimdi yeni tayin olduğum B ilinde görünce şaşırmıştım.
-Ooooo …. Hocam, Genç arkadaşım. Seni buralarda görmek ne güzel.
-Sağol Sami Hocam. Sonunda geldim kendi memleketime.
-Oh oh sevindim. Rahat edersin artık.
-Yok be hocam. Aksine rahatım kaçtı. Keşke hiç gelmeseydim.
-Allah Allah. Hayırdır? Ne oldu ki?
-Hocam ! Öncelikle burada öğrenciler çok laubali. Öğretmene saygıları yok.
-İyi de arkadaşım. İşte o saygıyı sen sağlayacaksın. Senin işin tam olarak bu değil mi?
-Geçende sınıfa girdim. Baktım biri ayağa kalkmadı.
-Eee. Sen ne yaptın?
-Kalk lan ayağa! Diye bir bağırdım, ödü bokuna karıştı.
-Hay Allah. İyi olmamış bu.
-Ya Hocam sittir et. Bunlar önemsiz şeyler. Asıl sorun tamamen başka. Okulun dışından.Özel hayatımdan.
-Okulun dışından mı? Nasıl?
-Hocam ! Ben nişanlanmıştım biliyorsun.
-Evet duyduydum ama gelemedim. Allah tamamına erdirsin. Kusura bakma gelemediğim için.
-Kusurluk bir şey yok Hocam. Bozuldu zaten.
-Yaaa. Vah vah. Üzüldüm.
-Büyü yapmışlar kıza Hocam. Büyü ile ayırdılar bizi. Ne ettik neyledik büyüyü bozduramadık.
-Pardon Hocam. Sen bir Pskolojik Rehber ve Danışmansın ve bana büyüden bahsediyorsun? Nişanlın büyü yüzünden senden ayrılıyor, sen tekrar dönsün diye büyücülere gidiyorsun ? Oğlum kafayı mı yedin sen? Yarın bir gün bir öğrencin sana gelip ‘’ Hocam bana büyü yapmışlar ‘’ Derse çocuğu kolundan tutup büyücülere mi götüreceksin? Bu senin aldığın ilimle bağdaşıyor mu?
-Hocam ben de inanmıyordum ama büyücü gözlerimle gösterdi büyüyü bana.
-…….Hocam. Benim bayramlık ağzımı açtırmadan gider misin lütfen. Yazık ya. Sana emanet edilecek çocuklara yazık. İnşallah tez zamanda senin normal olmadığının farkına varırlar.
Denilerbilir ki ‘’ Hocam tek bir örnekten yola çıkarak genelleme yapılmaz.
Yok zaten genelleme yapmak amacıyla söylemedim ancak …Neyse bir başka örneğe geçersem sanırım hem genelleme yapmadığım hem de ne demek istediğim anlaşılır.
Bir başka aynı pozisyondaki ( Yani Rehber Öğretmen ) arkadaşla konuşuyorum bir gün. Amacım aslında okullara yeni konan bu rehberlik servisi ve bu servisin uzman öğretmenlerinin tam olarak ne işe yaradıklarını anlamak.
- ……. Bey. Ya, bir konuda senin fikrini almak istiyorum. Ne de olsa sizler rehberlik konusunda uzmansınız.
-Estağfirullah Hocam! Buyurun sizi dinliyorum.
-Ya benim sınıfta var ya hani İsmail.
-Evet Hocam. Tanıyorum.
-Yav çok yaramaz arkadaş. Ne durdan anlıyor ne sustan.
-Peki Hocam siz ne yapıyorsunuz o böyle yaramazlık yapınca?
-Valla önce ‘’Dur’’ Diyorum, ‘’ Yapma’’ diyorum, bir kaç kez uyarıyorum, ikaz ediyorum, Baktım olmuyor basıyorum sopayı.
-En doğrusu Hocam. Başka ne yapacaksınız ki… Pardon bana ne soracaktınız?
-Teşekkür ederim. Sormadan cevabımı aldım ben.
Unutmadan..Tüm okullara ‘’ Öğrencilere fiske vuran öğretmenin omuriliğinden kan alırım’’ Diye bizzat bakanlar tarafından genelge gönderildiği yıllardan bahsediyorum. Ve yine yanlış anlaşılmasın. Asla ve asla genelleme yapmıyorum. Sadece tanıdığım iki örneği aktarayım dedim. Hani Karaman’daki Ensar Vakfı olayında öğrencinin, durumu okul idaresine ve rehberlik servisine bildirdiği halde servisin problemi çözme yerine ‘’Olayı nasıl duyurmayız’’ın derdine düşmeleri üzerine bende de bu iki anı canlandı.
Valla bıkmadıysanız Sosyoloji, Mantık, Demokrasi ve İnsan Hakları, Allah ne verdiyse döktüreyim ama hamen belirteyim ötekilerde de durum bundan farklı değildir.
*
Sonra emekli oldum. Kısa bir aranın ardından da bir özel aşkam lisesinde öğretmen olarak tekrar işe başladım.
Yok, yazmıyorum. Burada reklam koydum. Genel istek olursa devam edeceğim.
BİR REKLAM:
‘’Fitrelerinizi Camiye değil Sami’ye verin. Zaten kurumlara verilen fitreler geçersizdir. Direkt şahıslara verilmelidir fitre. ‘’
RESİMLER
1- Değerli Hocam Sabri Özbaydar’ın yazdığı Liseler için Psikoloji Kitabı. ( Hocam demeye utanıyorum ya. Adamın dersine sadece bir kez girdim.)
2- Lisedeyken biz Selman Erdem’in yazdığı Psikoloji kitabını okurduk.
3- Akil Hoca ve Hababam Sınıfı… Ya da Vakvak Sadi ve Bakırköy Lisesi 2 Fen E Sınıfı. ( Tıpkısının kopyası gibi )
İSTANBUL ATATÜRK HAVA LİMANINDA YİRMİSEKİZ VATANDAŞIMIZIN ÖLÜMÜNE ALTMIŞ VATANDAŞIMIZIN YARALANMASINA SEBEP OLAN TERÖR SALDIRISINA GELİNCE…
ÖLENLERE RAHMET, YARALILARA ACİL ŞİFALAR DİLERKEN GEREK OLAYDA PARMAĞI OLANLARA VE GEREKSE EN KÜÇÜK İHMALİ DAHİ BULUNANLARA BİNLERCE KEZ LANET OLSUN.
BU ARADA FACE BOOKTA GÜVENDE OLDUKLARINI BİLDİREN ARKADAŞLAR !
GÜVENDE DEĞİLSİNİZ. HİÇ BİRİMİZ GÜVENDE DEĞİLİZ. SADECE BU SEFER DE KEFENİ YIRTTIK HEPSİ O. YARIN NE OLACAĞI HİÇ BELLİ DEĞİL.
ALLAH SONUMUZU HAYR EYLESİN.