13
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2117
Okunma


“Gözlerdeki Gerçek Nurum Anacığım,
Gecemin nakış gibi işlendiği tespihli vakitlerden sonra seninle sohbet etmek istiyorum. Kucağına uzanıp eskisi gibi masallar dinlemek istiyorum. Latif sesinin verdiği huzurda; huşuya bulaşan yüreğimle dizlerinde son defa uyumak istiyorum anacığım. Ana rahminde kıvrılmışçasına huzurla dolmak istiyorum. Yüzüme düşen her gölgede seni arıyorum. Seninle geçen dopdolu masum çocukluğumu… Seni çok özledim anacığım. Beraber yürüyüşler yaptığımız akşamüzerlerini… Çay demleyip balkonda muhabbete daldığımız anları… Müziklerle savrulup dertleştiğimiz o vakitleri anımsadıkça içim huzurla doluyor. Ekmeği andıran kokun burnumda tütüyor. Babamın tok sesini de buralarda çok arar oldum. Ana gibi yar, bağdat gibi diyar olmaz derlerdi de inanmazdım. Oysaki evden çıkmadan önce tüm yurdum sizdiniz. Sizlerin yurdunda ben padişah; beyaz atlı prenstim. Dışarıda anlıyor insan, ailesi kadar huzur dolu başka yer olmadığını anacığım. Ana kucağına, baba ocağına eş değer hiçbir yer olmadığını... Varlığınız bana en büyük sığınaktır anacığım.
Sabahları yüzümü yıkadıktan sonra uzun uzun kendime bakıyorum aynadan. Her geçen gün gözaltlarım silikleşiyor; avurdum da içine mi çöküyor ne? Kaç zamandır açlık ile sınıyorum kendimi anacığım. Bir merhabanın bile saklandığı… Eğitimsizliğin olması için meydanların oluşturulduğu… Benlik tüccarlarının süslü zokalarla atılmış oltalarının bulunduğu… Maneviyatı kalmamış, günah zamanlarında harcanmaya götürülen gençliğin oluşturulduğu… Fülu sislere terk edilmiş yaşantılar arasında orucum asırlardır sürüyor anacığım. Ve yalnızlığımın uğultusu gitgide artıyor. Anlam veremediğim o kadar çok şey var ki etrafımda, bazen kör bir düzenin içinde yaşadığımı varsayıyorum. Bu düzen boğazımdan göğsüme doluyor. Nefes alamadığımı hissettiğim anlar; perişanlığıma çekildiğim o anlara gebe kalıyor. Milyonlarca öksüz kardeşlerimi anımsadıkça, suskun bir dağ gibi hırçınlaşıyor yüreğim. Varlığının, öksüz kardeşlerim için anımsatıcı bir hüzün dalgası olduğunu bilirim; bilirim anacağım dalgaların göz kapaklarımda savrulduğunu. Açlık içinde kıvranan insanlığımızın, yakılan tütünlerde son bulan umutlarımızın öksüzlüğümüzü git gide perçinleştirdiğini bilirim.
Geceye gam vuran gidişler gördüm anacığım. Toprağın kucak açtığı evliyalar; her birinin kucağında uzanmış yeni nesil mollalar gördüm. Gözlerimin bana ihanet ettiği, bam telime dokunulduğu; kalbimin sıkıştığı anlardı. Mağrur gecelerde ağlayan ninniler gördüm anacığım. Umutları öksüz kalmış çocuklar... Suya devrilmiş aylar… Oyuncak silahlar taşıyan çocuk adamlar... Top gülleleri arasında yerlere saçılmış, çiğnenmiş güller gördüm. Zamana heba edilmiş geçmişler gördüm. Sende gideceksin bir gün benden biliyorum anacığım; yakışacak mı şimdi gitmek siz annelere? Arkasında doldurulması imkânsız boşluklar bırakarak… Yakışacak mı gerçekten? Durgun gecelerde gözyaşlarımıza sel olmak… Anımsatmak, ağlayan bir çocuğun gözlerinde kendinizi… Yakışacak mı gitmek siz annelere söyler misin?
Şimdiki çağın sancılı ağrısıyız anacığım. Yemekte bırakılan son lokmasıyız. Bizler, Filistin’de annesi başında ağlayan çocuğuz. Libya’da taş yağmurları altında annesi tarafından ölümden kurtarılan o çocuğuz. Irak’ta Hazara’lı olduğu için öldüresiye dövülen annenin kucağındaki bebeğiz. Afrika’da yoksulluktan taş pişirmeye yeltenen ailenin, açlıktan ölmüş 7 çocuğundan tek yaşayanız. Evet, anacığım; Mısır’da şehit annesinin başında “Anne uyan, uyan artık” diyerek ağlayan çocuğuz. Bizler şimdiki çağın en sancılı ağrısıyız.
Ney sesindeki tınıyız. Semazenler dahi işitemez çığlığımızı. İnce, titrek bir mumun arkasında saklanıyoruz kardeşlerim ve ben. Milyonlarca kardeşim yalın ayak koşuyorlar. Koşuşlarında bir burukluk seziyorum anacığım.
Mektubuma burada son verirken sizleri çok sevdiğimi bir kez daha bilmenizi istiyorum. Yüzündeki her kırışıklığı öpüyorum anacığım. Ellerindeki ekmek kokusunu… Gözlerindeki vefayı öpüyorum.
Babama da selamlarımı iletir. Ellerinden bir kez daha içtenlikle öperim. "